Toplam yorum: 3.080.622
Bu ayki yorum: 300

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

24.06.2010

“Sipariş ile darbe yapılır. Nasıl alırsınız efendim!” İşte size menüden bir örnek. İran her zaman önemli bir ülke olmuştur bugün de İran önemini halen devam ettiriyor. Bugünkü yaşananlar bunu gösteriyor. 1950’li yıllarda İran ve o dönemin başbakanı Musaddık üzerine oynanan sonunda tahttan indirilişini konu edinen ‘satranç oyunları’nı anlatıyor kitap. Görevli ajanların nasıl at oynattığını, kendi zülfiyarına dokuna istemedikleri kimseleri nasıl alaşağı etmek için alicengiz oyunları oynadıklarını ortaya koyması açısından ilginç bir kitap. Eser, İran petrollerini ele geçirmek için Rus, İngiliz ve Amerikalıların mücadelesinin 1951-1953 yılları arasında verilen mücadeleyi anlatıyor.

Petrol... Yüzyıllardır dünya politikasının şekillendiren, savaşlara yol açan, haritaların tekrar tekrar çizilmesine neden olan "kara altın".Yerin altında dururken de çıkarıldıktan sonra da siyaseti yönlendirici etkilere sahip güçtür Petrol. Churchill 1936 yılında petrol ve İngiltere’nin menfaatleri müzakere edilirken, petrolün ehemmiyetini şüpheye mahal vermeyecek şu sözleri ile dünya efkarına açıklıyordu: “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.”

Okuma tutkusu olanlara tavsiye ile alıntılar şöyle:

1953’te Şah samimi bir şekilde bana şunu söylemişti: ‘Tahtımı, Tanrıya, halkıma, orduma ve tabi size borçluyum.’ Siz’den kastı hem bendin hem de temsil ettiğim iki ülke: Amerika ve İngiltere. (s.7)
Her ne olursa olsun, benim burada anlattığım olaylar, geçmişteki olanlar kadar gelecek için de bir ilgililik payı taşıyacaktır. (s.9)
İran bir Arap ülkesi değildir ve Arap komşularıyla özellikle de Irak’la ilişkileri her zaman çok problemli olmuştur. (s.21)
Bir ordu mağlup edilebilir, ama bir ulus edilemez. (s.70)
Kağıtları karıştıran ile onları kesen bir değildir ve yapılan bir iş verilen iki söz bedeldir. (s.79)
Hiçbir şey sebepsiz olmaz. Her şeyin bir sebebi vardır ve zorunludur. (s.110)
Seçme şansına sahip olanın başı beladadır. (Hollanda Atasözü)(s.128)
Tutkular hakikat için, yalanlardan daha tehlikelidir. (Nietzche)
“Bir insanı yaptığınız biçimde düşünmeye alıştıramıyorsanız düşündüğünüz biçimde yaptırmayı deneyin.” (s.128)
Sahilde dinlenenler, dalgalı denizlerde yaşadığımız zorlukların pek azını bilirler. (Sadi)(s.140)
“Bazısı bu dünyanın nimetlerine bazıları Peygamber’in vaat ettiği cennete istek duyar. Sen nakit olanı al, atideki serveti boş ver. Ne de uzaktan gelen davulun sesini dinle.” (Ö.Hayyam) (s.150)
Bazen ertelemeyi, ağırdan almak olarak görürüm. (s.172)
Her rüzgarlı gecenin sabahında yağmur yağmaz. (W.Shakrspeare)(s.183)
Yarısı boş olan bir bardağın yarıya kadar dolu olduğunu söyleyen kişi iyimserdir. (s.200)
Musaddık gitmiş, Şah gelmişti. Her şey böylece özetlenebilir. (s.209)
Eğer, biz, CIA olarak bir daha böyle bir işe girişirsek dikkat etmemiz gereken söz konusu ülkenin halkı ve ordusunun bizim istediğimiz şeyle aynı şeyleri istemesidir. (s.214)

