Toplam yorum: 3.133.926
Bu ayki yorum: 6.171

E-Dergi

Elif Konar Özkan Tarafından Yapılan Yorumlar

14.10.2005

Hayatını incelediğimizde yazar ile roman arasında bir çok benzerlik bulunmaktadır. Günlüğünde de itiraf ettiği gibi arkadaşlarına karşı acımasız ve yargılayıcı bir tavrı vardır; Clarissa’nın olduğu gibi. Kendi yaşantısında çok güzel olan ablası Vanessa’nın gölgesinde kalmış olmasının yankılarını da sanki Clarissa’nın kendini fiziki olarak eleştirmesinde ve başka kadınların güzelliklerini fark etmesinde duyabilmekteyiz. Ayrıca ressam olan ablasının etkisi onun anlatımda çizdiği başarılı portre ve manzaralarla karşımıza çıkmış gibidir. Bununla birlikte romanda resim,tablo,ressam gibi unsurlara da yer verildiği görülmektedir. Clarissa da tıpkı kendisi gibi erkeklere karşı soğuk ve kadınlara karşı ilgilidir. Kendi kocasıyla olan ilişkisi neredeyse Dalloway çiftini gözümüzde canlandırmaktadır. İzlenim ve düşüncelerini not etmeye duyduğu neredeyse ihtiyaç neticesinde ortaya çıkan pek çok günlük,mektup,deneme şeklindeki roman dışındaki çalışma ise romanda da karşımıza değişik kahramanlar aracılığıyla çıkmaktadır. Hayatı esnasında doğan “feminist” hareketten romanda da Clarissa ve Sally aracılığıyla bahsedildiği görülmektedir. Ayrıca Vita Sackville-West’e karşı duyduğu aşkı da Clarissa’nın Sally’ye duyduğu aşk ile anlayabilmekteyiz. Kendisindeki kadına karşı olan temayülü hem Clarissa-Sally ilişkisinde hem de farklı bir açıdan Elizabeth-Doris Kilman ikilisinde görebilmekteyiz. Ayrıca “delilik” meselesini de Septimus ile anlatmakta; doktor-hasta ve hasta yakınlarının ilişkilerini de bu şekilde vermektedir. Doktorlarıyla iletişiminin pek iyi olmadığı belirtilen yazar bunu da romana aynen aktarmış gibidir. Romanda Woolf’un farklı iki yönü ayrı iki kahraman şeklinde karşımıza çıkmaktadır; Clarissa Dalloway ve Septimus Warren Smith. Hayatında intiharı deneyen ve sonunda da intihar eden bir yazar olarak intiharı işleyişi de önemlidir.

Mrs. Dalloway,birebir yazarın hayatını anlama noktasında ve bilinç akımı tekniği açısından gerçekten ustaca kurgulanmış ve yazılmış bir roman olarak çok kereler okumayı hak eden bir kitap olmuştur ve olmalıdır.
14.10.2005

Prof. Özdemir Nutku tarafından yazılan bu kitap, tiyatro kavramlarını, birlikte çalışmanın doğasını, tiyatronun yapıcı etkilerini anlatan, çocukların dilini konuşan bir kitap. Bazen didaktik anlatım ağır bassa da yine de okunası bir kitap. Zeynep'in Tiyatro Kitabı, ilk ve ortaöğretim çocuklarına hitap ediyor gibi olsa da, tiyatro hakkında temel bilgileri edinmek isteyen genç ve yetişkinler için de çok sıkılmadan okunabilecek bir çalışma. Ayrıca ilköğretim öğretmenleri için bu tür faaliyetler öncesinde faydalı olabilir.
13.10.2005

“Çocuklar Rabbin hediyesi
Cennetin gülleri
Yuvaların bülbülleridir” lisedeyken not düşmüşüm deftere bu şekilde… Bu kitabı okurken yinelendi, düşüncelerim. Bilendi inancım… şükrüm, azmim, şevkim, aşkım, muhabbetim ve şefkatim!
Sabah başladım okumaya ve saat saat mola verdiğim halde aralarda, mecburen, bitti akşama 175 sahife bir çırpıda. Bazı okurlar diyebilirler ki, bildiğimiz hakikatler anlatılanlar zaten.. evet, ama bilineni tekrar her zaman iyidir; ayrıca kitabı etkileyici kılan yaşanan örneklerin neredeyse aynıyla kaleme alınmış olması da olabilir?! Yani bilinen hakikatlerin tekrarı da olsa bazı okurlar için okumaya değer bir kitap, Cennet Çocukları. Hem isminden ve direk konusundan, sadece tek bir konuya münhasır da zannedilmemeli kitap, zira okurken hemen her hakikati hatırlatıyor insana. Niye okudum ki bu kitabı, zaman kaybı dedirtmedi bana bir sayfasında bile.
Kim bilir, belki de önsözde dile getirildiği gibi; çocuk ve Cennet ana temasıydı kitabı okurken girilen hüzünlü de olsa ferahlatıcı atmosfer. “Çocuk, saflığın, temizliğin, fıtrîliğin, masumluğun görüntüsüdür. Cennet de öyle. Her şeyiyle saf, arınmış bir yer. Çocuk ve Cennet, bu yüzden birbirine en münasip ve en çok yakışan iki kelime. Bu dünyada çocukta Cenneti seyrederiz; öbür dünyada ise Cennette çocukları. Çocuğu ve Cenneti birbirinden ayrı düşünemezsiniz. Hz. Peygamber (asm), “Çocuk kokusu, Cennet kokularındandır” diye buyurarak bu ayrılmazlığı ve sıkı bağı bize anlatmıştır.”

