Toplam yorum: 3.133.926
Bu ayki yorum: 6.171

E-Dergi

Elif Konar Özkan Tarafından Yapılan Yorumlar

23.12.2004

Gül Şiirleri, İskender Pala hocamızın Eylül 2002’de L&M’den yayımlanmış olan gül şiirleri antolojisi… 128 sayfalık bu kitabın her sayfası, her şiiri, her dizesi ve beyti ayrı ayrı dünyalara alıp götürüyor okuru.
Der ki, İskender hoca; “Gül deyince kalem ele yapışıverir, satırlar saflara dizilip sökün eder, siz de bilirsiniz.”
Ve daha nice gül mısraı, gül gibi güzel, hüzünlü kimi, kimi sevinçli… her döneme ait bir ahenk güle dair… bir demet gül!
23.12.2004

“Peri-şan Güzeller, peri kızları gibi şan alıp nam vererek, uzunca bir tarih macerasının tam merkezinde, altın işlemeli duvarların arasında yaşamışlardı. Yüzyıllardır o terkedilmiş, o sahipsiz kalmış, hatta dışlanmış mekanları bekleyip durmaları, belki de yeniden kendilerine merhaba diyecek o muhteşem aşıkı beklediklerindendir.
Kitapta yer alan şiirlerde güzeller ve güzellikler yorumlandığı için peri-şan (peri gibi güzel olan şanı pericesine yüksekte bulunan) sıfatıyla andık onları ve adlarına Peri-şan Güzeller dedik. Peri-şan Güzeller, bir görünüp bir kayboluveren peri kızlarının izinde eski bir masalı yeniden yaşamak üzere derlendiler ve şimdi, bir medeniyetin kaybolduğu yerde, size bütün olup biteni yavaş yavaş anlatacaklar. Bu kitabı okurken her dizeden ayrı bir hatıranın tüllendiğini görürseniz nedeni budur...” denmiş kitabın arka kapağında ve bu cümleler gerçekten güzel tanıtmış kitabı.
Bir medeniyetin kaybolmuş hazineleri; güzeller ve güzellikler. İskender Pala Hocamızın o enfes üslubuyla önce konferansta ses olmuş kelimeler uçuşmuş salonda dinleyicilerinin beş duyularına hitap etmiş; sonra da yine gönül ve kelam erbabı Cihan Okuyucu Hocamızın bu bant kayıtlarının çözümü ile yazıya çekilmesini öğrencisi Nurhan Erdem’e bitirme tezi olarak vermesiyle kağıtlara nakşolmuş. Böylece ortaya büyük bir metin çıkmış. Bu metinlerden ise Perî-şan Güzeller ve Perişan Gazeller adıyla iki güzel kitapçık oluşmuş. İşte Perî-şan Güzeller bu iki güzel kitapçıktan birisi.
Peki, Perî-şan Güzeller kimler, hangileri, diye soracak olursanız; kitabın içindekileri şöylece belirtebilirim:
Yoluna Harcadık Bütün Varımız
Bin Güzeller Bulunur Yusuf’a Mânend Amma
Yok Bu Şehr İçre Senin Vasfettiğin Dilber Nedîm
Beni Candan Usandırdı Cefâdan Yâr Usanmaz mı?
Hidayete Erdiren Aşk
Kanadını Aşk Mumuna Yandıran Pervane

23.12.2004

Ne Kadar da Güzeldir Gitmek; farklı zaman ve mekanlardaki çeşitli insanların yaralarına dem vuruyor… kırgınlıklar; sevinçler; yıkımlar; düşler; görünürün dışındaki var oluşlar, hissediş ve duyuşlar; kaybediş ve buluşlar…
Ayrıntılara derinlemesine dalış ve sözcüklerden öteye geçiş ile yaralı yaşamlardan kalan anılarda seyahate çıkarıyor öyküler okuyucuyu. Kitap boyunca hakim olan mevsim; hüzün.
Barbarasoğlu için, “gidebilmek, özgürlüğe açılan bir kapı” olduğundan, öykülerdeki kahramanlar (genel olarak kadınlar) bir yerlere giden ya da gidecek kişiler.. yol almasalar da öykü sonunda mutlaka o an bulundukları yerin az veya çok uzağına gitmekteler… Hayatlarının büyük çoğunluğunu bilemesek de, gündelik yaşamın ayrıntıları içinde küçük gibi görünen, ama temelde önemli olan durumları yansıtan acıtıcı, yaralı söylemleri olan kişilerden kesitler… varılan noktadan çok alınan yolun önemi…

