Maalouf bu kitabında, savaş başlangıcıyla ayrıldığı ülkesi Lübnan´a, gençlik arkadaşı Murad´ın ölümü üzerine gelen Adam´ın hikayesini anlatıyor. Bu ziyaretinde, her biri başka ülkelere ve başka yönlere savrulmuş arkadaşlarını biraraya getirmeye çalışacak, ülkesinin tarihi, talihsiz kaderi ve kendi tercihleri ile de hesaplaşacaktır.
Lübnan´ın insanı şaşırtan bir ülke olduğunu düşünürüm hep... Geçmiş uygarlıkların beşiği, şimdilerde ise radikal Sünni ve Şii akımların yuvası bu ülkenin çok yakın geçmişte çok uluslu, çok dinli ve çok inançlı olan yapısını bu kadar hızlı kaybetmiş olması hep içimi ürpertir.
Maalouf romanına, Lübnan merkezinde Doğu Akdeniz´in bu kozmopolit atmosferini baz almış. Romanın merkezi ise Adam´ın hayatından çeyrek yüzyıl önce geçmiş eski dostların biraraya gelişiÿ; ancak bu kısım gereksiz uzun, tekrarları ile bıktırıcı ve üslubu ile yavan kalmışÿ; karakterlerde hedeflenen derinleşme bir türlü yakalanamamış. Araya serpiştirilmiş bir de sürreal aşk hikayesi var ki başka bir romanın konusu olabilir ve derinlemesine işlenebilirdi, ama burada yüzeysel ve naif kalmış. Sonunda da birkaç sayfada tamamlanan hızlı bir son öngörülmüş; ki bu yazarın da artık bu karmaşadan sıkıldığı ve bir an önce bitsin diye uğraştığı izlenimini veriyor. Otobiyografik ögeleri de yoğun olarak içerdiğini düşündüğüm romanı bu nedenlerle sevemedim. Bu önemli kalemlerin yıllar geçtikçe basite kaçmalarından hoşlanmıyorum; ilk dönemlerindeki kadar ince eleyip sık dokuyamayabilir, uzun çalışma süreleri ile kendilerini harap etmeyebilirler ama en azından tecrübenin getireceği zenginlik ile bu özensizliği dengelemeleri gerekir..