Onaylı Yorumlar

Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
13 Haziran 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Mediciler'in yüzyıllarca süren iktidar savaşı...
1400'lü yıllardan başlayıp 1730'lu yıllara kadar süren Medici Hanedanının iktidar olma ve iktidarda kalma çabaları anlatılıyor kitapta.

1402'de açılan ilk banka şubesiyle çıkılan yol yüzyıllarca sürecek bir başarı hikayesine dönüşüyor.

Yazar kitapta Medicilerin nesiller boyunca hep aynı sistem ve düşünce tarzıyla hareket ettiklerini, iktidara giden yolda dost edinmeleri gereken kişilerle iyi ilişkiler kurup evlilik bağı gibi bağlarla ve bankaları aracılığıyla kredi temini gibi yöntemlerle kendilerine bağlarken düşman veya rakip olarak gördükleri kişileri de papaya kadar varan ilişkilerini ve ticari zekalarını kullanarak nasıl alt ettiklerini anlatıyor.

1400-1434,1434-1464,1464-1469,1469-1492,1492-1537,1537-1737 yılları arasında kalan dönemler halinde Medicilerin yükselişi, duraklaması ve tarihten silinmesini dönemin Floransa, İtalya, Fransa gibi yakın çevre devletleri hakkında da bilgiler vererek açıklıyor yazar.

Umduğum gibi Medicilerin sanata olan ilgisi ve dönemin ünlü ve önemli sanatçılarına yaptıkları hamilikten çok bahsedilmese de ailenin sanat eserleri ve özellikle şapel gibi dini yapıların yapılması için ciddi maddi destek vererek halkın gözünde nasıl yükseldikleri de var kitapta.

Kitap genel olarak ailenin siyasi çabalarını dönemin siyasi figürlerini ve siyasi yönetim sistemlerini çok detaylı anlatarak açıklıyor.

Papalığa kadar çıkan Medici Hanedanı'nın hikayesini merak edenler için faydalı bir kaynak.

"Sadece (yüksek faizli!) kredileriyle savaşın maliyetinin dörtte birinden fazlasını karşılayan ve böylece cumhuriyetin finansörleri haline gelen Mediciler, çok dolaylı da olsa savaştan kazançlı çıkmayı başardılar." (s:39)
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
30 Mayıs 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Bir Toplumsal Eleştiri Ve Farkındalık Metni...
Kıymetli okurlara, kitap değerlendirmesini sunmadan önce, kitabın yazarını tanıtmayı faydalı buluyorum. Francesco Filippi, 1981 yılında İtalya’da doğdu. Filippi, ele aldığı çalışmalarında bilhassa geçmişle ilgili ilişkilerin yalnızca akademik değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele olduğunu savunan bir yazardır. Geçmiş ilişkilerin analizi ve toplumsal bellek çerçevesinde, özellikle XX. yüzyıl dünyasının İtalya ve Avrupa’sına ilişkin çalışmalara yönelmiştir. Ayrıca, tarihin ideolojik manipülasyonlarda kullanılmasına da karşı bir tutum sergilemektedir. Yazar, modern toplumun totaliter rejimlere dair hafızasında oluşan puslu nostaljik atmosferi dağıtmaya çalışıyor. Mussolini’ye dair pozitif söylemler, sadece tarihsel bir yanılgı değil, günümüz politikalarında otoriterliğe verilen bilinçli ya da bilinçsiz desteğin önemli bir işaretidir.

Filippi, eserinde Mussolini dönemine dair sıkça bahsi geçen “iyi” şeylerin, mesela trenlerin zamanında çalışması, emeklilik sisteminin getirilmesi, altyapı yatırımları aslında nasıl bir propaganda ürünü olduğunu, ya da bu “iyiliklerin” bedelinin ne olduğunu açıklamayı hedefliyor. Örneğin, trenlerin “zamanında” işlemesinin otoriter bir rejim tarafından nasıl sağlandığı ve bu görüntünün ardındaki gerçekler titizlikle açıklanıyor. Bu nedenle faşist rejimlere dair yaygın yanlış anlamaları ve mitleri çürütmeyi amaçlayan önemli bir eserdir. Filippi’nin yazı dili açık ve akıcı. Kitap akademik bir titizliğe sahip olsa da geniş okuyucu kitlesine hitap edecek kadar erişilebilir bir seviyede olduğunu hissettiriyor. Yazarın okurla doğrudan diyalog kurması, sıkça karşılaşılan yanlış kanılara doğrudan cevap vermesi, adeta bir tartışma zemininde bir okuma konforu sunuyor.

Bu eser, sadece Mussolini dönemini değil, günümüze de benzer şekilde yansıyan “tarihi aklama” girişimlerini de hatırlamaya sevk ediyor. Kitap, tarihsel amnezinin sadece geçmişi unutmak değil, geleceğe dair düşünce biçimlerini de çarpıtabileceği ihtimalini güçlü biçimde ortaya koyuyor. “Ama Mussolini İyi Şeyler De Yaptı” yalnızca bir tarih kitabı çerçevesinde değil; aynı zamanda bir toplumsal eleştiri ve farkındalık metni olarak değerlendirmek gerekiyor. Faşizmi “iyi ile” yıkamak isteyen tutumlara karşı tarihsel gerçekliği savunan, kaynaklara dayanan ve ideolojik buğuyu dağıtmanın başarılı bir örneğidir. Okuyucuların, günümüzün politik iklimini de göz önünde bulundurarak, tarihsel sorumluluk bilinciyle yaklaşması gereken değerli bir eser. İncelemeyi bahane ile, bu değerli eseri dilimize kazandırarak okuma keyfini bizden esirgemeyen değerli Burak Yazıcı’ya teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunuyorum. Bir teşekkür ve tebrik de eseri yayınlama ve bizlere ulaştırma yükünü omuzlayan Runik Kitap ekibine en iyi dileklerle, daha nice kaliteli yayınlara…
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
29 Mayıs 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
korkma o zaman...
Murat Uyurkulak demiş ya işte karnavalda katliam çıkması gibi bu kitap diye, öyle değil. Bu kitap karnavalın ta kendisi.