MUHAMMED MUSADDIK KİMDİR?
(1881-1967) İran'da petrolün millîleştirilmesini sağlayan başbakan.Tahran’da dünyaya gelen Muhammed Hidayet Musaddık on yaşında iken Nâsırüddin Şah kendisine Musaddıku's-saltana unvanı verdi ve bundan dolayı Musaddık lakabıyla anıldı. Musaddık'ın gençliği, bir yandan İran'ın dış güçlerin nüfuz mücadelesine sahne olduğu ve bu güçlerin büyük imtiyazlar elde ettiği, öte yandan bu durumu kabullenemeyen bazı aydınların ülkenin kurtuluşu ve modernleşmesi için yoğun çaba sarfettiği bir dönemde geçti.
1949 yılı sonbaharında yeni seçimler yaklaşırken Muhammed Rıza Şah Pehlevî’nin diktatörlüğünü onaylamayan muhalif kuruluşların katıldığı Cephe-i Millî’yi kurdu. Bu arada seçimleri kazanıp meclise girmeyi başardı. Verdiği uzun bir mücadelenin ardından petrolün ve petrol endüstrisinin millîleştirilmesine ve işletilmesine dair kanunun meclisten geçmesini sağladı; aynı yıl meclis tarafından başbakanlığa seçildi(1951).
Musaddık'ın başbakanlıktaki ilk icraatı petrolün millîleştirilmesiyle ilgili kanunu uygulamaya koymak oldu. İngilizler'in tehditlerine boyun eğmeden İran petrollerini elinde tutan Anglo-Iranian Oil Company'yi tasfiye ederek İngiliz teknisyenlerini yurt dışına çıkardı ve BM Güvenlik Konseyi ile Lahey Adalet Divanı'nda icraatını savunan konuşmalar yaptı; bu başarılarından dolayı Time dergisi tarafından yılın devlet adamı seçildi. 17 Temmuz 1952'de çıkar çevrelerinin baskısı sonucu istifa etmek zorunda kaldı. Milliyetçilerin ve komünist Tudeh Partisi'nin başlattığı isyanlar üzerine 22 Temmuz günü tekrar başbakanlığa getirildi ve Savunma bakanlığı da onun uhdesine verildi. Musaddık ordudaki muhalif subayları görevinden uzaklaştırdı; şah da 16 Ağustos 1953'te Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin gizli planlarına uygun olarak onu azlettiğine dair bir kararname yayımladı. Musaddık, halkın desteğiyle bu kararı akamete uğratıp şahı Roma'ya kaçmak zorunda bıraktıysa da sokak gösterilerinin üçüncü günü Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütleriyle iş birliği yapan General Fazlullah Zahidî'nin düzenlediği bir hükümet darbesiyle iktidardan düşürülerek tutuklandı (20 Ağustos 1953); şah da yeniden İran'a döndü. Yargılanan ve 21 Aralık 1953'te verilen idam cezası üç yıl hapse çevrilen Musaddık hapishaneden çıktıktan sonra uzun süre Ahmedâbâd'daki evinde göz hapsinde tutuldu. 5 Mart 1967'de Tahran'da vefat etti ve Ahmedâbâd'daki evinin bahçesinde toprağa verildi. Başbakanlık yaptığı süre içinde maaş almadığı gibi başbakanlık kurumunun masraflarını da bizzat üstlenen Musaddık, XX. yüzyıl İran tarihinin en önemli devlet ve siyaset adamlarındandır. Özellikle şahlık aleyhtarı tutumu ve İran halkının petrolden daha fazla yararlanması yönündeki çabalan onu İran tarihinde özel bir mevkiye yerleştirmiştir. Uzun süre aktif siyaset içerisinde yer almasına rağmen birçok eser telif eden Musaddık'ın başta siyasî ve iktisadî meseleler olmak üzere çeşitli konularda yazılmış pek çok makalesi bulunmaktadır.(İslam Ansiklopedisi, 31/228)
22.06.2010

Bolca ayetlerle örülmüş olan vasatın üzerinde bir kitap. Özellikle ‘İslam teslim olmaktır, gelecek kaygısı, kimlik, haklara yapılan haksızlıklar ve cihad konu başlıkları dikkatle okunması faydadan hali değildir. Okuma tavsiyesi ile işte alıntılar:

Bütün yeryüzü hayat tarzları, sistemler, inançlar, insanların mutluluğunu yakalayabilmelerinde tek çözüm oldukları iddiasıyla ortaya çıkarlar.(s.7)
Sınırlarını kimin belirlediği belli olmayan bir hayatın, mutluluğu değil tam tersine mutsuzluğu üretmesi kaçınılmazdır. Hayatınızın merkezine ne oturduğunu sorgulayamazsanız, sahip olmadığınız ama sahip olduğunuzu düşündüğünüz pek çok kuvvetin, hayatınızı sarmalayarak sizi boğmaya başladığını da fark etmeniz mümkün olmayacaktır.
İnanmak ve değişim bedel ödemeyi gerektirir. Bedeli ödenmeyen değişim sana ait olamaz. Dünya hayatından elde edeceği her bir şey için bedel ödemesi gerektiğini bilen insanoğlunun, ahirette kazançlı çıkmak için bedel ödemeye yanaşmaması anlaşılacak gibi değildir.(s.14)
Her şeyin iyisine layık olduğunu düşünen insanın, Rabbine kullukta da aynı hassasiyeti göstermemesi onun samimiyetsizliğini gösterir.(s.15)
Dünyevî olarak bir üst sınıfta kabul ettiğiniz birisine benzeme şeklinde bir dönüşüm içindeyseniz, bu durumda inanç ve hayat tarzınızla ilgili bilinçsizce başkalarını taklit etme durumunuz söz konusudur.(s.17)
İslam, ömrümüz içindeki tüm ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir hayat tarzıdır.(s.29)
Bugün teslim olmakla, teslim almanın ayrıldığı noktayı fark edemeyişimiz problemlerimizin temel kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Teslim olunması gereken hayat tarzına canımızın istediği yerde teslim olup, diğer taraftan kendimize, teslim olacak yeni ilahlar bularak adeta güçsüzlüğümüzü, acizliğimizi unutup Allah’ı teslim almaya kalkışırcasına bir davranış içine girdiğimizin farkında mıyız?(s.37)
Yüzyıllar önce yaşayan insanoğlunun sapma noktalarıyla bugünkü yaşayan insanoğlunun sapma noktaları hemen hemen aynı merkezdedir. Yani daha önceleri yaşayan insanlar da haksızlık yaparken, ilahlık taslarken, içki, zina, hırsızlık vs. cinsinden kötü davranışlarda bulunurken bugünün insanı da benzer davranışlar yapmaktadır.(s.38)
Namazın ikame edilmesi, namazla ilgili bütün fiziki ve manevi şartlar yerine getirilerek kişiyi kötülükten aklayabilen bir nitelikte olmayı gerektirir. Eğer kötülüklerimiz her geçen gün biraz daha azalma durumunda olmuyorsa; namazlarımızın fiziki ve ruhi şartlarının tekrar gözden geçirilmesi gerekir.(s.43)
Dünya nimetlerini tatmakla, dünya nimetlerine doymaya kalkışmak arasındaki fark, sorumluluk bilincimizin yeniden farkına varılabilmesi açısından önemlidir.(s.78)
Atalarımızdan utanmamız veya onları inkar etmemiz ne kadar yanlış ise, yaptıklarıyla övünmemiz ve onların hatırasından rant elde etmeye çalışmamız da o kadar yanlıştır.(s.106)
Hayatında her şeyi planlamayı adet edinen insanımızın iman ettiği şeylerle ilgili eğitim planlaması yap(a)maması, bilinçsizlikten başka bir şey değildir.(s.135)
Başkalarına nasihat edenlerin kendi nefislerine söz dinletememeleri ve etrafında, ailede etkin olamamaları da bu zayıf yanımızı ortaya çıkarmaktadır.(s.150)
Dünya hayatında tüm ilişkilerimizin kararını verenin Allah olmadığı bir anlayışa sahip olup da, ahiret hayatınızda sizin keyfiniz için Allah’ın sizin istediğiniz gibi karar vermesini beklemeniz haksızlıktır, safdilliktir. Dünya hayatında Allah bize ne kadar müdahale ediyorsa, onunla orantılı olarak kıyamette de Rabbimizin bizim lehimize karar verme ihtimali de yüksek olacaktır.(s.153)
Cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmekten, Allah ve Resulünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan İslam’ı diğer insanlara tebliğe, İslam ülkesini ve Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp, dil, el ve silah gibi beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.(İA,7/528)(s.155)

Umutsuzluk Ortamında Umut Olabilmek İçin:
1.Büyük ve yüce hedeflere, zorluklarla ulaşılacağını akıldan çıkarmamalıyız.
2.Başarınızın ne kadar büyük olmasını istiyorsanız, hedeflerinizi de o kadar büyük belirlemelisiniz ve sonuçlarının da büyük olacağını bilmelisiniz. Ne kadar büyük hedef; o kadar büyük problemler, o kadar büyük planlamalar, o kadar büyük çözüm yolları, o kadar büyük samimiyet ve o kadar büyük sabır; işte böylesi bir çaba ancak büyük ve güzel sonuçları karşımıza çıkaracaktır.
3.Her zaman mücadelelerden zaferle çıkamayacağımızı bilerek her türlü iyi veya kötü sonuca hazırlıklı olunmalıdır.
Yenilgilerden ders almak gerekir. Kendini kazanmaya endeksleyenler; ilk kayıplarından sonra mücadele zemininden kaçarlarsa uzun soluklu bir mücadeleden de kaçmış olacaklardır. Yenilgi dahi olsa yaşanan mücadelelerin sonuçlarını iyice tahlil etmek başarıları da beraberinde getirebilecektir.Yenilgi yoktur sadece sonuçları vardır. Önemli olan sonuçlarını iyi okumaktır.
5.Gelen haberleri ve tüm işleyişi değerlendirebilecek sorumluluk sahibi kişilerin yaşananların kitleler üzerinde bırakabileceği olumsuz etkileri giderebilecek vasıfta olmaları ve kendilerini bu hususlarda hazırlamaları gerekir.
6.Hiç kimse her zaman kazanamaz, bazen bütün hazırlıklara rağmen kaybedebilir de.
7.Yenilgiyi inkara kalkışmaktansa hemen kabul edip karşıtlarınızın kazançlarını en aza indirmeye çalışmak gerekir.
8.Kaynakların tümünü kaybetmek söz konusu ise geri çekilerek yeniden hazırlık yapmayı bilmek gerekir.
9.Kaybetmenin getirdiği cesaretsizlik, güvensizlik ve kararsızlık normaldir.Bu dönemleri hızlıca atlatmanın yolu bulunmalıdır. Soluk alınabildiği müddetçe kaybedilmiş hiçbir şey yoktur.Çünkü yarın yeni bir gündür ve güneş yeniden doğacaktır.Güneşi yeniden doğuran Allah bizlere çalışma şevki ihsan edecektir.(s.173)
Güç ve izzeti zalimlerin yanında arayanlardan eyleme.Bizleri kötü işleri yapanlardan değil kötülüğe karşı çıkanlardan olmayı nasip eyle.(s.174)
21.06.2010

