Öncelikle Eco'nun bu kitabını da Foucault Sarkacı'nı da baştan sona okudum. Eco bir ortaçağ uzmanı ve kitaplarında ortaçağ Avrupasını anlatıyor. Gülün Adı'nda da böyle. Ortaçağ Avrupa felsefesini, kilisenin düşünce tarzını, Hristiyan tarikatlarını, mezheplerini bunlar arasında ki ayrılıkları mücadeleleri anlatıyor. Bunu yaparken de kurguladığı bir olayın etrafında anlatıyor anlatmak istediklerini... Gülün Adı'nda bu olaylar manastırda işlenen cinayetler oluyor...Foucault Sarkacı'nda bir doktora öğrencisinin maceraları oluyor...ve Eco çok başarılı işler çıkarmış bu iki kitabında da... iyi güzel de anlamadığım şey Türk okuyucusu (eğer bir ortaçağ Avrupası araştırmacısı değilse veya özel bir merak yoksa) bu kitaplarda ne buluyor? Evet kitaplar iyi yazılmış ve kurgulanmış ama bana ne? Bana ne Ortaçağ daki Kilise- İmparator kavgasından, sapkın Hristiyan mezheplerinden, mensuplarının yakılışından, kilise ve manastırdaki gravürlerin ve figürlerin detaylarından bana ne? Bütün bu beyin fırtınaları, latince kavramlar bana hitap etmiyor. Ben kendimden birşey bulamadım. Kilisenin skolastik düşünce tarzını bir kez daha görmüş oldum o kadar. Bence bu kitap da Foucalt Sarkacı gibi bize hitap etmiyor, bizim dünyamızdan birşey yok. Okuyabilirsiniz okumayın demiyorum ancak bize daha çok şey kazandıracakken neden bizim için anlamlı olan kendi dünyamızın eserlerine de bu ilgiyi göstermiyoruz? Yoksa bir kitabın okunması için Avrupa'da ve Amerika'da "bestsell" olması yeterli mi görülüyor? Ayrıca çevirmene de burdan sesleniyorum; us yerine akıl demek; tinsel yerine ruhsal, manevi demek çok mu zor oluyor? Hem erk, imgelem, tapınç nedir Allah aşkına...