Karl Ove anlatıyor, çocuğuna bakar gibi anlatıyor, aşık olduğu kadınla kavga eder gibi anlatıyor, su içer gibi anlatıyor, nefes alır gibi anlatıyor. Okura oyun oynamadan, anlatmakla ilgili başka hiçbir derdi olmadan elinde nesi var nesi yok ortaya koyuyor. Blöf yok. Anlaşılmak, tek derdi bu. Övgü istemiyor, hayran istemiyor. Ne eksik ne fazla, sadece bir mesele var ve anlatılması lazım. İki mesele, pardon. "Bir yaşamı anlamak kolaydır, onu belirleyen etkenler azdır. Benimkiler iki tane. Babam ve gerçekte hiçbir yer ait olamamam. Bu kadar basiti." (s. 536) Basiti? Yedi veya sekiz typo var ve göze oldukça batıyor. Bir de "simgesiler" olayı var, o da ilginç. "Simgeleri" yerine "simgesiler".
Bu mevzunun ne olmadığından başlamak daha iyi bir tercih.
Karl Ove'un meselesi kendini bir şeye çevirmek değil, başta onu söylemek gerek. Yaptığı şey bu değil, olduğunca gerçeğe sığınıyor, sadece gerçek. Kendini alçalttığı yok, kibarlık yaptığı yok, utancı yok, elinde zaman zaman kaçırdığını düşündüğü bir yaşam var ve bu yaşamın kaçan noktalarıyla birlikte anlatılması gerekiyor, hepsi bu.
Cüzdanla zaman kaybetmeyen bir adam daha.
İlk kitapta Karl Ove'un babasıyla olan ilişkisi, babanın ölümünden sonra göğüs germek zorunda kaldığı sıkıntılar, ailesi ve gençliği vardı. Karakter hakkında temel oluşturacak bilgileri aldık, ikinci kitapta üç yıllık bir zaman dilimini geri dönüşlerle birlikte görüyoruz.
Meseleler bir bir belirip kaybolurken metnin akışında hızla yol alıyorsunuz. Başlardaki doğum günü bölümü, Karl Ove'un çocuklarıyla olan ilişkisini ortaya koyarken diğer ebeveynlerle kendini kıyaslamasını, her zaman kendini hissettiren bir ait olamama duygusunu ortaya çıkarıyor. Yalnız babalar, puset ittiren babalar, çocuklarıyla boğuşan babalar anlatıcının büründüğü rollerden bazıları. Babalık, Karl Ove'u besleyen en büyük kaynaklardan biri, büyük ödünleriyle birlikte.
Kaçırılanlar, Karl Ove'un davranışlarını bir ölçüde belirlediği gibi dünyaya verdiği anlamı da büyük ölçüde etkiliyor. Adam Phillips'in Kaçırdıklarımız nam metniyle birlikte okunduğu zaman daha doyurucu çıkarımlar elde edilebilir. "İnsanlar tarafından yeniden yaratılma" olayını onca karaktere karşı çoğunlukla farklı tavırlar sergileyen Karl Ove'un kişilik tahlillerinde görmek mümkün. Kendi çıkarımı olan anlamların yanında çok fazla şeytan terapist göremememiz, benliğinin dışından bakmamaya çalışan anlatıcıyı düşündüğümüzde anlaşılabilir. Başka bir insanın anlatıcı hakkında söyledikleri başka bir anlatıdır ve metinde yeri pek yoktur, Geir'le olan muhabbet hariç. O noktada da kendini şekillendirme ortaya çıkıyor. Neyse, şöyle bir şey: "Yalnızca küçük ve kendini önemsizleştiren ile büyük ve mesafe yaratan vardı. Ve benim gündelik hayatım işte bu ikisinin arasında yer alıyordu. Belki de bu hayatı sürdürmekte o yüzden bu kadar zorlanıyordum. Gündelik hayat, bütün görevleri ve rutinleriyle katlandığım bir şeydi; hoşlandığım ya da bana anlamlı gelen ve beni mutlu eden bir şey değil. Bunun yerleri silmek ya da çocuğun altını değiştirmek konusundaki isteksizlikle hiçbir ilgisi yoktu, esasen daha temel bir şeyle ilgiliydi; sürdürdüğüm hayat anlamlı değildi, ondan hep uzaklaşmak istiyordum. Dolayısıyla sürdürdüğüm bu hayat bana ait değildi. Benim olmasına çabalamıştım, kavgam bu olmuştu ve bunu istemiştim elbette, ama başaramamıştım, başka bir şeye duyduğum özlem bütün çabalarımın kuyusunu kazmıştı." (s. 75) Anlamı ne kadar çok ararsa o kadar çok kaçıran, bulunduğu anın dışında başka bir zaman arayan anlatıcı, her yolun ölüme çıkmasıyla anlamsızlığı bir tutar, bütün sıkıntısını bu çıkmaza bağlar. Ölümlü olmanın bilinci her güzelliği katletse de hayatı değerli kılan da ölüm duygusunun ta kendisidir, yine Monokl'dan çıkan Ölümü Düşünmek'le paralel haller. O halde nasıl yaşamak lazım gelir, hormonlara yükleme yaparak? İyi fikir, insanların aşk için yalvarması belki ölümsüzlük isteğinden kaynaklanır. Aşık olunca anlam arayışının bittiğini söylerler, her şeyin tek bir anlamla dolup taştığını söylerler, sonuçta aşk insanı sonsuza en çok yaklaştıran duygu olduğu için lazımdır. Karl Ove, aşık olduğu zaman bunun farkına varıyor. Gelsin cicim ayları ve sancı.
Bu adam yaşadığını bir fırtına gibi anlatıyor ve kafaya kazıyor, elinizdeki kitabın soluk alıp verdiğini duyacaksınız.