Buket Uzuner´in Kumral Ada Mavi Tuna ve Gelibolu Uzun Beyaz Bulut kitaplarını okumasam; kitabın acemi bir yazar tarafından yazıldığını düşünürdüm. Yeni olarak söylediği hemen hiçbir şey yok. Aksine bütün karakterleri sanki önce bir şablona oturttmuş, ardında da sanki bunlar için ne gibi orta-karar şeyler yazabilirim diye düşünmüs olmalı gibi geldi bana. "Türbanım, özgürlüğümdür", " Benim adım İstanbul" gibi çokca kullanılan ibareleri de harmanlayıp yeniden önümüze koymaktan çekinmemiş. Özellikle beni en çok üzen ve saşırtan da, örneğin; Belgin´in (diplomat kızı, Bebek´te dadılarla büyümüş), Ayhan´ın (Adana´dan İstanbul´a göç etmiş Kürt asıllı heykeltraş ustası), Kete´nin (Belgin´in dadısı), Amerikali turistlerin, Yannis Seferis´in (Kurtuluş´da büyümüş, Boğaziçinde ögretim görevlisi Yunan asıllı bir İstanbullunun), havaalanındaki temizlikçi kadının aynı -kabaca sayılabilecek- argo dili kullanmaları oldu. Kitabın sonuna kadar yazar ne zaman bu "be" yi bırakıp, çizdiği profillere uygun bir üslupla konuşmaya geçicek diye umutsuzca okudum. Kahramanların birebir benzeyen üslublarıyla karakterlerin inandırıcılıkları da böylece yok olup gidiyor. Birde İstanbulluları anlatıcam diye mutfakta ne varsa kullanması da, ayrı bir sevimsizlik katmış hikayeye. Herşeyi işlemek istemiş sanki yazar. Eşcinsellerden, gayrimüslümlere, Anadolu´dan göçenlerden, türbanlılara, Kürt meselesinden, burjuvazi sınıfına kadar herşeyi..Kitap, yer yer çok çocukca gelen önermelerle de bütünleşince; sanki yeteri kadar iyi bir gözlemin ürünü olarak yazılmamış gibi geldi bana. Yazarın olayı karakterler üzerinden değil de, olaylar üzerinden karakterlere yön verdiğinde çok daha başarılı olduğu hissi doğdu içime. Ama yine de bütün iyi niyetimle İstanbullular´ı bir iş kazası olarak değerlendiriyorum ve en kısa zamanda Buket Uzuner´i eski üslubuna kavuşmuş, o buram buram nostalji kokan, lezzetli üslubuna kavuşmuş görmek istiyorum.