Yazar kitabı, çocukları, Cennet çocukları olarak seçilen ve çocuklarını Cennete uğurlayan bağrı yanık tüm anne-babalara armağan etmiş. Gözleri yaşartsa da kalbi ferahlatan ve şükrü, daima şükrü hatırlatan satırlardan mürekkep bir kitap; Cennet Çocukları.
Ve teknolojinin imkanlarıyla hakikatlerin birleşmesinden bir gönlün bin gönle yardımcı olma gayretleri; Ankara- Dost Fm ve Seyfi Öğretmen. Dinleyicileri nice anne ve baba… ve üç çocuk babası Seyfi Öğretmenin radyo programıyla yanan yürekleri ferahlatabilme gayretleri.

Kitap arka kapağında dendiği gibi;
“Cennete gidecek büyük insanların bu dünyada seçildiklerini biliyorsunuz. Ya Cennet çocuklarının da burada seçildiğini biliyor muydunuz? İşte bu kitapta, bu seçimin nasıl ve niçin yapıldığını okuyacaksınız. Hepsi hayattan alınmış ve bizzat yaşanmış taze örnekleriyle… Evladından ayrılık acısını vuslat sevincine dönüştürenlerin hikayesi gözlerinizi yaşartacak ve siz ölümü bile sevdirecektir.”

Kitaptan:
Bilin ki dert Ondan gelmişse, çare de Ondadır. Ve bazen, O, çareyi dert şeklinde verir. Dermanı, derdin içine koyar. Size bir hikaye anlatayım:
İki kuş bir hastanenin ameliyathanesinin penceresine konmuş, içeriyi seyrediyorlar. O sırada doktorlar, bir kalp ameliyatı yapıyorlar. Kuşlardan birisi, kendi lisanıyla diğerine diyor ki: şu beyaz önlüklü acımasız kileri görüyor musun? Bıçaklarla, makaslarla zavallı adamın canına girdiler, onu kesiyorlar. Her tarafını kan-revan içinde bıraktılar. Böyle zalimlik olur mu?
Öteki kuş, zahiren gördüğüne göre hüküm veren ve işin hakikatini bilmeyen kuşa katılmıyor ve diyor ki: bak sen yanlış düşünüyorsun. O beyaz önlüklü adamlar, zalim değiller ve o adama kötülük yapmak niyetinde de değiller. Bilakis onun iyiliği için göğsünü yardılar. Çünkü onun kalp damarları tıkalı. Onları açmazlarsa adam ölecek. Onu kurtarmaya çalışıyorlar…
Seyfi bu hikayeden sonra şöyle devam etti:
İki bakış açısı arasındaki farkı görüyor musunuz? İşte insanların çoğu birinci kuş gibi, sadece görünüşe göre hüküm veriyorlar. Olayların iç yüzünü, perde arkasını, hikmet yönünü düşünemiyorlar. Düşünebilseler, ikinci kuş gibi değerlendirecekler. O zaman da fazla acı çekmeyecekler. Evet, Allah kullarına zulmetmez. Allah’tan gelen musibetler, manevi birer ameliyattır. Derin yaraları olanın, ameliyatı da zor olur. Ama merak etmeyin, her şey, sizin manevi sağlığınıza kavuşmanız ve ebedi ölümlerden kurtulmanız içindir.