Arka kapak tanıtımında İnci Aral; “Nalan Barbarasoğlu, bu ilk kitabındaki öykülerin olgunlukları, taşıdıkları duygu yükü, yapısal sağlamlıkları ve imgelerle zenginleştirilmiş bir dili kullanmaktaki başarısı ile ustalık çizgisinde duruyor ve bize, doğuştan bir öykücü olduğunu kanıtlıyor.” demekte…
23.12.2004

“… Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.” diyor Sait Faik, Son Kuşlar adlı hikayesinde. Bu kitabın ilk hikayesini okumaya başlayınca bile aslında Sait Faik’ten öykü okumakla ne kadar yerinde bir seçim yaptığınıza kanaat getiriyorsunuz. Ve hâlâ kuşlara yetişebilen bir nesil olmanın şanslılığını duyarken yüreğinizde bir hüzün kaplıyor içinizi birden, çünkü gerçekten dünya değişiyor ve güzelliklerin çoğu “türü tükenenler” listesinde yerini alıyor gün geçtikçe. Kış’ın şiirselliğini duyuyorsunuz rüzgârların çeşitliliği içinde… tıpkı balıkların, kuşların ve daha nice şeyin nice ismini öğrendiğini Sait Faik’ten.

“Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa ne işe yarar?” diyen yazarın sözünün arkasında durduğunu görüyorsunuz okudukça.

102 sayfadan oluşan bu öykü kitabının kapağındaki fotoğrafına bakınca da Sait Faik’in içindeki zenginlikleri, hüznü ve çocuk saflığını hissediyorsunuz. Daha bir coşku ile devam ediyorsunuz okumaya hikayeleri bir bir.

İnsani yaşanmışlıklara tanıklık ediyorsunuz satırlar arasında gezinirken… aslında tanıdık bildik bir arkadaşınızla sohbet ediyorsunuz gibi bile hissediyorsunuz bir aralık! Ve gülümsüyorsunuz.

23.12.2004

Şair’e göre, “Şair, hem hayatın tam ortasındadır hem de kıyısında; ama daha çok tepeden bakar. Çünkü anlamak ve farkında olmak tepeden bakmayı gerektirir. Şair, işlenen cinayetin sonunu görebilir, bu yüzden ukaladır.”
Maraş’ta, şiir şehrinde, uzun kış gecelerinde insanların toplanıp kitap okuyup, türküler söylediği bir köyde büyüyen Keklikçi, “Eğer bana şiire ne zaman başladığımı sorarsanız, bir cevap veremem; çünkü henüz okumayı bilmiyorken kendi kendime şiirler söylerdim.” diyor. Keklikçi’nin şiiri sevmesinde 126 yaşında asli hayata geçiveren dedesinin rolü olduğu da kendisiyle ilgili yazılanlar arasında yer almakta…
“Göremeden ölürsem, gözlerim açık gider.” dediği şehir İstanbul’a 2001 yılında gelen şair, “Edebiyat ortamında hep iyi bildiklerimizin o kadar da iyi olmadığını buraya gelince anladım. Benim şiirim kavrayışla çok ilgili, insanları ve hayatı sağlıklı bir şekilde kavramak da ancak bu şehirde mümkün.” demektedir.
“26 yaşındayım ve yirmi altı bin çeşit olumsuzluk yaşadım. Bu, düz bir mantıkla hayra alamet değildir. Acıyı ve yalnızlığı benim çağırdığımı söylüyorlar; ama tam tersine ben acıya maruz kalıyorum. Üç öğün aç durduğum günler oldu; ama bunu ben istemedim.” diyen şair, hayatta yapabileceği en iyi işin şiir yazmak olduğuna inandığını belirtiyor, yine kendisiyle yapılan söyleşilerde.
Ayrıca, yine kendisiyle yapılan söyleşilerden anlaşıldığına göre, şair anlaşılmayı önemsiyor, fakat herkes tarafından anlaşılmak gibi bir kaygısı da yok; “Ben futboldan anlamam ve bir futbolcunun beni okumasını beklemem. Ancak her insanda şairane bir yan olduğuna inanırım. Çünkü bir ruha sahip olan herkeste iman, aşk ve şiir potansiyeli vardır. Ancak insanlar, kolaycılığa kaçıp hayatın yapaylığı içinde kaybolmayı seçerler.”

Tanınma Korkusu; iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Bakır Duruşmalar; 1998-2000 yılları arasında yazılan şiirlerden seçmeler… bölümün başında; “gün güne değmeden gidiyor” mısraı yer alıyor. İkinci bölüm Herkese Günaydın’da; 2001-2003 yılları arasında yazılan şiirlerden seçmeler bulunuyor; bölüm başında ise “biz işimize bakalım yani şu mezarlığa” mısraı var.
Tanınma Korkusu’nda; istihza (alay), yalnızlık, intihar, mistisizm, hüzün, eleştiri, öfke, hınç, ölüm dikkati çeken unsurlar arasında…