Eserleri; Fransızca, İngilizce, Almanca, Türkçe, Malay-Endonez dilleri, Portekizce, Japonca, Boşnakça, Arapça ve Tamul dilleri gibi birçok dile çevrilen, XX. yüzyılın önde gelen İslam alimlerinden Muhammed Hamidullah'ın bu eseri, İslam hakkında giderek artan, kesin ve güvenilir bir bilgi edinme ihtiyacına cevap vermek üzere hazırlanmıştır. Çeşitli dillerde çevirileri bulunan bu kitap, Fransızca’dan Türkçemize aktarılmış.
Kitabı tercüme eden Cemal Aydın kitap için verdiği mücadeleyi anlattıktan sonra şöyle diyor: “Sevgili okur! Şimdiye kadar 20 civarında eser tercüme ettim. Bunlardan iki tanesinin aydınımız tarafından mutlaka okunmasını arzu ederim. Birincisi, İslam’a Giriş’tir. Bu eser, ortalama bir müslümanın kesinlikle bilmesi gereken bütün bilgileri özün özü şeklinde sunmaktadır. Açıkça iddia ediyorum ki İslam konusunda en az İslam’a Giriş kitabındaki bilgiler kadar bilgi sahibi olmayan bir kimse, İslam’ın ne lehinde ne de aleyhinde konuşma ve yazma hakkında sahiptir. Çünkü böyle biri, dinimiz konusunda sadece cahil değil, kara cahildir. Onun için o kişiden ne yazar olur, ne gazeteci olur, ne sunucu olur, ne de şuurlu bir Müslüman olur. Böyle bir kişi ayrıca bu ülkenin aydını olma özelliğini de asla kendisinde taşıyamaz. Taşımaması gerekir. İkincisi ise ‘İdeolojik Savaş Ajanları’. Çünkü bu eser, İslam ülkelerinde oynanan ve sürekli tekrarlanan oyunları bir bir gözler önüne seriyor, bu husu sta bizleri bilinçlendiriyor. Bununla da kalmıyor, günümüzdeki bir müslümanın ne yapması gerektiğini de açıkça ortaya koyuyor.” (İdeolojik Savaş Ajanları, Malik Bin Nebi,s.37)
İslam Ansiklopedisi de O'nu şöyle tanıtıyor: ‘Muhammed Hamidullah alçakgönüllülüğü, nezaketi, dindarlığı, dünya nimetlerine ve paraya değer vermemesiyle tanınmış ve hiç evlenmemiştir. Eserlerinden telif ücreti almazdı. Hz. Peygamber'in hayatıyla ilgili çalışmalarından dolayı Pakistan Devleti''nin kendisine layık gördüğü nişanı kabul etmiş, fakat para ödülünü İslamabad’daki İslam Araştırmaları Enstitüsü''ne bağışlamıştır; aynı şekilde Kral Faysal para ödülünü de almamıştır.
İslâmî ilimlere bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşarak uzmanlık alanının dışında da inceleme ve araştırmalar yapan ve bunları ilk kaynaklara dayandırmaya çalışan Hamidullah, özellikle İslam tarihiyle ilgili çalışmalarında sadece tarihî bilgileri aktarmakla kalmamış, bazen olayların geçtiği yerlere bizzat gidip incelemeler yaptıktan sonra kendi yorum ve değerlendirmelerini katmıştır. Bunları yaparken genelde akılcı bir tutumla ispatlanmamış herhangi bir hususu kabul etmekten uzak durmuş, çalışmalarında sadece tarihi bilgileri gözler önüne sermek yerine olayların gerçek sebeplerini araştırmaya ve bunların sonuçlarını göstermeye gayret etmiştir.(30/535)
‘Takva’yı, kusursuz dindarlık(s.71)olarak ifade eden hocaefendi hakkındaki şu anekdot da dikkat çekicidir: Muhammed Hamidullah Erzurum’da verdiği bir seminerde, resmini çekmek isteyen bir arkadaşına mani olmuştu. Peygamberimizin resim yasağının bugün de geçerli olduğunu vurgulayarak, pasaport benzeri zorunlu durumlar dışında resim çektirmediğini söylemişti. Gerçekten de hocanın hiçbir yerde resmini görmek mümkün değil. Japonya’da yayınlanan bir yazısına konmak üzere resim istendiğinde; gerekçelerini sıralayarak, olumsuz cevap vermişti. (Zamanı Aşan Şehirler, Ersin Gündoğan, s.72) Hatta İslam Ansiklopedisi’ne verilenin de vesikalık bir resim olduğu görülüyor.(30/535)