Murat Menteş'in söyleşilerini kıyısından köşesinden dinledim. Söylediği bir şey var, tamamen katılıyorum. Oyunlar oynamak lazım, bilerek ve isteyerek. Oulipovari. Uzun zamandır Perec'ten, Yaşam Kullanma Kılavuzu'ndan etkilenip etkilenmediğini düşünürdüm Menteş'in, bu romanda Perec Amca'ya rastlayarak doğruladım kendimi. Aynı şekilde reklam dünyasında yıllarca çalışıp en sonunda yeter diyerek sektörden ayrılan ve güzel güzel şeyler yazıp aklımızı alan Frédéric Beigbeder'den de bahsedebiliriz. Menteş için karnaval yaratıcısı diyebiliriz bu konuda; Beigbeder'nin reklam dünyasına giydirmeleri, ki Palahniuk da buna dahil, Perec'in yapboz parçaları olan hikâyecikleri ve insanları, Tarantino'nun Tarantinoluğu ve adı geçen geçmeyen bir sürü şey. Kolaj, postiş, ne derseniz deyin, bir yerlerde Murat Menteş de mevcut, bütün ağırlığıyla. Güldüğü şeylere başka insanların da gülmesini sevdiğini söylüyordu bir yerde. Ben gülüyorum, biri yumruk yedikten sonra, "Buna bayıldı" gibi bir cümle vardı. Güldüm, sonra akışa kaptırdım kendimi. Okuduktan sonra nasıl bir tat kalıyor biliyor musunuz, uzun bir yolculukta verilen molalardan birinde yenen lezzetli bir yiyeceğin yola tekrar çıkınca unutulmuş tadı. Çok hızlı, belki de bu yüzden Murat Menteş'in romanlarının kısmen unutulma eşiği daha düşük. Yani Dublörün Dilemması'nda Baudrillard'ı unutmadık, meyve suyu hadisesini unutmadık ama bunlar oyun olmalarıyla yer etti. Edebiyatın ne olduğunu tartışmak gibi bir niyetim yok, çağın isteklerine de olabildiğince kulak tıkamak istiyorum. Sadece şunu söyleyeceğim; Murat Menteş'in romanında insana dair bir şeyler varsa da hız yüzünden flulaşıyor. Kaos, reklamlar, hız... Bunların arasında biz ne kadar varız, ya da ne kadar var olmak istiyoruz, okur ne kadar var olmak istiyor, ya da karakterler ne kadar var olmak istiyor, sıkıntı burada. Ruhi Mücerret elimde, onu da okuyacağım kısa bir zamanda, umarım Menteş o romanda farklı bir şeyler denemiştir diye düşünüyorum, zira tüm insanların bu keşmekeşi yaşıyor olması mümkün değil. Günümüzün edebiyatı bir şey istemiyor, verileni alıyor sadece.

Murat Menteş hiç durmadan alıntılar yapıp derdini anlatmaya devam ediyor, bu dertlere de katılıp katılmayabilirsiniz. Diyeceğim; yazar ne söylerse söylesin, okur nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, doğum günü pastasının içine konmuş bomba gibi bir kitap bu.

Roman içinde roman, ya da gerçek içinde roman, ya da tam tersi. Hayati Tehlike'yle Şebnem Şibumi tanışırken Şibumi kendini Dilara Dilemma diye tanıtıyor, Tehlike de bayanın çok nüktedan olduğunu, zira o romanı kendisinin de okuduğunu belirtiyor. Sonra bir de bakıyoruz, Müntekim işte liseden Nuh Tufan'ın arkadaşı, hatta Nafile Filinta olarak geçiyor. Kurgunun nerede bitip gerçeğin nerede başladığını ya da başlamadığını bulun da söyleyin bakalım.

Böyle. Birçok karakter sırayla anlatıcı rolüne bürünüyor. Üslubun dışına pek taşmamakla beraber yarattığı farklılıklar garipsetmiyor. Mesela Şibumi, tarih mezunu bir ablamız. Anlattığı gün tarihte neler olduğunu söyleyerek başlıyor lafa. Güzel bu, lakin en güzeli Hayati Tehlike'nin telekinetik evladı Gerçek Tehlike'nin anlattığı bölümler. O yaşlarda bir çocuk tam olarak öyle konuşur, birebir. Süper.

Böyle. Her karakter bir kurgu dünyasında bulunduğunu biliyormuş gibi, her birinin söyleyeceği erdemli, ağır bilgili sözleri var. Her biri küçük bir Ahmet Midhat Efendi. Her şeyi bir yana bıraktığımızda elimizde bir panayır var, okuyup keyfini çıkartalım.
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
29 Mayıs 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
yeryüzünden kovulmuşların serüveni
Steinbeck, toprak işçilerinin arasında bulunmuş, onlarla zaman geçirmiş. Bu yüzden yaşadıkları zorlukları biliyor, onların gözünden görüyor her şeyi. Yüce bir anlatıyla baş başaymış duygusu uyanıyor okurda, bunun sebebini uzun süredir doğayla kaynaşık insanların kolay anlaşılmayacak sezgilerinin başarılı aktarımında, doğadan başka bir şey bilmedikleri için her şeyin yoluna gireceğine dair -kentliye göre cahilce, toprağı tanıyanlar için bilgece- sonsuz umudun kavranışında yatıyor.

İncil'i ve Tevrat'ı mutlaka okumak lazım, Edip Cansever de böyle dermiş. İmge zenginliği ve her duygunun arketipi bu metinlerde mevcut, göçler de. Hikâyesini takip edeceğimiz ailenin parça parça dökülüp yine de dağılmaması, yolda olmanın zorunlu birleştiriciliğinden kaynaklanıyor.

Kayıpları büyüktür; aileden kopmalar başlar. Ölümler, ayrılıklar araya girse de çekirdek korunur, hedeflerine varırlar ve kendilerine yabancı olan düzenin burayı da ele geçirdiğini görürler. Sıkıntıları biliyoruz, günümüzde de aynen devam ediyor. Üç otuz paraya çalışmak için ölü gibi yaşarlar, yerlerine kolaylıkla adam bulunabileceği için işi bırakıp gidemezler. Her şey tekelin elindedir; besin maddeleri, diğer ihtiyaçlar... Yaşam pahalı, aile bağları güçlü. Gitsin gidebildiği yere kadar.

