Maceracı bir ruh taşıyan herkes yolculuğu sever. Yeni yerler keşfetmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni olaylar yaşamak ve çırılçıplak bir benlikle bilinmezliğin o tedirgin edici, ama çıldırtacak kadar da zevkli dünyasına dalmak... Yolculuk boyunca bir de günce tutulmuşsa eğer, ve söz konusu günceyi Stanislaw Lem yazmışsa, üstüne üstlük adı da 'Yıldız Güncesi'yse, sözü edilen sıradan bir yolculuk değildir. Diyelim Birleşmiş Gezegenler'in Dünya delegesi olmaya adayız. Birçok gezegenin delegeleri arasında yapılan tartışmada, birisi kalkar da kendimize yakıştırdığımız Homo Sapiens adını kabul etmeyip, aslında Artefactum Abhorrens (Böcekgözlü Sahtekar) olduğumuzu iddia ederse ne yaparız? Yüksek bir bireyin kendisinden daha az gelişmiş olanları yeme hakkına sahip olmadığını, ölü kalıntılarına, onları parçalayarak, haşlayarak, şişe geçirerek saygısızlık ettiğimizi söylerse verecek cevap bulabilir miyiz?
Başka bir yolculuk sırasında, can sıkıntımızı
gidermek için Elektron Postası'na, ya da Dış Uzay Gazetesi'ne göz atmaya kalkarsak ve elimizdeki gazetede
"İhtirasınız mı depreşti? Sipariş üzerine oyuncak baldırlar! Her ebatta!" ya da "Göbek şişleri, başparmak sıkıştırıcıları, omurilik çiğneyicileri geldi!" diyen küçük ilanlara rastlarsak nasıl tepki veririz?
Sıcak mineral yağından ibaret kahvaltımızı yaptıktan sonra "Senden haz ettim. Beni ister misin? Gel evime gidelim ve orada biraz elektriklenelim" diyen dişi robotla, bu sözler üzerine ani bir katot boşalması yaşayan erkek robotla karşılaşabiliriz bu yolculukta. Ya da karşımıza tarih boyunca hep suyun içinde yaşayan bir ırk çıkabilir. Apar topar bir komisyon kurup bu garip yaratıkları, yani bizi incelemeye kalkabilirler. Üzerine hohladığımız aynadaki buharın şeklini ölçerler, suya daldırdıktan sonra üzerimizden düşen damlaların sayısını hesaplarlar, durup dururken bir balık kuyruğunu arkamıza takıverirler. Eğer komisyon bizi suçlu bulursa, iki yıllık gönüllü heykeltraşlık cezası bile verebilir. Çünkü oralarda da suç ve ceza vardır. Cezalar farklı bile olsa, suçlar bizim suçlarımıza benzer. Bir gazeteci, suyun
ıslak olduğunu iddia ettiği yazısı gazetede yayımlandıktan iki gün sonra ortadan kayboluverir. Tartışmasız bir düşünce suçudur bu.
Başka bir yolculuk sırasında uğradığımız gezegende on ayda bir göktaşı yağmuru oluyorsa ve orada yaşayanlar bunu hiç umursamıyorsa, yaşadığımız paniği üstümüzden kolay kolay atabilir miyiz? Paniğe hiç gerek yoktur aslında. Çünkü herkesin bir yedeği vardır ve bir göktaşının altında kalırsak, hemen yedeğimiz devreye girer ve kaldığımız yerden devam ederiz yaşamaya. Ya da 2542 yılında, modern klonlama yöntemiyle yapılmış biyolojik yaratıklarla karşılaşır, insan ve hayvan vücutlarından elde edilen dokuların uygun şekilde yerleştirilmesiyle döşenmiş odalarda, aynı yöntemle kaplanmış duvarların arasında otururuz.
Stanislaw Lem'in yaratıcı zekasının ve üslubunun en dahiyane biçimde karşımıza çıktığı 'Yıldız Güncesi', eğlenceli öykülerin keskin bir hicve, tarih ve zaman yolculuğu parodisinin dolaysız bir felsefeye dönüştüğü bir okuma şöleni sunuyor bize.
Şimdilik daha fazla yazamıyorum. Şartlar vakit geçirmeden gitmemi gerektiriyor. Sizinle keşfedilmemiş bölgenin tam ortasında buluşmayı öneriyorum; korografik yıldızların adı olmadığı için yolu tarif edeceğim: Dosdoğru uçun, mavi güneşte sola dönün, bir sonrakinde, portakal renkli olanda sağa dönün; karşınıza dört gezegen çıkacak, ben soldan üçüncüde olacağım. Buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Ha, unutmadan... O zamana kadar 'Yıldız Güncesi'ni okuyup bitirmiş olun.