Toplam yorum: 3.085.015
Bu ayki yorum: 4.700

E-Dergi

alibakin Tarafından Yapılan Yorumlar

13.12.2004

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Nadir Özbek bu kitabında Osmanlı İmparatorluğu döneminde sosyal devlet uygulamalarını ve bunun saltanata siyasi meşruiyet kazandırma yolundaki işlevini ele almış. Özbek kitapta ağırlıklı olarak II. Abdülhamit dönemini işliyor. Bunda en büyük neden II. Abdülhamit'in kamuoyunda bilinenin aksine reformist bir sultan olması, buna karşın kuşkucu kişiliği nedeniyle sürekli olarak siyasi meşruiyet kaygısı duyması yatıyor. Bu dönemde devlet geçmişte geleneksel kurumlara bırakılan sosyal hizmetler alanına yavaş yavaş girmektedir. Bunları ise gerek hayır kurumları, gerekse gönüllü faaliyetler aracılığıyla gerçekleştirmektedir.

Paternalist bir hükümdar figürü. Yoksulu, halkı koruyan, onların sorunlarına derman arayan, gerekirse kendi bütçesinden yardımı esirgemeyen bir hükümdar figürü. İşte yaratılmak istenen imaj buydu. Bu anlamda sosyal devlet uygulamaları önemli bir rol oynamaktaydı.

Ancak Balkan Savaşı ile birlikte "öncelikler" de değişmiş, milliyetçiliğin hızlı yükselişi ile birlikte sosyal hizmetleri içeren hayır kurumları, dernekler, gönüllü faaliyetler yerini yurt savunmasının temel öğe olduğu kurum ve faaliyetlere bırakmıştır.

Özbek kitabında işte tüm bunları oldukça açık ve net biçimde ele alıyor. Güzel bir kitap, tavsiye ederim.
20.02.2004

“Ölümcül Kimlikler” adlı denemesinde Maalouf kimlik kavramının üzerinde durmakta, bu kavramın nasıl ölümcül bir silaha dönüşebildiğini, büyük insanlık ailesine giden yolda nasıl bir engel olabileceğine değinmektedir.

Kimliğin kişiyi kendinden başka hiç kimseye benzemez yapan şey olduğuna değinen Maalouf, bu kavramın bünyesinde farklı aidiyetleri taşıdığının altını önemle çizmektedir. Bir insan çok farklı aidiyetlere sahip olabilir, çoğunlukla sahiptir de... İşte kimlik bu aidiyetlerin toplamından oluşur. Ancak bu belirli bir hiyerarşiyi içeren, basit bir matematik toplam değildir. Tek ve baskın bir aidiyet olduğunu savunmak doğru bir tutum değildir. Çünkü bu tutum beraberinde “biz” ve “ötekiler” anlayışını getirir. Böylesi bir ayrımlaşmanın çatışmaya dönüşmesi hiç de ihmal edilecek bir olasılık değildir. Kendi insanlarının (yani “biz”in) hayatta kalması için eylemde bulunma, insanın içinde kalan gizli “Mr Hyde”ı uyandırır. Kişiyi katliamcılığa kadar götürebilen “ölümcül kimlik” işte böyle ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde göçmenlik günden güne yaygınlaşmaktadır. Bu durum da birçok ülkede kimlik sorununu iyiden iyiye alevlendirmektedir. Kimliklerinin tehdit altında olduğu düşüncesi göçmenleri daha da içlerine kapatmakta, tek bir aidiyeti benimsemeye itmektedir. Maalouf’a göre göçmenler “kabilesel” kimliğin ilk kurbanlarıdır. Ya doğduğu ülkeye ya da onu kabul eden ülkeye ihanet ikileminde bırakılmaktadırlar. Göçmenlerin kimlik gerilimleri başka alanlarda olduğundan çok daha ölümcül sapmalara yol açabilmektedir. Oysa bir göçmen kendi kültürünün saygı gördüğüne ne kadar hissederse, geldiği ülke kültürüne de o kadar açılacaktır. Burada karşılıklılık ilkesinin önemi bir kere daha göz önüne çıkmaktadır.

“Biz” ve “öteki” kavramlaştırmasının olumsuz sonuçlarından biri de dinler arasındaki çatışmalarda gözlenmektedir. Böylesi bir kavramlaştırmanın kök salmasından sonra, modernlik “öteki”nin damgasını taşıdığı durumda, farklılıklarını vurgulamak için bazı insanların gericilik simgeleriyle bayrak açması kaçınılmaz bir sonuçtur. Güncel bir örnekle, türban konusunu böyle değerlendirmek gerekir. Kendilerinin dışlandığı duygusunu kapılan göçmenler, türban simgesinin ardından kendi “kültürlerini”, ezilmişliklerini ifade etmek istemekte, bu konudaki eleştirilere tamamen kapalı olmaktadır.

Maalouf kitabında “zamanın havası” kavramından da söz etmektedir. Bu kavramla Maalouf, kişinin kimliğini oluşturan aidiyetlerinin önem sıralamasının zaman içerisinde farklılaşabileceğini ifade etmek istemektedir. Örneğin Rusya’daki Yahudi proleter, yakın bir geleceğe kadar sınıfsal aidiyetini ön planda tutarken, son dönemde dini aidiyetini kendisine temel almaktadır. Bundan yıllar sonra ne olacağını ise yine zamanın havası belirleyecektir.

Buradan Maalouf “dünyalılaşma” kavramına geçmektedir.Ona göre dünyalılaşma herkes için zenginleştirici müthiş bir karışımdır. Küreselleşmeyle birlikte içine girilen süreç dünyalılaşmanın kapılarını ardına kadar açmaktadır. Ancak bu sürece “Amerikanlaştırma” yaftasının yapıştırılması, kuşkucu bir davranış içerisine girilmesi, dünyalılaşmaya karşı bir direnç geliştirilmesine neden olmaktadır. “Karşılıklılık” ilkesi burada da önem kazanmaktadır. Herkesin kendi öz kültürünün bazı unsurlarının bütün insanlığın ortak mirasına dahil olduğundan emin olması gerekmektedir.

Panter ile kimlik arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Maalouf bunun yanıtını kitapta vermektedir. Nasıl ki bir panter eziyet edildiğinde veya serbest bırakıldığında karşısındakini öldürürse, kimlik için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Kimliği “ölümcül” yapan da bu benzerliktir zaten.

Sonuç olarak, tek ve evrensel bir insanlık ailesine ulaşılmak isteniyorsa eğer, kimliğin çeşitli aidiyetlerin toplamı gibi algılamak gerekmektedir. Avrupa Birliği deneyimi bu açıdan önemlidir. Ve Maalouf şu görüşü dile getirmektedir: Öyle olmalı ki, kimse kendini doğmakta olan uygarlıktan dışlanmış hissetmesin, herkes orada kimlik dilini ve öz kültürüne ait bazı simgeleri bulabilsin, orada herkes kendini, etrafını kuşatan dünyanın içinden yükseldiğini gördüğü şeyle özdeşleştirebilsin. Düş değil. Yeter ki kimlik sorunu çözülebilsin...