Ailenin hikâyesinin yanında sosyoekonomik bir portre de çizilir. Araba satıcıları, araçlar, mekanik gürültü, makineleşen dünya... Traktör şoförleri makineden çıkmış gibi gözüken sandviçlerden yer, çocukların lapaları yağda kızartılır, dünyayı çürüten mazot kokusu her yere siner. İnsanlar hayatta kalabilmek için diğerlerinin enerjisini çalacak hale gelmiştir, büyük buhranın ülkesinde yaşam mücadelesi, diğer insanların omzuna basarak verilir.

Yeryüzünden kovulmuşların serüveni bu, her an bir benzeri yaşanıyor ve anlatılması gerek. Steinbeck, kutsal bir kitap yazarmış gibi yazmış. İlahi bir niteliği var kitabın, hoş.
Yanıtla
3
4
Destekliyorum  2
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
06 Mayıs 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
ÇÖL TİLKİSİ’NİN YANI BAŞINDA
İkinci dünya savaşının belki de en popüler komutanı olan Erwin Rommel, Nazilere duyulan nefretten bağımsız şekilde, taraflar için her zaman ilgi çekici olmuş ve ağır kayıplar verdirdiği düşmanlarının da takdirini kazanmış bir karakter. Çarpıcı başarıları yanında ideolojik tartışmalardan uzak kalması, suikast komplocuları arasında sayılması, savaş sona ermeden intihara sürüklenmesi ve hiç yargılanmamış olması da onun öyküsünü savaştaki Alman komutanlar arasında daha “sakıncasız” ve ilgi çekici bir kişi kılmış kuşkusuz. John Pimlott “çöl tilkisini” kendi ağzından aktaran kitabıyla bu ilgiye yalnızca Rommel’in stratejik aklı ve askeri tarihteki rolü açısından değil kişiliği ve duyguları açısından da ilk ağızdan aktarılan bir karşılık sunuyor. Kitap, Rommel’in 1. Dünya savaşı tecrübesi, eğitimciliği, Kuzey Afrika başta olmak üzere 2. Dünya savaşının çeşitli cephelerindeki mücadelesi ve ölümüne kadarki gelişmeleri Rommel ve Pimlott’un bakış açılarından okuyucuya aktarıyor.

Tansiyonun hiç düşmediği olayların karmaşası ve teknik detaylarla yüklü kitabı kısaca değerlendirmek yerinde olur; İnatçı ve becerikli bir asker olan Rommel savaşla ilk olarak 1. Dünya savaşının Batı cephesinde tanışır, ilk yaralarını ve madalyasını da burada Fransızlara karşı savaşırken alır. Göğüs göğüse siper savaşlarının saklambacı ve kovalamacası içinde komutanlık yeteneklerini ve saygınlığını arttırırken tehlikeyle çoğu kez burun buruna gelir. Zor ve yüksek riskli kararlar almaktan çekinmez. Siperlerde, dikenli telli çukurlu arazilerde, ormanlarda ve tepelerde savaşır. 1917’de İtalyanlara karşı Avusturya Macaristan ordusunu desteklemekle görevli Alman kuvveti ile İtalya cephesine gider. Dağlık arazideki İsonso savaşında gösterdiği idare kabiliyeti, gözüpekliği, girişimciliği, insiyatif alma ve fırsattan yararlanma içgüdüleri Rommel’e büyük başarılar getirir ve gelecek savaşlardaki özelliklerinin temelini atar.

Savaş arası yıllarda Alman ordusu küçültülürken Rommel’in orduda kalmasına izin verilir. Bu sırada deneyimlerinden eğitimde faydalanılması amacıyla piyade taaruzu kitabını yazar. Rommel sistematik şekilde yazmaya, rapor çıkarmaya ve titiz notlar almaya eğilimlidir. Eğitimci olarak da kısa sürede popüler olur.

1936 ve 37 yıllarında Hitler’in yakın çevresinde görev alır, 1938’de muhafız birliği komutan olur. İkinci dünya savaşının başlangıcındaki Polonya seferinde rol almasa da Fransa seferinde ön hatlardadır. İlk ateşi açmanın, düşmanı ateş altında tutmanın önemini keşfeder. Ormanlık alanda makineli tüfek ve havanla taaruzun etkisini açıklar. Gördüklerinden taktik sonuçlar çıkartır. Komutanın ön saflarda hareket halinde ve emrindeki kuvvetleri denetler vaziyette bulunmasının hızlı iletişim ve hızlı müdahalenin önemini takdir eder. Taaruzları geliştikçe aralıksız bir biçimde ilerleyişini sürdürür ve bulduğu fırsattan mümkün olduğunca yararlanmak ister. Hızı çoğu zaman peşindeki kuvvetlerle bağlantısının kesilmesine ve riskli durumlara düşmesine sebep olur. Ancak ilerlemenin ivmesini korumayı zaferin de anahtarı görür. Fransız 1. Ordusunun teslim olmasında Rommel’in tümeni önemli bir rol oynar. Tümeni hayalet tümen adını alır ve başarıları propaganda malzemesi olarak kullanılır.

1941’de korgeneral olur ve dünya çapında ün kazanacağı kuzey Afrika seferinde görevlendirilir. Kâğıt üzerinde İtalyan’ların emrine verilmiş görülen Rommel Afrika’da patronun kendisi olduğunu kısa süre içinde gösterir. Kuzey Afrika seferinden itibaren Rommel’in eşine yazdığı mektuplar okuyucuya sunulmaya başlanır. Bu mektuplar savaşın günlük gelişiminden bahsetmesi yanında Rommel’in duygu ve düşüncelerini doğrudan görmek ve savaşı onun gözünden deneyimlemek açısından çarpıcıdır.

Rommel’in Afrika’daki ilk hedefi Bingazi’dir. Buradaki İngiliz kuvvetinin tahmininden zayıf olduğunu anlayınca harekete geçer. El Aghelia’yı alır. “İlk domino taşının düştüğünü gördüğü an, ivmenin sürdürülmesi konusunda sabırsızdır”; Sirenayka’yı ele geçirir ve ilk çöl zaferini yaşar. İlk zaferiyle heveslenen Rommel her zamanki gibi büyük hayaller kurar. Düşmanlarını Mısıra kadar sürmek niyetindedir. Kendisine durması yönünde verilen talimatları göz ardı eder ve Tobruk’a yönelir. İlerlemesi çılgınca görülür ve üstlerini endişelendirir. Öyle ki Paulus onu denetlemeye gönderilir. İngilizlerin haçlı harekatı sonucunda geri çekilmek zorunda kalır. Trablusu kaybetmemek için Sireneyka’dan çekilir ve Tobruk kuşatmasını da kaldırır.

