"Kıştan sonra, her zaman ilkbahar gelir."
C. P. Estes, İsviçre Zürih’teki “Uluslararası Analitik Psikoloji Kurumu” tarafından ‘Jungcu Psikanalist Diplomatı’ seçilen bir psikanalist olmasının yanı sıra hem bir “cantadora” (öyküleri toplayan kişi) hem de bir şairdir. Tüm bunların yan sıra iyi bir okuyucu, alanında doktoralı bir araştırmacı ve özel olarak hasta tedavisi yapan bir psikanalist olduğunu da ekleyelim. Dolayısıyla incelemeye tabi tuttuğumuz bu kitap sıradan yahut popülist bir kaygı ile yazılıp; feminist kitleyi hedef alan ucuz bir kitap olmaktan çok ama çok uzaktır. Kitap, teknik sınırlılıklar haricinde, son derece bilimsel (20 yıl süren) bir çalışmanın tezahürüdür. Naçizane yorumumu yalnızca meraklı bir okurun kişisel tecrübesi olarak değerlendirmenizi rica ederim.
Daha önce “Deli Dumrul” ile alakalı benzer (yalnızca metot olarak) bir çalışmanın varlığından haberdar olmama karşın kitabın ismi, konusu ve iddiası kitabı okumak istememe neden olan en büyük etken oldu. Yazın dünyamızda (telif yahut çeviri) benzer bir çalışmanın olmadığını ya da çok çok az olduğunu da düşünürsek kitabın önemini daha iyi idrak edebiliriz sanıyorum.
“Kendini had safhada yavan, yorgun, kırılgan, çökkün, kafası karışık, suskun, dizginlenmiş, heyecansız hissetmek. Kendini korkmuş, aksak ya da zayıf, esinsiz, cansız, ruhsuz, anlamsız, utangaç, sürekli kızgın, hafif meşrep, sıkışıp kalmış, yaratıcılıktan uzak, bastırılmış, aklını yitirmiş, güçsüz, çekingen, uyuşuk, döngülere hapsolmuş hissetmek…” (s. 24-5). Yazarın, kadının içerisinde bulunduğu durumu anlatırken kullandığı ifadeler, gerçekten, çok sarsıcı. Satırları okurken hayatın içerisinde karşılaştığımız birçok olay netlik kazanmaya başlıyor ve ister istemez empati kurmaya başlayıp; gördüğünüz ancak üzerine çok fazla düşünmediğiniz şeyleri düşünmeye başlıyorsunuz. Her insan ayrı yaratılışta olsa dahi ortak nokta ruhtur (s. 28). Kadın, aslında vahşidir (bu ifade olumsuz anlamıyla düşünülmemeli, yukarıdaki anlatıya karşı geliştirildiği unutulmamalıdır) fakat zaman içerisinde tahakküm altına alınmış, baskılanmıştır. İşte kitabın bize özellikle değinmeye çalıştığı ve belki de ortaya çıkartıp farkındalık sağlamaya hevesli olduğu şey tam olarak budur. Bu farkındalık giriş metninden sonra hikayeler aracılığı ile sağlanmaya çalışılmıştır. Kitabın içerisinde onlarca farklı öykü olmakla beraber öykülerin sonunda öyküye dair çözümlemeler sunulmuştur. Yazar bu çözümlemeleri yaparken; “Olayları gereğinden fazla entelektüel bir zemine oturtmak, kadınların içgüdüsel doğasına ait örüntüleri gizleyebilir” (s. 39) fikrinden hareketle son derece rahat okunabilir bir metin ortaya çıkarmayı başarmıştır. Burada her öyküyü ayrı ayrı yorumlamak, ne yazık ki, teknik olarak mümkün değildir.
Kitabı, herkese şiddetle tavsiye ediyorum ancak özellikle “erkeklerin” okuması gerektiğini söyleyebilirim. Kadınlar, kitabı okurken -muhtemelen- içinde yaşadıkları hayatın (belki de esaretin) kağıda dökülmüş haliyle karşılaşacak fakat erkekler neredeyse tamamen habersiz oldukları (ve belki de nedeni oldukları) bir dünyaya giriş yapacak, empati kuracak ve yine belki de (eğer gerekliyse ve yapabiliyorsa) kendine çeki düzen verecektir. Kitabın çevirisini orijinal dili ile karşılaştırmadığım için değerlendirme şansım bulunmuyor ancak yine de kullanılan Türkçenin anlaşılabilir ve rahat bir okuma sunduğunu söyleyebilirim. Kitabı bir roman gibi hızlıca okumaya çalışmanızı tavsiye etmem. Yavaş yavaş, bölüm bölüm okumak çok daha mantıklı bir tercih olacaktır. Teknik boyuta gelecek olursak (ki bu bölüm aslında uzmanlık gerektireceğinden yapacağım yorumları, yukarıda da belirtmiş olduğum üzere, meraklı bir okurun söylemleri olarak değerlendirmenizi rica ederim) öykülerin ilk kez bu kadar anlamlı bir şekilde kullanıldığını, hatta halk biliminin ve yapılan çalışmaların (Türkiye’de bu çalışmalar daha çok -zaman zaman sadece- yöresel öykü toplama gibi bilim dışı bir şekilde cereyan ettiğinden) bekası için önemli olduğu kanaatindeyim. C. P Estes’in yaptığı gibi diğer bilimler yahut disiplinler de toplanan bu öyküleri bu şekilde işleyebilir, kullanabilir yahut değerlendirebilirse halk bilimcilerin yukarıda belirtmiş olduğum toplayıcılığı anlaşılabilir ve meşru olacaktır. Elbette konu eğer bilim ise bu öykülerin, doğası gereği, birçok problemi (ne kadarı günümüze kadar ulaştı, ne kadar değişime uğradı vb) beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla yapılan değerlendirmelerin doğruluğu “elimize ulaştığı” kadar ile sınırlı kalmak durumundadır. Neticede bilim “veri” ile ilerlediğinden ve elimizde de veri olduğundan yalnızca sınırlılıklara değinmek yeterli olmuştur sanıyorum. Tüm bunların haricinde, yaptığım tüm yorumların -ister istemez- bir erkeğin bakış açısı ile yazılmış olduğunu da itiraf etmek lazım gelir. Dolayısıyla bir hanımefendinin de kitap hakkındaki, görece hacimli, yorumlarını yine bu mecrada okumak isteriz. Son olarak kitabın çevirmeni Hakan Atalay’a, Ayrıntı Yayınları’na ve kitapyurdu’na teşekkürlerimi iletmek isterim.
Herkese sağlıklı, bol kitaplı günler!