Dünyanın En Tehlikeli Kitabı & Roma İmparatorluğu’ndan Nazi Almanyası’na Tacitus’un Germania’sı
Naçizane yorumumu paylaşmadan önce birkaç konu hakkında hatırlatma yapmak niyetindeyim. Öncelikle eserin Yunan-Roma tarihi ile Klasik Filoloji alanında çalışan önemli bir bilim insanı tarafından hazırlandığını söyleyebilirim. Dolayısıyla okuyacağınız satırlar fikir özgürlüğü kapsamında yazılmamıştır. Öte yandan belirtmem gereken bir diğer husus ise, kitabın yalnızca kendi ilgi alanıma giren kısımlarını yorumlamanın hem okuyucuyu çok yormayacağını hem de kitap hakkında fikir sahibi edebileceği kanaatindeyim. Zira kitap yaklaşık olarak 250 sayfadan müteşekkil rafine bir çalışmadır. Bu nedenle bilgi birikimimin fazlasıyla yetersiz olabileceği bölümlerde yorum yapmayı (daha önceki incelemelerimde de belirtmiş olduğum üzere) sağlıklı bulmuyorum. Umarım faydalı olur!
Kısaca yazarı tanıyacak olursak: Stanford Üniversitesi, Klasik Filoloji bölümünde görev yapan akademisyenin başlıca araştırma alanları, Yunan ve Roma Tarihyazımı, Latin Sözlükbilimi, Antik Dönem Kültürel ve Entelektüel Tarihi olarak sıralanabilir. Berlin, Kiel ve Oxford’da Klasik Filoloji ve Felsefe eğitimi almıştır. 2004’te Harvard'a yardımcı doçent olarak atanmadan önce Oxford Üniversitesi’nde öğretim görevlisiydi. Harvard'daki görevinin yanında 2007'de Paris'te École Normale Supérieure'de misafir öğretim görevlisi olarak çalıştı. 2008/09'da Münih'teki Thesaurus Linguae Latinae sözlüğünün APA üyesiydi. 2009'da Harvard Üniversitesi Klasik Filoloji bölümüne, sonrasında da 2012'de Stanford Üniversitesi’nde yine aynı bölüme doçent olarak atandı. Şu anda da hâlen Stanford Üniversitesi’ndeki görevine ve çalışmalarına devam etmektedir (çalışmaları ile alakalı daha kapsamlı bilgi için kitapyurdu’nun yazar için oluşturmuş olduğu kısa biyografiye bakılabilir ki bu kısa özet oradan alınmıştır).
Kitap sekiz ana bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler ve daha fazlasına “İç Sayfalara Gözat” sekmesi aracılığıyla ulaşılabilir. Kitap Tacitus’un elyazmaları ve bu elyazmalarının peşine düşen meşhur SS ileri geleni Himmler ile başlıyor. Akabinde elyazmasının ve edisyon sürecinin kısa bir tarihçesine değiniliyor. Yazarın klasik filoloji temeli bu bölümleri oldukça faydalı bir hale getirmiş olacak ki heyecanlı bir biçimde bu serüveni okumak mümkün oluyor. Öte yandan kitabın asıl gündemi olan Tacitus’un Germania’sı ile muhtevasına, Nazilerin bu kitap ile ilgilenmelerinin altında yatan fikirlere kitabın ilerleyen sayfalarında rastlamak mümkün oluyor. Yazar Tacitus’un eserini Latince kaleme aldığı dönemlerde “Germanen” kavramı ile günümüzdeki “Germenleri/Almanları” kastetmediğini, bu kavramın (muhtemelen) “Caesar’ın izinden giden Romalılar için kuzeydeki halkları” (s.14) çağrıştırdığını ifade etmektedir. Yazarın da ifade etmiş olduğu üzere Germenleri (belki de Antik Çağ’ın tüm halklarını aynı şekilde değerlendirmek gerekebilir) homojenize etmek mümkün değildir. Dolayısıyla modern bir kullanım olan Germen/Alman milliyet kavramlarını Caesar’ın yahut Tacitus’un bahsettiği Germanen’ler ile eşitlemek teknik olarak mümkün değildir. Benzer bir kavramsallaştırma sorunu “Hunlar” içinde vardır. Zira edebiyatın bize çoğu zaman “Hun” genellemesi altında sunduğu etnonimlerin her zaman Hunlara isabet etmediği görülür. (Asya Hunları – Avrupa Hunları meselesine de bu bağlamda değinilebilirdi ancak konuyu uzatmamak adına es geçiyorum. Yalnızca Hunlardan kastımın yanlış bir tanımlama olmasına karşın “Avrupa Hunları” olduğunu hatırlatmalıyım.) Her ne kadar Hunların yayıldığı coğrafya bulanık bir yapı arz etse de, kabataslak bir biçimde Borusthenēs‘den (Dinyeper) Gallia’ya kadar ki geniş bir coğrafyada Romalılar tarafından Hun adı altında anılan birilerinin olduğu bir gerçekliktir. Ancak bölgede Gotlar, Alanlar ve diğerleri de vardır. Şayet bu topluluklar buharlaşmadıysa Hun adı altında yer yer anılmışlardır ki, Hun şemsiyesi üstlerinden kalkıktan sonra bile yer yer bu kavram (Hun) ile anılmaya devam etmişlerdir. Krebs’in bahsettiği şeyde tam olarak budur. Peki, “Germanen” kavramı ile anılanların ne kadarı bugünkü Almanların atasıdır? Her ne kadar ilgili kavram, bugün aşağı yukarı aynı sembollerle yahut kavramlarla ifade ediliyor olsa da (German), yüklenen anlamlar değişebilmekte ve sapkın ideolojiler tarafından manipüle edilebilmektedir.
Yukarıdaki kavramsallaştırma sorunu ilk kez Krebs tarafından ortaya atılmış bir konu da değildir. H. Wolfram (History of the Goths), W. Liebeschuetz (East and West in Late Antiquity: Invasion, Settlement, Ethnogenesis and Conflicts of Religion) ve W. Pohl’un (Migration, Ethnic Groups and State Bulding) ilgili kitaplarında ve çalışmalarında birkaç on yıl öncesinde de rastlamak mümkündür. Ancak tüm bu yazarlar, ilgili kavramsallaştırma sorununa değinmekle yani tespit etmekle beraber herhangi bir öneride bulunmamışlardır. Bu tespitlerin neredeyse tamamı sezgisel bir biçimde yapılmış olup, herhangi bir metodolojiye de tabi değildir.
Sonuç olarak, her ne kadar batıda çok yeni bir tartışma konusu olmamasına karşın Türkçede benzerine rastlamadığım bir konuyu ele alması bakımından oldukça mühim bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Yukarıda da kısaca değinmiş olduğum üzere yanlış kavramsallaştırmaların modern bilim çevrelerinde hâlâ daha yer aldığını ifade edelim. Belki de bu tip çalışmaların dil çalışmaları ile (semiotic vb. gibi) harmanlanması ilgili konularda çeşitli kazanımlar sağlayabilir. Kitabın kapağını, mizanpajını ve cildini oldukça beğendim. Böylesine faydalı bir kitabı dilimize kazandırdıkları için Runik Kitap’a, çevirmen Bağış Alper Kovan’a ve bizi bu harika kitap ile buluşturan kitapyurdu’na çok teşekkür ederiz.
Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!