Kayıpları telafi edilmeye ve Luftwaffe Akdenizde güç kazanmaya başlayınca Rommel yeni bir saldırı planı hazırlar. Bu planla İngilizler Trablus sınırından sürülür. Rommel, sayıca üstün olan İngilizleri piyade savaşına bağlanıp kalmaları bakımından eleştirirken, İngilizlerin tanklarını parça parça savaşa sokmasına anlam veremez. Fransızların güçlü kalesi bir hacheim’i alsa da bu küçük zafer için harcadığı kaynaklar ve verdiği ağır zaiyat sebebiyle eleştirilir. Yine de bu muharebeler sonunda önü açılan Rommel tekrar Tobruka yönelir. Savaş boyunca İngiliz direnişinin sembolü olan Tobruk çok iyi korunsa da İngiliz savunması Alman taaruzlarına dayanamaz. Binlerce esir, tank ve top ele geçirilir ya da imha edilir. Rommel bu zaferle kariyerinin zirvesine ulaşır.

Tobruk zaferi Rommel’in İngilizleri mısırdan atmak ve petrol sahalarına kadar ilerlemek konusundaki niahi hedefine bir adım daha yaklaştırmıştır. Önemli ölçüde malzeme ele geçirilmiş ve ordu takviye olmuştur. Rommel İngilizlerin yeni bir savunma hattı kurması ve dinç birliklerle desteklenmesinden önce saldırıp düşmanı felç etmek ister. Kafasındaki zafer kazanıldığı takdirde İngilizler için Afrika macerası sona erecek ve Süveyş kanalını dahi ele geçirmek mümkün olacaktır. Bu sebeple askerlerini son sınırlarına kadar zorlayarak ivmeyi sürdürmek ister. İskenderiye’ye 150 km kadar yaklaşır. Ancak ilerledikçe ikmal hatları da uzar ve felaket de ufukta görülmeye başlar. Öte yandan İngilizlerin ikmali sürekli artmakta ve kaynakların yarattığı fark kapatılamayacak kadar büyümektedir. İngilizlerin ezici tank üstünlüğü sonun başlangıcını ilan eder. Savaş, coğrafi kısıtlamalar sebebiyle İngilizlerin istediği hale yani statik savaşa dönüşür. Enigma mesajlarının kırılması da Alman Akdeniz tedarik sisteminin çökmesine yol açar.

Bu sırada İngilizlerin komutasına Montgomery gelir. Rommel’in saldırısını bekleyen ve her zaman “garanti zafere” oynayan Montgomery statik muharebe, hava desteği ve topçularla Almanları yok etme planı yapar. Almanlar yoğun savunma ateşi karşısında kilitlenir ve başarısız olur. İngilizler daha motorizedir, tartışmasız hava üstünlüğüne sahiptir ve Almanların muazzam bir yakıt ikmal sorunu vardır. Sonuçta İngilizler üstün güçleriyle karşı saldıya geçer ve Almanlar büyük kayıplarla geri çekilmek zorunda kalır. Hitler’den gelen geri çekilmeme emri bu kayıplarda önemli rol oynar. Rommel emre uysa da buna pişman olur ve ağır bir bedel öder. Sonraki süreçte İngilizlerin temkinli takibi ile Almanlar sürekli geri çekilir, artık ne savaş güçleri ne de ikmalleri vardır. Böylece Rommel Trablus’u da terk etmeye ve Tunus’a kadar geri çekilmeye karar verir. Bu tavrı da eleştirilir.

Amerikalılar Tunus’a çıkınca karşılarında yine Rommel’i bulur. Tecrübesiz yeni düşmanlarına karşı başlarda başarılar kazanan Rommel kafasındaki planlara karşı çıkılınca istediği sonucu elde edemez. Mart 1943 de Afrika’dan ayrılır ve bir daha da geri dönmez. 13 Mayısta da tüm Afrika güçleri teslim olur.
Rommel Afrika seferinden sonra İtalya’ya gider. Müttefiklerin İtalya’yı işgaline karşı planlara dâhil olur. Mussolini’nin tutuklanmasının ardından Almanların İtalya’yı işgal harekâtlarında görev alır.

Kasım 1943’te Batı savunmasında görevlendirilir. Beklenen çıkarmaya karşı hazırlıklar ve yoğun teftişlerle uğraşır. Rommel büyük bir titizlik ve ustalıkla hazırladığı geniş ölçekli uygulamalar öngörse de planlarının çoğu yerine getirilmez. Çıkarma öncesinde zırhlıları sahile yakın olacak şekilde komutası altına almak ister. Sahilden uzak güçlerin zamanında yetişemeyeceğini ve köprübaşı ele geçiren düşmanın bir daha durdurulamayacağını düşünür ki bunda da haklıdır. Hitler’e planlarını kabul ettirmeye çalışır.

Müttefikler Rommel’in tahmin ettiği bölge yerine Normandiya’ya çıkar. Rommel üst komutanlığa sunduğu ayrıntılı raporla durumun ümitsizliğini açıklar. Düşman hava gücü bir günde 27 bin sorti gibi ezici bir güçle saldırmaktadır.

Alman güçleri şiddetle dirense de her yönden büyük baskı altında kalır. 16 temmuzda Rommel mücadelenin sona yaklaştığını bildirir. Ertesi gün aracı ile giderken hava saldırısına maruz kalır ve ciddi şekilde yaralanır. 18 Temmuzdaki İngiliz saldırısı öncesinde yaptığı hazırlıklar ona savaştaki son zaferini getirir. 20 Temmuzda Hitler’e darbe girişimi olur ve büyük ölçekli bir tutuklama dalgası yaşanır. Şüpheli durumundaki Rommel iyileşse de tecrit edilir ve 14 Ekim de intihar etmek zorunda bırakılır.