Kitaptan alıntılar ise şöyle:
Hz. Hatice, evlendiği sırada bir rivayete göre 28, diğer bir rivayete göre ise 40 yaşındaydı; psikolojik ve jinekolojik sebepler 28 yaşında olmasının daha uygun olduğunu gösteriyor, çünkü 7 çocuk daha dünyaya getirmiştir.(s.8)
Peygamberlerin gösterdiği mucizeler, sadece akıl edemeyenler ile aklını kullanıp düşünen insanları aynı seviyeye getirmek içindir.(s.25)
Yanlış ile doğru arasında ortak hiçbir şey yoktur. Dünyada bu iki şeyden daha zıt ve birbirine daha uzak hiçbir şey olamaz.(s.27)
Allah kelamı, insanı Kendisine ileten ana hat vazifesi görür, tıpkı ışığa yol görevi yapan ve lambayı jeneratöre bağlayan elektrik akımı gibi.(s.40,366)
İslam’ın parolası, ‘Bu dünyada da refah ve mutluluk, öbür dünyada da refah ve mutluluktur.(s.63)
İslam açıkça belirtir ki Allah’ın tövbe eden suçluları bağışlamak için, bir suçsuzu, bir masumu (yani İsa’yı) cezalandırmaya ihtiyacı yoktur.(s.70)
Dile, ırka, renge veya doğum yerine dayalı milliyet, çok azla ilkeldir. Çünkü bu noktada bir kader, bir çıkmaz, insanın hiçbir şekilde tercihinin bulunmadığı bir durum sözkonusudur.(s.72)
Tasavvuf, bireyin en iyi davranış biçiminin yöntemidir.(s.135)
Kadınların namuslarına iftira atılmasına karşı kanuni bir ceza koymuş olması İslam’ın ayırıcı özelliğidir. Falanca veya filanca kadınlar hakkında nasıl kolaylıkla zanda bulunulduğu, dostlar arasında dilin dizgininin bütün bütün nasıl salıverildiği düşünülürse, toplumun yararına olarak İslam’ın koyduğu bu frenin yerindeliği elbette kabul edilecektir.(s.164)
Kocasının haber olmadan Halife Hz. Ömer’in hanımı bir gün Bizans’a giden resmi bir görevli ile imparatoriçeye bir hediye yolladı. O da kendisine kıymetli bir kolye gönderdi. Halife bunu öğrendiğinde, kolyeye devlet hazinesi yararına el koydu ve karısına kendi göndermiş olduğu hediyenin tutarını ödedi. (Taberi)(s.166)
Hiç kimse aldığı para için gönül rızasıyla faiz ödemez. İnsan bu tür ödemeye sadece paraya ihtiyacı olduğu ve onu da faizsiz bulamadığı için katlanır.(s.235)
İslam kadından mantıklı bir varlık olarak kalmasını ister ve onun meleğe dönüşmesini beklemekten veya şeytanlaşmasına izin vermekten kesinlikle kaçınır.(s.239)
Komünist ülkelerde bir mümin, bir kapitalist, beyazların memleketlerinde bir zenci, Fransa’da Fransız olmayan biri nasıl yabancı olarak görülürse, İslam ülkelerinde de bir gayri müslimin aynı şekilde yabancı sayılmasına şaşmamak gerekir.(s.260)
İlahi kaynaklı olmasından ötürü, İslam hukuku laik hukuklardan kesinlikle daha fazla istikrarlıdır.(s.261)
19.06.2010

