yazar nobel ödüllüymüş.bu da en önemli romanı.birçok kişi “ hadi canım sende “diyordur eminim.
Bu romanda parçalanan bir aile var.herkesin başında da bir bela.
.”Yahu şunu doğru düzgün yazsana be adam,amma kafa karıştıyorsun.Anlattığın da ne ki sanki?” sorusunu kim bilir kaç kişi sormuştur yazara?
diyelim romanın konusunu anlamaya başladınız kitabın ortalarına doğru.bu sefer size keyif verecek garantisini de veremem.Modern şairlerin üstü kapalı ifadelerini seven,ne demek istiyor deyip bir şiiri tekrar tekrar okuyan kişilerin çoğu, bu romanı eninde sonunda az çok beğenecekler gibi geliyor bana.ama normal bir okur , bu romana katlanamaz herhalde.
ve hiçbir okurun yazara ve romana ısındığını sanmıyorum.
İlk bölüm 100 sayfa kadar.”zihinsel özürlünün aklından geçenler kağıda ancak bu kadar aktarılır” demek istiyor yazar bize belki de. Yer yer yarı anlaşılır yarı anlaşılmaz,kimine hoş,kimine boş gelen cümleler istemediğiniz kadar.(Aklıma nedense t.s.eliot’un şiirleri geldi.)bu bölümde yoğun bir sis var.
(demek kurt dumanlı havayı sever)
İkinci bölümü üniversiteye giden oğul anlatıyor.burada da karmaşık bir anlatım var ama ilk bölümdekinden daha az.”içinde kimseyle paylaşamayacağı yoğun duygular taşıyan bir gençten , kendisini anlaşılır cümlelerle ifade etmesini nasıl beklersiniz ki” mi demek istiyor bize yazar bu bölümde. sis yavaş yavaş dağılmaya başlıyor ama.
bundan sonra –yani kitabın yarısını geçince- yazar anlaşılır bir dil kullanmaya başlıyor artık.
Üçüncü bölümü üçüncü oğul anlatıyor. Neredeyse dünyadan elini eteğini çekmiş anasına, kendisini kuzu gibi gösteren kurt demiyelim de hayata tutunmaya çalışan bir i…..
Artık sis kalktı.
Dikbaşlılığı marifet sayan ahlaksız kızlar,elinden bir şey gelmeyen bir ana,alkolik bir baba, artık ailenin bir parçası olmuş zenci hizmetçiler,maddi sıkıntılar…of ki of…( bu kişilere ait özellikleri şimdi söylediğime dua edin.yoksa bu özelliklerini kimbilir hangi sayfada , belli belirsiz söylendiğine şaşarsınız.yazar bu gıcıklığı niye yapar,anlamam?)
bir de yazarın ,olaylar karşısındaki duygusuzluğu mu desem tarafsızlığı mı desem okuyucuda bir hissizlik uyandırıyor.romandaki kişilerin dertleriyle dertlenemiyorsunuz, ağlanacak hallerine ağlayamıyorsunuz.taş kesiliyorsunuz.heykel gibi..ama üstünüzde bir ağırlık,bir sıkıntı,sormayın gitsin.nasıl bir anlatım tarzıysa artık kalben,fikren romandan uzaklaşıyorsunuz.yine de romanın lanet havası,kokusu belli bir süre üstünüze bulaşıyor.
Rahatsız oluyorsunuz.
Mantığınız ,meraktan başka herşeye benzeyen o uyuklayan merakınızı son bir gayretle dürtüklüyor :
“şşşşt,kendine gel,sona yaklaştık , ne olacak dur bakalım”
Dördüncü bölümü yazar anlatıyor.
Kısa bir süre sonra da bitiyor.oh be,kurtuldum,diyorsunuz.üstünüzde acaip bir tatsızlık…
Son bir şey söyleyim :
Türkiye’de bir yazar böyle bir roman yazsaydı,ömrü boyunca yayınlatacak bir yayıncı bulamazdı herhalde.sebebini öğrenmeye gitse alacağı cevap aşağı yukarı şöyle bir şey olurdu :
Önce eski usta yazarları bol bol oku,hikaye anlatmasını ,yazmasını öğren…!
Ne tuhaf di mi? Ama orada bir yazar buna benzer bir düzine roman yazıyor.ve koskoca nobeli alıyor.(diğer roman yorumlarına da bakarak söylüyorum