Kitapta gerilim ve aksiyonun eksik olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte Rommel’in eğitimci perspektifle aktardığı taktik ve stratejik düşünceler savaşın heyecanı arasında olaylara daha geniş bir bakış açısı sunarak Rommel ve düşmanlarının başarı ya da başarısızlıklarının sebebi hakkında bir kavrayış sağlar. Örneğin, Rommel önceki dünya savaşının deneyimlerini geçersiz kılan yeni bir dönemin başladığını ve bu dönemin anahtarının hareketli savaş olduğunu sıklıkla ifade eder. Rommel’e göre hareketli savaşta vazgeçilmez unsur insan değil malzemedir. Çünkü hareketli savaşta en iyi asker bile teçhizatsız kaldığında yok olmuş demektir. Düşmanın zırhlıları yok edilirse ağır zayiat vermeden düşmanı çaresiz bırakmak mümkündür. Araçlar yok edilmese bile ikmal hatlarının kesilmesi araçların etkisini ortadan kaldıracaktır. Rommel, statik savaşın hedefi düşman askerlerini yok etmek iken hareketli savaşın hedefi düşman teçizatını yok etmek olduğunu belirtir. Statik savaşta asker hareketli savaşta ise zırhlılar önemlidir ve statik savaşta zayiat çok daha büyüktür. Bu gibi düşünceler, savaş boyunca aldatmacaları çok etkili bir şekilde kullanan Rommel’in hareketli savaştaki ustalığının altında yatan temeli ortaya çıkarır. Kariyerine piyade olarak başlayan Rommel hareketli savaşın önemini ve inceliğini çabuk kavramış ve kariyerini bu yönde geliştirmiştir. Rommel’in özellikle çöl savaşı ve Batı savunmasına dair hazırladığı eğitim notları onun üstün kavrayış ve titizliğini açıkça gösterir.

Rommel düşmanlarını da sürekli analiz eder ve görüşlerini aktarır. İngilizleri hiçbir zaman küçümsemez hatta düşman komutanlarını çoğu zaman över ve mağlubiyetlerinin sebepleri üzerinde durur. Rommel’e göre İngilizler öncelikle hareketli savaşa ayak uyduramadıkları için mağlup olmakta ve savaşı hala önceki dünya savaşının tecrübeleriyle görmektedirler. Komutan ve astlarının insiyatif almasına verilen önem, zaferin ivmesinin sürdürülmesi ile birlikte Rommel’in stratejisinin temel prensiplerini oluşturur. Örneğin Auchinleck’i çok iyi bir komutan olarak görse de insiyatif almak yerine kumandayı astlarına teslim etmesi açısından eleştirir. Montgomery’nin ihtiyatlılığını abartılı ve mantıksız bulur. Ancak tartışmasız üstünlükte bir güç ve sıkı bir disiplinle uyguladığı “garanti zaferlere oynama” taktiğine karşı çaresizliğinin de farkındadır.

Pimlott, Rommel’in askeri başarılarını överken, derin görüş ayrılıklarına rağmen Nazilerle ilişkisini kınar. Rommel’in Nazi liderliği hakkındaki eleştirilerinin politik değil stratejik olduğunu ve siyasi görüşlerinin belirsiz olduğunu ifade eder. Ahlaksız bir dava için savaştığını ve temiz bir savaşın tarafı olmadığını belirtir. Bu sebeple de Nazi davasını desteklemenin sorumluluğunun bir kısmını üstlenmesi gerektiğini düşünür.

Kitapla ilgili eleştirilebilecek en önemli husus metnin akışının sıklıkla bozulması ve tarihlerin, anlatıcıların ve olayların sürekli bir karmaşa halinde sunulması olarak ifade edilebilir. Rommel’in günlük notları, eğitim yazıları ve eşine mektuplarının iç içe girmesi, Rommel’in sözleri ve yazarın bunlara eklediklerinin nerede başlayıp nerede bittiğinin sıklıkla kestirilememesi, tarihlerin sürekli bir ileri bir geri gitmesi, çerçeve içinde anlatılan kısımlar, genelleme kısımları ve belirgin olaylara dair kısımlar sürekli bir döngü oluşturarak okuru zorlayacak bir halde görülür. Bu duruma yer isimleri konusundaki muazzam karmaşayı da eklemek gerekir. Bingazi ve Sirenayka ayrımında olduğu gibi adlandırılan bölgenin ne kadarlık bir alanı ve tam olarak nereyi kast ettiği ve farklı yerlerin aralarındaki mesafeleri anlamak da oldukça güçtür. Bununla ilişkili olarak kitabın en büyük eksikliklerinden birinin de haritaların şaşılacak ölçüde az, basit ve ayrıntısız olmasıdır. Öte yandan fotoğrafların sayısı ve niteliği tatmin edici görülür.

Kitap, karmaşık ve bazen muğlak görünen olay örgüsüne rağmen Rommel’i ilk elden tanımak açısından önemli bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Pimlott, Rommel’in kendi sözleri aracılığı ile düşüncelerinin en saf halini gözler önüne sererken, olayların daha sonraki gelişimi, Rommel’in tartışmalı kararları ve çevresindekilerin bunlara verdikleri tepkilere dair yorumlarını ekleyerek daha geniş bir bakış açısı sunar. Öte yandan Rommel’in mektupları yalnızca öğretileri, düşünceleri, tecrübeleri ve tarihsel notlarını değil kişiliğini ve duygularını da daha yakından görme şansı sağlar. Böylece çöl tilkisinin zorlandığını, yıprandığını, kuşkuya düşüp bocaladığını, yanıldığını, öfkelenip kontrolünü kaybettiğini, ümitsizliğe kapıldığını sonuçta ama mücadeleyi hiç bırakmadığını görürüz. Kimsenin onaylamayacağı kadar cüretkâr ve tehlikeli kararlar almaktan sakınmadığına ve bazen mantığı zorlayacak ölçüde iyimser olduğuna şahit oluruz. Bu sayede, neredeyse bir süper kahraman olarak görülen Rommel ile ilgili gerçekleri daha rasyonel ve insani bir zeminde değerlendirme fırsatı da elde ederiz. Kitabı salt olaylara dayalı tarih anlatılarından değerli kılan ve daha nitelikli bir konuma yükseltenin de özellikle bu yönü olduğunu belirtmek gerekir.