Eserlerinde mevcut ve geçmiş bütün dinlerden bahseden ve modern Batı medeniyetini her yönüyle tenkit süzgecinden geçiren Rene Guenon’un bu eseri, dünyayı kasıp kavuran; pozitivist düşünceyle insanı hakikat’ten uzaklaştırarak ruhsuz bir köle haline getiren modern dünyaya bir cevap teşkil eder. Guenon’a göre Batı, ‘madde’ ile ‘mana’ya bizim yaklaştığımızın tam zıttında hareket etmekte; geçici olan ‘madde’yi yüceltirken ‘mana’yı es geçen bu anlayış, toplumsal yapılaşmanın yapısına da etki etmektedir; ruhani otorite, maddi iktidarın etkisi altına girmiştir. Ancak biz biliyoruz ki; altta olan simge üstte olan simgeyi asla kuşatamayacağı gibi, maddi olan bir şey de manayı kuşatamaz. Aksine, geleneksel öğretilerde ruhani otoritenin hâkimiyeti söz konusudur. Yine Guenon’a göre Reform, Hıristiyanlığın ruhani birliğinin dağılmasının en belirgin alametidir. Eserden alıntılar şöyle:

Modern dünyanın, durmaksızın artan bir hızla yol alarak bir felakete doğru sürüklendiği gerçeğidir. Günümüz şartlarında, Batı dünyası için hala selamete erme umudu varsa, bu umut, en azından kısmî olarak, geleneksel gücün varlığının korunmasında yatmaktadır. (s.11)
Bu incelemenin nesnesini oluşturacak olan, mana dünyasının madde dünyasına göre üstünlüğünün ortaya konması biçimlerinden birini oluşturmaktadır.(s.12)
Ebu Hanife’nin çok güzel bir sözü vardır: “Din çağlara göre değişebilir, ama Hakikat değişmez.”(dipnot-s.27)
Maddi iktidarın, askerî, adlî ve idarî çeşitli biçimleriyle, eyleme bağlı olduğu açıktır. Demek ki bu güç, tüm yetkileriyle tüm olanaklarıyla ‘beşerî’ olanın sınırları içine kapatılmıştır. Ruhanî otorite, maddî iktidarın tersine, bütünüyle bilgiye dayanır. Temel fonksiyonu korumak ve yaymaktır. Alanı ise hakikat kadar sınırsız değildir. Fonksiyonları bakımından bir başka düzene ait olan kişilerle bağlantı kuramaz. Çünkü ‘beşerî’ alanın, daha genel anlamda, kelimenin etimolojik anlamıyla ‘fizik’ olan tezahürî dünyanın sınırlarını aşan, aşkın ve ‘yüce’ bilgisi buna olanak vermez.(s.36)
“Eski prensler, insanların kalbindeki doğal erdemleri parlatmak için, her şeyden önce, prensliğindekileri iyi yönetmeye çalışırlardı. Prensliğindeki halkı iyi yönetmek için, her şeyden önce kendi ailelerini doğru yola yöneltirlerdi. Kendi ailelerini doğru yola yöneltmek için, her şeyden önce kendilerini mükemmelleştirmek için çalışırlardı. Kendilerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce kalplerindeki hareketi düzene koyarlardı. Kalplerindeki hareketi düzene koymak için, her şeyden önce iradelerini mükemmelleştirirlerdi. İradelerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce bilgilerini olabildiğince geliştirirlerdi. Bilgiler, olayların doğasının dikkatle incelenmesiyle mümkündür. Olayların doğası bir kez incelenirse, bilgiler en yüksek düzeylerine ulaşırlar. Bilgiler en yüksek düzeylerine ulaştığında ise, irade mükemmelleşir. İrade mükemmelleştiğinde, kalbin hareketleri düzenlenmiş olur. Kalbin hareketleri mükemmelleştiğinde, tüm insanlar kusurlarından arınır. Kendimizi düzelttiğimizde, ailede de düzeni sağlarız. Ailede düzen hakim olduğunda, prenslik iyi yönetilmiş olur. Prenslik iyi yönetildiğinde ise, tüm imparatorluk kısa bir zaman zarfında barışa kavuşur.” (Konfüçyüs)(s.40)
Maddi iktidar, gerçekte, kendisininkinden üstün olan herhangi bir alan olamayacağı iddiasındadır, bu alan eylem(action) alanıdır.(s.40)
Maddi iktidarın manevi otorite karşısındaki bağımlılığı hükümdarlığın kutsanışı konusunda kendini göstermektedir. Bu kişiler ruhanilerden fonksiyonlarını düzenli olarak yerine getirebilmek için gerekli olan bir ‘manevi tesir’ intikalini de içeren ünvanı ve takdisi alamadıkları takdirde hiçbir surette ‘meşrulaşamazlar.’(s.60)
Manevi otorite, her zaman için maddi iktidarı kontrol edebilir ve etmelidir, ama bunun yanında hiçbir şey tarafından ya da en azından hiçbir dış olgu tarafından kontrol edilemez.(s.77)
Maddiyata gömüldüğümüz ölçüde istikrarsızlık da artar, değişimler git gide çok daha hızlı gerçekleşir.(s.84)
Metafizik bilgi özü bakımından akıl üstüdür, çünkü aynı zamanda insanüstüdür.(s.93)
Maddi iktidar, eylem(aksiyon) ve değişim dünyasına aittir.(s.104)
İnsanlık ‘dünyevî cennet’ten hiç bugünkü kadar uzaklaşmamıştır. Ama buna rağmen bir çevrimin sonu bir başkasının başlangıcıyla çakışır.(s.106)
Hiç şüphe yok ki, bugün, düzensizliğin tüm alanlar içinde bugüne kadar olmadığı kadar ileriye taşındığı Batı dünyası içinde de er ya da geç ve belki bizim tahminimizden çok daha erken bir vakitte aynı durum vuku bulacaktır.(s.107)

