Yıkılışa giden yol hatalar, zafiyetler ve hıyanetlerle doludur. Her canlı gibi devletlerin de birer ömürleri var, devletler de vade geldiğinde öyle ya da böyle tarih sahnesinden silinirler. İşler yolundayken her şey iyi gider, olmadık yerlerden destek gelir. Ancak aksilikler bir başlayınca da her şey ters gidiyormuş gibi tüm belalar birden sökün eder. Osmanlı Devleti’nin son on yılı da adeta tüm aksiliklerin yaşandığı ilginç bir dönemdir. Yazar böyle ilginç bir dönem içerisinde cesur bir hareketle Osmanlı Devleti’nin çöküşünün çok bilinmeyen mimarlarından Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın hayatını ele almıştır.
1853’te dünyaya gelen Nazım Paşa’nın 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet öncesi hayatı ile ilgili bilgiler sınırlı olduğundan Paşa’nın belirtilen dönemi eserde zorunlu olarak kısa olarak ele alınmak zorunda kalınmıştır. Paşa, askerî eğitimini Fransa’da St. Cyr Askerî Okulu’nda almışsa da askerî eğitim hayatı ile alakalı bilgiler de sınırlıdır. Esasında hayatının bu ilk dönemi diyeceğimiz karanlık döneme dair bilgilerin kısıtlılığı Paşa’ya gizemli bir hâl vermektedir. Paşa’nın Çerkezliği ve bu bağlamda atandığı her görevde işe başlar başlamaz yakınlarına kadro olarak Çerkezleri yerleştirmesi, askerî eğitimi Fransa’da alması, Erzincan’da sürgündeyken Ermeniler ile yakınlığı ve hakkında İngiliz basınında çıkan haberlerin niteliği tecessüsü celbeden konulardandır.
II. Meşrutiyet ile birlikte, sürgünden Avrupa’ya kaçmakta olan Paşa adeta yeniden doğmuştur. Bu dönem; II. Abdülhamid’in gadrine uğrayanların ödüllendirildiği ve bunlardan bazılarının bunu fırsata ve menfaate dönüştürdüğü bir zaman dilimidir. Nazım Paşa rütbeleri iade edilerek Edirne’de bulunan II. Ordu Komutanı olarak atanmıştır. Beş ay kadar süren bu görevden sonra Nazım Paşa kısa süren Harbiye Nazırlığına tayin edilmiştir. Kâmil Paşa kabinesinin düşmesi nedeniyle Nazım Paşa’nın dört gün süre ilk Harbiye Nazırlığından sonra Paşa 31 Mart Vakası esnasında İstanbul’da konuşlu I. Ordu/Hassa Ordusu Komutanlığına atanmıştır. Eserde olayların göbeğinde olan Nazım Paşa’nın işlevi ve tavrı detaylı bir şekilde ele alınmıştır. 31 Mart Vakası’ndan sonra ise Nazım Paşa Bağdat Valiliği ve VI. Ordu Komutanlığına atanır. Paşa’nın Bağdat’taki görevi, iş ve işlemleri ve görevden alınma süreci eserde güzel bir şekilde ele alınmıştır. Ardından Nazım Paşa’ya 22 Temmuz 1912’de kurulan Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükûmetinde Harbiye Nazırı olarak görev verilmiştir. Paşa’nın bu görevi Bab-ı Âli Baskını'nda öldürülmesiyle son bulur. Osmanlı Devleti’nin yaşadığı en acı savaş olan I. Balkan Savaşı Nazım Paşa’nın sorumluluğunda yürütülmüştür.
Paşa’nın I. Balkan Savaşı’na giden yolda seferberlik faaliyetleri, savaş ilanı, savaşın sevk ve idaresi eserde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Edirne’deki beş aylık komutanlığı dışında tatbiki bakımdan pek tecrübesi olmayan Paşa, millete en acı kayıp olan I. Balkan Savaşı’nı yaşatmıştır. Çatalca’ya kadar Bulgar ve Sırp kuvvetlerinin geldiği savaşta Paşa’nın savaşı sevk ve idaresi ibretamiz örneklerle doludur. Savaş sırasında Tokatlıyan Oteli’nde zevk ü safa alemlerinden ordu komutanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen iaşe ve nakliye sorunlarındaki ihmalkârlığına kadar birçok konuda Paşa’nın sorumsuz tavırları bulunmaktadır. Osmanlı’nın en acı kaybında bile mütareke görüşmelerinde Çatalca’da dostluğa kadeh kaldıran Paşa, Osmanlı’nın zihni kokuşmuşluğunun bariz örneklerindendir.
Eser, doktora tezi olmasına rağmen, büyük ölçüde akademik sıkıcılıktan uzak, sade ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde yazım kurallarına riayet edilmiştir.
Nazım Paşa’nın kısıtlı tecrübesine rağmen Harbiye Nazırlığına atanması, ehliyete değil sadakate önem vermesi, hizipçiliği, özellikle İngiliz basınının da etkisiyle şişirilmiş bir şahsiyet olmasından mütevellit “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” bir tavra sahip olması ve şüphe ve tereddütleri celbeden iş ve işlemleri; yıkılışa giden yolda süreci hızlandıran etkenler olmuştur. Kamuoyunda Enver Paşa gibi pek de bilinmeyen bir şahıs olan Nazım Paşa’nın ele alınarak tarihin önemli bir kesitine katkı sağlayan yazar haklı olarak bir övgüyü hak etmektedir. Eser özellikle tarih severler başta olmak üzere tüm okuyuculara hitap etmektedir.