Başarılı çevirisi ve açıklayıcı dipnotları ile Rommel hakkındaki muhtemelen en iyi Türkçe kaynak olduğunu düşündüğüm eseri, 2. Dünya savaşı ve özellikle Rommel meraklılarına öneririm. Keyifli okumalar.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  8
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Mayıs 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Farklı düşünmeden farklı yemeklere
Bu kitabı okurken mutlaka iştahınız açılacaktır. Yemekleri yedikçe farklı yemek adları duyacaksınız. Bu sizi çok eğlendirecek. Annenizden bu yemekleri yapmasını isteyeceksiniz. Güneş’in babaannesi farklı düşünmeyi gerektiren görevler vermektedir. Güneş de farklı düşünüp babaannesinin verdiği görevi yerine getirmektedir.

Dünya turuna çıkan, hayat dolu, neşeli ve şaşırtıcı bir babaanneniz olsa ne yapardınız? Güneş’in babaannesi çevresindekilere farklı düşünmeyi gerektiren görevler vermektedir. Güneş de ablasının verdiği ipucuyla babaannesinin verdiği görevi yapmak için ilginç bir yol dener. Bir demet naneden “Naneyi Yedik Lokantası”nda menü hazırlamaya giden macera sizi gülümsetecek ve bu kitabı okurken mutlaka iştahınız açılacak. Yediğiniz her yemeğe farklı adlar vereceksiniz. Bu da sizi çok eğlendirecek. Çevrenizdeki varlıklara, mekânlara, isimlere ve ‘yemek’lere yepyeni bir gözle bakmaya ne dersiniz? Buyurun “Naneyi Yedik Lokantası”na…
Yanıtla
6
1
Destekliyorum  3
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
30 Nisan 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Acıdan Kurtuluşa, Kurtuluştan Nirvana'ya Giden Yol
Budizm, batı dünyasında yayılmaya devam ederken, ülkemizde, bir öğreti olarak felsefesi merak edilmekte ve birçok kişi tarafından pratikleri benimsenmektedir. Budizm ve Buda'nın öğretisi hakkında aklınızda sorular varsa işte bu kitap temel düzeyde cevaplarını verecektir. Kitap, Budizm'in felsefesinden ziyade tarihsel gelişimine ve çeşitliliğine odaklanmış ve bu noktada okuyucuya genel bir bakış açısı sunmuştur.

2500 yıllık tarihinde birçok farklı yüzü olduğu için tek bir Budizm'den söz etmek elbette oldukça zor olsa da, kitap tarihsel bir kronolojiyle bunu sağlamaya çalışıyor.

Budizm, tutunabildiği toplumlarda manevi ve sosyal yapıları şekillendirmiştir.(s.10) Bu kapsamda Doğu ve Güney Asya'nın tarihini anlayabilmek için Budizm'in orada oynamış olduğu ve kısmen hala oynadığı rolü bilmek gerekir.

Bu öğreti neden ve nasıl bu kadar kabul gördü dediğimizde ise, kitap cevap olarak bana şu ifadeyi sundu; "Buda öğretisinin değerleri olan iyilikseverlik, doğruluk ve özdenetim ahlakı, geniş çevrelerde hızlı bir şekilde takipçi buldu ve bu öğreti muhtemelen deniz ve kara ticareti yapan kişiler tarafından Hindistan'ın dışına yayılarak evrensel bir öğreti haline geldi."( s.11)

Kitabın içeriğine baktığımızda; Birinci bölüm, MÖ 5. yüzyılda Hint dinleri dünyasından doğan Budizm'in kurucusu Siddharhartha Gautama, (s.21) yani Buda'nın hayatı ve öğretilerini konu alıyor.

İkinci bölüm, Hindistan, Sri Lanka ve Güneydoğu Asya'daki Budizm'den bahsederek, Budizm'in erken çeşitliliğinden, felsefi ve edebi geleneklerinden ve Theravada Budizm'ini konu ediyor.

Üçüncü bölümde, Orta Asya, Çin ve Japonya'daki gelişimi konu edilirken, dördüncü bölümde Chan/Zen Budizm'i anlatılmıştır.

Kitabın son bölümü ise, Budizm ve çağdaşlık üzerine bir yazım sunmuştur.

Odak noktasında dünyevi zevklerden vazgeçişi temel alan ve aynı zamanda "benliği" reddeden düşüncesiyle bireysel kurtuluşa yönelen bu öğretinin, tarihsel sürecini merak ediyorsanız kitap size temel düzeyde bir bilgi sunacaktır.

Son olarak kitaptan şu ifadeyi buraya eklemek isterim: " Bilinen şeyler kendi varoluşlarına sahip değildir, ancak bilişsel bir sürecin sonuçlarıdır. Bu yüzden dış dünya nesnelere bağlı değil, kişinin kendi bilincinin bir yansımasıdır."(s.80)
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
29 Nisan 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Serinin Son Kitabı
Yazarın bu kitabı aslında 3 kitaplık bir serinin sonuncusu. İlk iki kitapta anlattığı hikayenin devamı niteliğinde bir romanla bizi buluşturuyor. İlk iki kitaptaki kadar akıcı olmadığını söylemek isterim. Zira bu kitapta daha çok yapay zeka ile ilgili bilimsel bilgi aktarımı yapılmış. Tabii ki bu bilgileri bir makale tadında okumuyoruz. Yazar roman karakterleri içine yedirerek bu bilgileri bize anlatıyor. Sinirbilim alanında yaşanan gelişmelerin hayranlık uyandırıcı olması bir yana, yazarın bunları en basit haliyle aktarması da oldukça etkileyici. Böylesine karmaşık konularda bilgi sahibi olabilmek ve güncel bilimsel gelişmeleri takip edebilmek için bu tür anlatımların olması oldukça önemli. Romanı beğendim, okurken yer yer sıkılsam da bitirmekte zorlanmadım. Zaten ilk iki kitaptan hikayeye aşina olunca bu kitapta anlatılanlar da onların üzerine eklenmiş oldu. Kitabın sonunu beğenmediğimi belirtmem gerek. Yani tüm bu anlatılanlardan sonra kitabın sonu biraz sade kalmış gibi geldi bana. Sanki hikayeyi bitirememiş olmaktan kaynaklı bir son gibi düşündüm. Böylesi serilerde hikayenin sonunu getirmek kolay olmuyor. Bu yüzden bunu da anlaşılabilir buluyorum. Yazarın kitaplarını özellikle bilime, yapay zekaya meraklı herkese tavsiye ederim.
Yanıtla
6
0
Destekliyorum  3
Bildir
Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
17 Nisan 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Harbiye Nazırı Nazım Paşa
Yirminci yüzyılın başında Osmanlı’nın son dönemlerine giriş yapılır. Bu devrin en önemli özelliği ömrüne çok zaman biçilmeyen hasta adamın nasıl şifa bulacağına kafa yoran devlet adamlarının tarih sahnesine hızlı giriş çıkış yapmalarıdır. Yönetim erkinin monarşiden meşrutiyete evirilmesiyle -eskilerin deyimiyle- kul taifesi hiç olmadığı kadar önem kazanır. Son dönem askeri okullarında okumuş Avrupa’da mürekkep yalamış Osmanlı entelijansiyası artık yönetimde söz sahibidir. Yönetimde söz sahibi olanlar çok olmakla birlikte idaredeki kaotik durum askerleri de mesuliyet noktasında tarih sahnesine taşır.