Şubilgiyi de eklemek isterim:
Gelenekselci ekolün, 20.yüzyılın başlarından itibaren özellikle çeşitli İslam tarikatları aracılığıyla Müslüman olmuş Batılı düşünürler tarafından ortaya çıktığını ve daha sonra İslam dünyasında yankı bulduğunu söylemek mümkündür. Öncülüğünü R. Guenon’un (Abdulvahid Yahya) yaptığı bu ekolün İslam dünyasında en çok tanınan yazarı ise S. Hüseyin Nasr’dır. Ekol, dinlerin özünde bulunan ‘Ezeli Hikmet’in evrensel bir gelenek olarak bütün dinlerde sürekli var olduğunu ve yaşadığını ileri sürerek modern dönemde unutulan ya da göz ardı edilen bu ‘Gelenek’e dönmeyi, insanlığın günümüzdeki sorunlarını çözecek tek çare olarak önermektedir. Bu bakımdan ekolün mensupları arasında başka dinlerden bazı düşünürler de bulunmaktadır. (İslam’a Giriş/Evrensel Mesajlar, s.591,600)
Abdülvâhid Yahya'ya göre Doğu ile Batı arasındaki en esaslı fark, Hint ve Çin'de ‘Anane’nin zahir ve batınıyla bir bütün olarak bilhassa batını temsil eden tasavvufun İslâm ülkelerinde mürşidler vasıtasıyla hâlâ canlı bir doktrin şeklinde mevcut olmasıdır. Gerçi Batılılaşma Doğu'nun da büyük ölçüde çehresini değiştirmiş ve hâlâ değiştirmekte ise de her şeye rağmen Doğu kendi ananesini devam ettirmektedir. Batı, rönesans ve reform ile birlikte diğer medeniyetlerden farklı, tamamen maddî gelişmeleri esas alan dünyevî ilim ve bilgi üzerine dayanan bir medeniyet kurmuş, ilâhî ve manevî prensiplerden uzaklaşmıştır. (İslam Ansk.1/281)
28.05.2010

Sarıkamış, askerin soğukla imtihanı. Sarıkamış, yokluk içinde bir tarih nasıl yazılırın kitabı. Askerimiz bu harekatta, soğuk, yokluk, hastalık ve Ruslarla mücadele etmiştir.

93 Harbinden (1877-1878) sonra Ayastefanos antlaşması ile Kars'la beraber Ruslara savaş tazminatı olarak bırakılan Sarıkamış, 38 yıl esaretten sonra 1914- 1915 cihan harbine sahne olmuş ve Sarıkamış kuşatması bir facia ile sonuçlanmış, 90.000 askerimiz donarak şehit olmuştur. 1918 yılında Rus Bolşevik İhtilali sonrası Ruslar çekilerek yerlerine Ermenileri bıraktılar. Ermeniler bölgede büyük katliama sebep oldular, yerli halka zulmettiler. Bu zülüm 1920 Ankara hükümetinin kurulmasına kadar devam etmiş, bu 2 yıl zarfında Sarıkamışlı Müslüman Türkler 30.000 den fazla şehit vermişler, bir o kadar da yaralı olmuştur. Son olarak 29 Eylül 1920 tarihinde Anavatana kavuşmuştur.

Roman, Balkan harbinden dönen ordunun İstanbul camilerinde fazla dinlenmeden gemilerle Trabzon limanına, oradan Erzincan üzerinden Erzurum’a, oradan da Oltu üzeri Sarıkamış’a yaya yolculuğunu anlatıyor. Mevsim Kasım ayı. Eli tüfek tutan herkes Ruslarla ölüm-kalım harbindeyken sınır birliklerinde cephane tükenmesi konusu ‘120’ filmi ile bir bölümü filme alınmış olan farklı yer farklı rakamlarda roman içinde yer almış.

Sarıkamış, Türk askerinin karla ve yoklukla imtihanı. Yorgunluğa, açlık ve sefalete rağmen cepheye koşanların ve tüfeğine yaslanıp biraz dinleneyim derken, terli bedenlerinin üç dakika içine donduğu, ailesini, eşine ve çocuklarını bir daha hiç göremeyen yüreği vatan sevgisiyle dolu insanımızın fedakârlığı ve mücadele azminin romanı.