“Sirke sirkeliğini arttırdıkça, şeker de şekerliğini artırması gerekir.” Mevlânâ
14.08.2005

"Hoca, nükteleriyle, toplumun aksayan yönlerine işaret etmiş, ve bu aksaklıkları artık normal karşılayan insanları sözleriyle sarsarak gerçek benliğine döndürmek istemiştir. Hoca’nın fıkralarında, karşısındaki insanı güldürmek değil, düşündürmek ön plandadır. Hoca, tebessümü, düşüncenin içine yerleştirerek düşünme fiilini kolaylaştırma yoluna gitmiştir. Hoca, tüm dünyada, dağdaki çobanından, en üst makamdaki insanına kadar bilinip tanınan tek milli şahsiyetimizdir. Bunun içindir ki, UNESCO, 1996 yılını, “Nasreddin Hoca Kahkaha Yılı” ilan etmiştir. Buna rağmen şunu da belirtmekte fayda var: Hoca, batı dünyasının lanse ettiği gibi, kahkaha değil, tebessüm ve düşüncenin temsilcisidir.
Hoca, halka ayna olmuş güler yüzlü ve bilge bir insandır. Bazı çevrelerin ona yakıştırmaya çalıştığı gibi, insanları güldürmeye çalışırken, kendini ahmak yerine koyan biri değildir kesinlikle. Olsa olsa o, bir arif, bir halk bilgesidir. Zaten bu eserin amacı da, Hoca’nın bilgeliğini ön plana çıkartmak ve onun yanlış anlaşılmasına meydan vermemektir. Ümit ediyorum ki, elinizdeki eser, amaçladığı yolda emin adımlarla ilerler ve Hoca’ya olan vefa borcumuzun ödenmesine bir nebze de olsa katkıda bulunur. İnşallah kalbinize düşen her fıkra, yüzünüzde tebessüm güllerinin açılmasına vesile olurken, yaşadıklarımız hakkında durup düşünme fırsatı verir. Hoca’nın şahsında, tüm Anadolu erenlerinin ruhuna...
Fatma Zehra Arslan
10 Ocak 2004, Üsküdar" dediği gibi kitabın Sunuş'unda fıkralarıyla tebessüm ederken düşüncelere de yelken açılabilecek seçmeler... emeği ve gayreti için yazarımıza teşekkür ederiz.
14.08.2005

İçindekiler
I. Bölüm:
Günün Ötesi
Baharın saçlarından rüzgârlar geçer
Bir garip yolcu olsam
Yeniden başlama sevinci
Sayın bay kedi
Yaz hüzünleri
Hayatı yalınlaştırmak
Mars'a gidelim Mars'a
Meraka ve meraklılara dair
Uzatmalı gençlik
Babalara özgürlük
Bilgisayar yalnızlığı
Hastalıklar üstüne
Kendini eleştirmek üstüne
Ölümü kirletmek
Aşk iyi bir imtihandır
Sevgiyi ertelemek
Eylül, zambak ve aşk
Günün Ötesi
II. Bölüm:
Kanadı Kırık Edebiyat
Defterler
Güzeldir aldanmak
Yazmanın zorluğu ve lezzeti
Şiirsizlik
Bugün bir şairi uyandırın
Adsız bir hayat
Şair, kurşun ve ip
Edebiyatın iki yakası
Hain kitaplar
Kanadı kırık edebiyat
İnce Türkçe
Edebiyatçıların fiziği nasıldır, iyi midir?
Beylerbeyi kitabı
Uzun çarşının uluları
Müstesna güzeller
Siyah beyaz fotoğraflar, küçük hikayeler