Harbiye Nazırı Nazım Paşa da devleti için sorumluluk alan Osmanlı’nın önemli devlet adamı ve askerlerinden birisidir. Devletin en zorlu zamanlarında gücü elinde tutan Nazım Paşa bazı emsallerinin aksine akademik ve popüler tarih yazınında fazla yer almaz. Bunu fark eden Ender Korkmaz ismi çok geçen fakat pek tanınmayan Nazım Paşa üzerine yetkin ve kapsamlı bir çalışma yaparak, Osmanlı’nın çöküş döneminde görev alan bir asker ve devlet adamı profilini netleştirmeyi amaç edinir. Zira bu konuda farklılık arz eden ve birbiriyle alakasız anlatılar tarih literatüründe kendisini gösterir.

Değişken siyasi zemin üzerinde birden fazla tarihi olayda rol oynayan bazı şahsiyetlerin sadece devrinin belirli bir dilimi hedef alınarak üretilen kısmi çalışmaların tarih okurunu yanlış yönlendirdiği muhakkaktır. Bu yüzden her devlet adamı ya da askerin bütüncül bir bakış açısıyla doğumundan ölümüne kadar farklı siyasi tablolarda verdiği çeşitli renklere göre değerlendirmek zaruridir. Osmanlı’nın son döneminde hain ve kahraman lafzının bir şahsiyete birden fazla kez sıfat olduğu düşünülürse demek istenilen daha rahat anlaşılır.

Nazım Paşa da Osmanlı’nın son dönem olaylarında -özellikle 31 Mart Vakası ve 1. Balkan Savaşı olmak üzere önemli roller oynar. Ama Paşa’ya verilen mühim görevlere karşın hakkında tarafsız bir tarih anlatısı oluşturulmaz. Ya peşin hükümle suçlanır ya da hakkı verilmek adına tarih tahrif edilir. Bu tarz yanlış algıların yıkılması tarihçinin görevidir. Her tarihi şahsiyet katıksız tarihi duruşu itibarıyla bütün yargılamalardan bağımsız bir biçimde karakterize edilmelidir. Böylelikle yapılacak çalışmalarda son yorumlar okura bırakılır. Tarihi referans noktaları ve eldeki malumat zaten karaktere nihai şeklini layıkıyla verir.

Düşünüldüğünde Nazım Paşa hakkında ince elenip sık dokunarak bir araya getirilen veriler onun hayatının değişken grafiğini tüm netliğiyle ele verir. Bu hassas biyografik sunumun tali olarak ikinci bir faydası da vardır ki kimlik deşifre edildiğinde oynanan kilit role binaen önemli tarihi olaylar da afişe edilir. Bu açıdan Paşa’nın yaşam hikayesi Korkmaz’ın titiz çalışması mucibince 31 Mart Vakası, Balkan Savaşı ve Bab-ı Ali Baskını gibi olayların geri planını da aşikar kılar.

Osmanlı tarihine ilişkin eserler incelendiğinde, yapılan bazı araştırmaların olay merkezli olduğu görülür. Fakat olay anlatımı ne kadar detaylı olursa olsun, olayların merkezindeki kişinin bakış açısı yüksek önem arz eder. Bu nedenle bazı biyografiler şahsın olaydaki rolünü göstermekle hedeflerine ulaşırlar. Hatıratlar ve anılar otobiyografik olarak iyi bir rehber olmakla beraber her zaman bu şahsi yorumlara ulaşmaya imkan yoktur. Nazım Paşa da araştırmacıya deyim yerindeyse kendi diliyle fazla tüyo vermez. Bu yüzden daha fazla çalışarak çerçeveyi özelden genele doğru iyi çizme zarureti vardır. Böylece elde edilen ayrıntılar vasıtasıyla üzerine yoğunlaşılan şahsiyetin olaydaki rolü belirgin hale getirilir. Korkmaz, Nazım Paşa’nın çevresindeki dünyayı o kadar güzel inşa eder ki Paşa’ya söz verilmeksizin sunulan bilgilerden olayların iç yüzü anlaşılır.

Ayrıca Paşa’nın hayatı detaylandırıldığı zaman hiç hesapta olmayan bilgiler ve tarihi görünümler de ortaya çıkar. Misal Paşa’nın Bağdat valiliği ve 6. Ordu komutanlığı anlatılırken Osmanlı bürokrasisinin son dönemlerdeki ahvaline değinilir. Bu anlatımın kitabın üçüncü bölümünü kapsayacak şekilde detaylandırılması Osmanlı’nın başta yönetim sorunları olmak üzere birçok problemini de ayyuka çıkarır. Böylelikle devletin bir bölümündeki imar-iskan çalışmaları, iktisadi teşekkülleri, uygulamaları, askeri teamülleri ortaya çıkar ki atılan yanlış adımların devleti nasıl etkilediği ders verir tarzda gözlemlenir.