1914-1915 Sarıkamış harekatı bir dram değil kahramanlık destanıdır. Tarih hiçbir zaman 90 yıl sonra yargılanamaz ama şehitler anılmalıdır. O gün bu harekatta evinden şehit vermemiş aile hemen hemen yoktur. Milletlerin hafızalarından bazı yer adları adeta mermere kazınmış gibidir. Sarıkamış harekatı, her türlü imkansızlıklar içinde, kırık bir ümidi gerçekleştirmeye yönelik, sonu hazinle biten bir harekattır. Bu harekatta askerimiz Rus’tan çok tabiat ile mücadele etmiştir. (s.5)

Kitabın amacı, tarihimizdeki bu hazin harekatın nasıl gerçekleştiğini anlatmak, askerimizin hem tabiatla, hem de Ruslarla olan mücadelelerini gözler önüne sermek ve Sarıkamış şehitlerimizin hatırlanmasını sağlamaktır. (s.7)
Gerçekten Sarıkamış’ta nice hüzün dolu sahneler yaşanmıştır. İnsanın yüreğini yakan olaylar vardır. İşte bu kitap da hüzün dolu bir sahneyi canlandırmaktadır.

Roman, Mehmet Akif’in şu beyitleri ile başlıyor:
“Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım
Ne yapsın ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki,
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!
Ah karşımda vatan namına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan…” (s.11)

Kuru ve çatlamış dudaklarda Şu türkülerde söylenir:
Denizin dalgasına/Kapının halkasına
Ben yolladım yârimi/Urusun kavgasına (s.13)
Erzurum’da bir kuş var
Kanadında gümüş var
Yârim gitti gelmedi
Elbet bunda bir iş var.” (s.51)
Arlarda yatarlar şerefli şanlı
Kimisi vurulmuş nur yüzü kanlı
Kimisi nehcivan, taze nişanlı
Boynu buruk, melül, gözü yoldadır
Yollara düşenin gelmedi sesi
Analar ah çeker atalar yası
Yad değil bunlar hep ciğer paresi
Acep bilen var mı ne ahvaldedir. (s.232)

“Ben yârin kapısını bekleyen gamlı bir bekçiyim. Onun canının yanında benim canımın bir kıymeti yok. Ben ki, o uyusun diye uykusuz kalamaya razıyım. Ben gecenin arkadaşıyım. O ise gündüzün… Ben gökte milyonlarca yıldızın biriyim ki,
Her an yitip gitmeye adayım. Ama o bir ay parçası… Bir mehtap… Ben zorlu yolların, tozlu ve dikenli yoların yolcusuyum. Karlı dağların, karlı yolların yolcusuyum. Ben ki hazan mevsimine dönmüşüm, onun başında esen bahar yelleri var. O, bir gonca gül. Ben ise, artık sararan ve son yaprağı da düşmek üzere olan koca bir çınarım. Figan içinde yaralı bir bülbülüm. O bir ceylan, çayır çimen içinde gezinen. Ben ise yabani çiçekler gibi hep uçurum kenarlarında bitmişim. Beni rüzgar, yağmur kar, boran hırpalamış, o ise daha seher vakti çiğ damlacıkları üzerinde olan bir nergis… Bir kardelen…
Cephe yollarında sevda çekmek olmaz. Cephe yollarında sevdalar kısa olur. Bir gün, bir gece uzunluğunda olur. Gün ışığında sevdalar biter. (s.202)
Acı ve keder, gece büyürdü. Gecenin en koyu anında acılar daha da koyulaşırdı. Hüzün hep bu saatlerde mayalanırdı. (s.230)

Sarıkamış harekatı tarihimizin en beyaz destanı/dramı. -50 dereceye düşen soğukta kırılan, soğuk ve buzlu rüzgardan etleri dökülen, amansız ve acımasız emirlere göğüs geren, her şeyin bittiği noktada bu kez tifo ve dizanterinin pençesinde can çekişen ‘Mehmetçiğin’ dillere destan kahramanlığı ve fedakarlığıdır. Hazırlıksız kimi de sıcak memleketlerden gelmesi sebebiyle üzerlerinde yazlık kıyafetler, ayaklar çarıksız, olanlar ise giyilmeyecek durumda. Her kar tanesinde bir Mehmetçik daha yere düşüyor. Kar hem kefen oldu hem kabir oldu memleketin cefakar evlatlarına.

Sineler buz tutmuş ayazda,
Bülbül figan eyler güller niyazda
Ağıt anlatamaz duyguda sazda,
Hür vicdanlar kıştı Sarıkamış’ta.