'Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı? İstanbul'u anlattığı ve bu mücevher kentin ırzına geçmekle yetinip asla 'ruhuna sahip olamayacak' zorbaların hiç bilmeyeceği, anlamayacağı ve zaten merak da etmediği değerini, perde inmiş gözümüze, körelmiş belleğimize sokan bir kitap. İnsanların yalnız benliklerini, kentlerini değil, dillerini bile unuttuğu bir soysuzluk girdabında, bir güzel Türkçe ziyafeti, bir iç müzik, sessiz bir hatıralar senfonisi.
Alageyik Sokağı, bir liman, evet. Uğradığı tüm ihanetlere ve soysuzlaşma sürecine rağmen; her dönüşte bir palamarımız daha açıkta kalsa, demirimiz tarasa, hatta artık demir bile atamasak da, uzaktan bile olsa uğramadan, görmeden yapamadığımız, çürümüş kokularını bile içimize çekmeden yaşayamadığımız, ana liman: Her şeye rağmen bile, bile, bile... İstanbul.
Kitabı okurken yazara gıpta ettim. Neler anımsamıyor ki? Benim unuttuğum tüm ayrıntıları, her şeyi saklamış, bir bir çıkarıyor zulasından.