Ayrıca siyasi ilişkiler doğası gereği değişkendir. Paşa’nın yaşamı boyunca hesaplı hesapsız politik tavırları kayda alındığında bazı siyasi teşekküllerle bağlantıları olduğu bilinir. Bu bağlantılara bakıldığında bazı grupların ya da güç odaklarının anlatılması zaruridir. Çünkü bir şahsiyetin siyasi faaliyetlerinin bütünü gösterilmek isteniyorsa, detaylı bir anlatımın benimsenmesi okura resmin tamamını görme olanağı sağlar. Böylelikle hiç tahmin edilmese de siyasi ya da askeri bir grubun faaliyetleri anlatının göbeğine oturur. İşte bu açıdan bakılırsa döneminde İttihat ve Terakki’ye karşı kurulmuş Hürriyet ve İtilaf’a bağlı Halaskar-ı Zabitan grubunun oluşumu ve etkinlikleri ortaya çıkar ki eserin biyografi kalıplarını kıran yönü de bu tarz bilgi sunumlarıyla zuhur eder. Ayrıca Halaskar-ı Zabitan’la ilgili dişe dokunur bir çalışma literatürde azsa ya da yoksa, bu durum eserin hanesine artı olarak yazılır.

Nazım Paşa’nın ülkenin yönetiminde söz sahibi olan etkin bir şahsiyet şeklinde ön plana çıkmasından mütevellit resmi evraklar ve basın yayın organlarında sıkça ismi anılmaktadır. Bundan dolayı Paşa hakkında yapılacak olan araştırmaların yüksek titizlikle ve mümkün mertebe kaynakların tamamını kapsayacak şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bu açıdan eserin doygun bir potansiyel ortaya koyduğu söylenebilir. Zira Paşa’nın hayatındaki bütün adımlar yazılı kaynaklarla takip edilmektedir. Kaynakların karşılıklı kullanımı birbirlerini teyit etmelerinin önünü açarken, Paşa’nın hayatının gizil kalmış yönlerindeki sır perdesi de yer yer aralanmaktadır. Fakat yine de buna rağmen sürgün yılları gençlik dönemleri ile ilgili doğal olarak fazla bir bilgi yoktur.

Paşa’dan yola çıkılarak anlatılan son dönem Osmanlı tarihinin önemli olayları benzer eserlerdeki gibi kısa geçilmez. Olaylar bütün teferruatıyla verilmekle birlikte özgün ve muadil çalışmalarda rastlanmayan ezber bozan bilgileri içerir. Örneğin, 31 Mart Vakası sadece siyasi bir hizipleşmenin çatışmaya dönüşmesinden ziyade, bütün sosyal tabakalarda derin akisleri olan çok yönlü toplumsal bir olay şeklinde sunulur. Olayın öncesi, oluşumu ve sonrası ayrı başlıklarla kırılma anlarıyla izah edilir. Böylelikle sadece Paşa değil, Osmanlı tarihinin de bir bölümü detaylandırılır.

Sonuçta; Nazım Paşa, Osmanlı’nın son dönemlerinin kayda değer figürlerinden birisidir. Misal Balkan Savaşı gibi dünya ve Avrupa tarihine etki eden önemli bir olayda Paşa Osmanlı ordusunun başındadır. Fakat buna karşın Nazım Paşa’nın oynadığı etkin role nazaran hayatını kapsamlı içeren bir akademik çalışma yapılmamış olup, Korkmaz’ın eseri literatürde önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Devlet adamı veya asker olsun tarihi şahsiyetlerin mercek altına alınan hayatlarından önemli dersler çıkarmak mümkündür. Tarihi zemin ve zaman değişmekle beraber insanın doğası pek değişmemektedir. İnsani zaafların etkisiyle düşülen hataların geçmişten geleceğe uzanan silsilesine bakıldığında ortaya çıkan benzerlikler ders almanın zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır ki; Nazım Paşa bunun için iyi bir örnektir.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
08 Nisan 2025
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Günübirlik hayatlardan geriye insan izi, dokusu ve kokusu bırakabilmek
Her ne kadar kitabın kapağında, yazarı tanımlamak için “ Nietzsche Ağladığında’nın yazarı” notu düşülse de Irvin D. Yalom’u ilk “Varolusçu Psikoterapi” adlı kitabıyla tanıdım. Okuma serüvenimiz, “Spinoza Problemi” ve diğerleri ile devam etti.

Yazar, Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler” adlı eserinden esinlenerek kitabın adını belirleyerek yola çıkmış. O eserdeki şu tespit, gerçekten asırlar öncesinden çok etkileyicidir:

“Hepimizdeki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar, hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler de yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın”…

Psikiyatrist yazar, bu eserde on bölüm halinde, danışanlarından edindiği gözlemleri ve önerilerini, sonuçlarını; kişisel özel bilgilere saygı göstererek, mesleki disiplin, titizlik içerinde ve edebi bir dille okurlarına aktarmış.

Her danışan ayrı bir dünya, ayrı bir sorunlar yumağı ve davranış çeşitliliği içesinde, adeta sosyal bir laboratuvar gibi bizlere yaşanmış çileler ve deneyimleri aktarıyor.

Psikiyatrist ve psikologların danışanlarından edindikleri bilgileri, yaşanmış mesleki deneyim ve anıları kitaplaştırmaları; bir yönüyle bu alanda bir tür terapi ve önleyici tedavi adına, önemli bir toplumsal kazanımdır. En azından, problem çeşitliliği ve terapi ve tedavi yöntemleri açısından bilgi edinmiş olursunuz.

Hâkim, savcı, avukat olarak, hukuk mesleklerini icra edenlerin de yazdığı mesleki anı kitapları da, okunmaya değer nitelikte olup, yaşamın gerçeklerini, deneyim ve kazanım hanenize artı değer olarak eklemektedir.

Her insan ayrı bir kitap, her yaşam farklı bir hayat. Sorun varsa çözümü de var. Yeter ki doğru yerde doğru yolda ve yöntemle arayışlarımızı sürdürelim. Öneriler, kitapların içerisine serpiştirilmiştir. İhtiyacımıza ve yeteneğimize, donanımımıza göre ilaç gibi alıp yaramıza merhem gibi süreriz. Her arayan bulamamıştır fakat gerçeğe ulaşanlar hep arayanlar olmuştur.

Davranış bozuklukları, tercih ve mantık hatalarının zirve yaptığı bu çağda, psikoloji kategorisindeki bu tür eserlere çok fazla ihtiyaç var.

Verimli, dikkatli ve etkili okumalar dilerim.
Yanıtla
16
2
Destekliyorum  14
Bildir