“Ey okur! ” diye seslenir yazar, Kasım 1997’de kaleme alınmış önsözünde… ve de her bir satırını okuyasınız isterim bu önsözün. Hangisini seçip de aktarayım diye karar veremez ya insan bazen, bu da öylesinden işte! “Bana, benim içimden seslenir gibi” deriz bazı kitapları veya yazıları okurken hani… yazarın bu kitabın içine girmiş olan denemelerinden birisinde dediği gibi, “güzeldir aldanmak”. Özellikle de konu edebiyat ve de okumak olunca…
“baharın saçlarından rüzgârlar geçer”, biliyorum ve de topluyorum o rüzgârları, duyuyorum bahar şarkısını ben de. “bir garip yolcu olsam” deyip, ıssız evrenimle birlikte yollara düşmeyi ben de diliyorum zaman zaman. “yeniden başlamanın sevinci”ni içimde hissettiğim oluyor anbean. Kedileri kucağıma alıp da sevmedim hiç ya da kedim olmadı.Yanlış anlaşılmasın aman şimdi, kedi düşmanlığım yoktur, benimkisi sadece alerji.
“yaz hüzünleri” çok yaşamadım sanıyorum, zira yaz mevsimini de mevsimlerden bir mevsim bildim, benim için tatil demek olmadı genelde. “hayatı yalınlaştırmak” adına değildi belki ama, minicik mutluluklarım oldu, çok ve çabuk ağlayabildiğim kadar tebessüm de edebildim.
“mars’a gidelim mars’a” demedim ama, küçüklüğümden beri uzaya ilgim oldu ve bu konudaki belgeselleri bile izledim kimi. Hatta büyük erkek kardeşimle birlikte uzaya çıkma hayalleri kurduktu, ona kartondan uzay gemisi de yapmış mıydım, öyle silik bir hatıra geliyor ya aklıma, tam emin olamıyorum. Benim merak ettiğim gezegen Mars’tan ziyade Venüs’tü, bir de o ilginç halkalarıyla Satürn…
“Buradan bakınca yetmiş, seksen bilemedin yüz yıl öncesinin manzarası ürkütüyor insanı. Gençler hayata ne kadar erken başlıyorlarmış, ortam ne kadar bereketli, ne kadar doğurganmış... Ömer Seyfettin, 36 yaşında dünyayı terkedip giderken geride kocaman bir külliyat bırakmış. Yirmi yaşlarında ülkenin en büyük hikayecisiymiş. Necip Fazıl, 20 yaşında ilk kitabını yayımlamış. 23 yaşında 'kaldırımlar' gibi bir şiir yazarak şiir ülkesinin sultanı olmuş. Halit Fahri Ozansoy 25 yaşında iken şiirleri okul kitaplarında okutuluyormuş. 18 yaşında Vefa Lisesi öğrencisi Yusuf Ziya Ortaç, ilk şiirleri yayımlandığında Bab-ı Âli'nin gediklileri tarafından baş tacı edilmiş…” bölümünü okuyunca “uzatmalı gençlik” yazısında eskiden de gıpta etmiştim, yine…
“Bediüzzaman boşuna söylemiyor, “Hastalık bazıları için ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlâhiyedir.” cümlesini inanarak ve gülümseyerek okudum, bir defa daha.
“aşk iyi bir imtihandır” bildim. Ne çok arkadaşa tekrarladım bu cümleyi 1997’den beri, hatırladım.
“eylül, zambak ve aşk” ile birlikte, ilkokul günlerime gidiverdim önce, sonra liseyi dolaştım şöyle bir. İlkokul ikinci sınıftan itibaren beni okutmaya başlayan ve halen sık olamasa da görüştüğüm ilkokul öğretmenim Hatice Kurtcebe’yi sevgiyle bir daha anımsadım. Sonra kompozisyon ve ders işleyişi ile yazmayı önemseyen Sait Türkoğlu, Hülya Eryılmaz hocamızı ve daha nice hocalarımı bir kere daha hayırla yad ettim.
“Hayatı sevmeyi ancak acı çekerek öğrenebiliriz” sözü de Dostoyevski’ye aittir.’ cümlesine gülümsedim, “günün ötesi” ile. “Günün ötesi aydınlık ve görkemli bir maviliktir. (Nisan 1994) ” öyledir inşallah, öyle olmalıdır diye mırıldandım ve paylaştım yine arkadaşlarla bu cümleciği de.
“defterler”im çok değildi ama, ben de sevdim kimileri yarım da olsa onları. “yazmanın zorluğu ve lezzeti”nde hem hak verdim, hem de güldüm yazanların bu trajikomik haline, yani ki halimize. Ve otuz yaşında ölümün yüzünü gören İngiliz şairi Shelley’e özenmedim desem yalan olur.
“şiirsizlik” önemlidir, bildim. “bugün bir şairi uyandırın” yazısından önce de sonra da uyandırdığım şairlerim oldu kimi günler ve geceler.
“adsız bir hayat”, bana hem tanıdığım sürgün’leri, hem dünya sürgünlüğümüzü, hem de anbean öz yurdumuzda yaşadığımız sürgünlüklerimizi hatırlattı. “şair, kurşun ve ip” ile, bildiğim maktul şairleri hüzünle bir kere daha yad ettim.
“edebiyatın iki yakası”nın benim kitaplarımda da birleşik olduğunu ve okuma yelpazemin genişliğini sevinçle gördüm. Halime şükrettim.
“hain kitaplar” ve “kanadı kırık edebiyat” için üzüldüm.
“ince Türkçe” için, “kundakta yatarken kulaklarına ninni söylenseydi; ardından masal okunsaydı evlerinde ve büyüdükçe türkü söylemeyi öğrenselerdi, ecnebi isimlerin cazibesine kapılmayacaklardı” diyen yazara hak verdim.
Ve daha nice yazıyla birlikte, nice yolculuk yaptım. Bir kere daha sevdim, “günün ötesi”ni. “Yeni bir kitap, yeni bir dünyaya doğmaktır. Kitapların yaptığı, bize bir şeyleri sevdirmektir.”, kesinlikle öyledir Ali Hocam, gönlünüze ve kaleminize sağlık, dedim. Ve Tubacığa da teşekkür ettim, söylediğim isimlerden ilk olarak Günün Ötesi-Ali Çolak’ı alıp okumaya başladığı; böylece, benim de okumama vesile olduğu için.
“eskimeyen eskiler” vardır benim lügatimde. Aynen öyle, eskimeyen şiirler, denemeler, öyküler, kitaplar da vardır işte. Tekrar tekrar okuturlar kendilerini ve aynı zamanda yazanlara gıpta ettirirler, maşallah dedirtirler.