Estetik, güzellik ve güzelliğin unsurları, ölçüleri ve şartlarından, güzellik duygusundan bahseden bilim veya felsefe dalı. (İA, 11/440) Yani ilmü’l-cemâl ve güzellik bilimi.
Eserle ilgili şunlar söylenebilir: Kıymetli Turan Koç Bey’in Din Felsefesi ile hemhal olması ayrıca ‘Estetik’in bir felsefe dalı olması kitapta ağırlıklı olarak kendini hissettirmiştir. Acaba kitabın adı ‘İslam Estetiğinin Felsefesi’ olsa idi daha mı yerinde olurdu. Bunu şunun için söylüyorum. Her ne kadar oradan bakınca öyle değilse de buradan bakınca öyle hissediliyor. Çünkü her kitabın hitap ettiği bir okuyucusu vardır. Ama asıl hedef daha fazla okuyucuya ulaşmak olunca biraz daha sade ve okuyucuyu tutan, yakalayan, zihnî yürüyüşünü ruhî açılışlarla buluşturan ayinlerin(s.168) çokça olduğu bir tablo oluşturulması daha yerinde olurdu. Bir de yan başlıkların azlığı konunun uzun olmasına ve okuyucuyu yorgun düşmesine neden oluyor. Bu kadar açılımdan sonra kitabın hakkını vermek lazım, hakikaten latif, istifadeli bir kitap olmuş. Tüm emeği geçenlerin ellerinize sağlık.
Çalışma, uzunca bir girişten sonra İslam Estetiğinin ilkeleri olarak, tevhid, ihsan ve Kur’an konusunu almış ki gerek bu bölümde ve gerekse ihsanın tezahürleri bölümünde ihsan açılımı çok yerinde olmuş. Yine bu tezahürler içinde hüsn-i hat ve tezhip, mimari ve tezyinat, şiir, musiki ve ayrı bir başlık altında resin konusu doyurucu bilgilerle okuyucuya sunulmuş.
Konu ile ilgili göze çarpan ve altı çizilen bilgiler şöyle toparlanabilir:
İslam kültüründe sanat hayatın bütün yönlerini kapsar. İçinde yaşadığımız evden geçimimizi sağladığımız çarşılara, yemek yediğimiz kaplardan kitap ciltlerine kadar bu sanatın girmediği alan yoktur. (s.31) Kısaca sanat dinin çok önemli bir dilidir. Sanatsız kalan bir din çok önemli bir ifade imkanından mahrum kalmış olur. (s.33) Batı sanatı ağırlıklı olarak insanı merkeze alıp ona dayandığı halde, İslam sanatı merkeze ilâhî mahiyeti yerleştirir. Bu sanat insanın çeşitli durum, çelişki ve çatışmalarını sergilemeye hemen hemen hiç önem vermez. Onun ilk ve son tutkusu ilâhî olandır. İslam sanatının en başta gelen özelliği sürekli ilâhî hazretle yüz yüze olduğunun bilincinde olmasıdır. Onun varlığının ve asaletinin kaynağı da budur. (s.37) Denilebilir ki İslam sanatına güç ve hız veren şey, bu, Allah’ın her yerde hâzır ve nâzır olduğu şeklindeki derin idrak olmuştur.(s.45) İslam sanatı, ilâhî güzelliği insanlara, güzelliği bu dünyadan kopararak hatırlatır. İslam sanatı Allah’ın güzelliğini, dünyayı başlı başına güzel kılmadan temsil etmeye çalışır; Allah’ın cemalinin ayet ve işaretlerini, insanlara, bunların sadece birer işaret olduğunu hatırlatacak şekilde sergilemeye gayret eder. (s.48) İslam’ın güzellik anlayışı kendisinde değer koyucu bir yün barındırır. Daha açık bir ifadeyle, bir şeye güzel demek onu övmekle aynı kapıya çıkar. Dilimizde yaygın olarak kullanılan, ‘Güzel Allahım…’ ibaresi veya Yunus Emre’nin, ‘Adı güzel, kendi güzel Muhammed’ dizesi bunun açık bir ifadesi olarak görülebilir. (s.70)
Kur’an’ın cennet tasvirleri de bedîî zevk ve tecrübe açısından başlı başına ele alınacak boyutlardadır. Bu tasvirler, âdeta şimdi orada yaşıyormuşuz izlenimi veren bir duygu yükü ile takdim edilir. Kur’an’ın bu anlatımları tam bir estetik ziyafet örneğidir: “Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız.” (Zuhruf, 43/71) Hele hele içinden ırmaklar akan bir bahçe olarak cennetin bizzat kendisi başlı başına estetik değer olan şeylerdir. (s.90)
Müslüman sanatçı, tabiattaki hiçbir şeyin Allah’ı temsil ya da sembolize edemeyeceği anlayışını mütemadiyen korumuştur. (s.47) Müslüman sanatçı, Allah karşısında bir muhalefet unsuru olabileceği endişesini doğurabilecek her türlü bireysel vurgu ve kibirden olabildiğince uzak durur. (s.195) İslam eserlerini yapan sanatçılar, bugün anlaşıldığı anlamda sadece sanat yapan kişiler değil, aynı zamanda bir düşünür, bir ahlakçı ve bir yol göstericiydiler. (s.26) İlimle güzelliği buluşturan geleneksel İslam dünyasında zanaatkar, sanatçı ve hatta ilim adamı arasında bir fark yoktur. İslam her şeyde mükemmeli, yani güzel olanı yapmayı gaye edinmiştir. (s.198) İslâm estetiğinde sanatkâr güzelliği yaratan değil keşfedendir. Sanatkârın Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler ortaya koyduğu vehmine kapılıp yaratma heyecanı duyması hoş görülmemiştir. İslâm estetiğinde başından beri "yaratma" problemi yoktur; sanat zaten var olan bir niteliği, güzelliği araştırmak, ifade etmektir. Bütün varlık Allah'ın boyasıyla boyanmıştır: "Allah'tan daha güzel kim boyayabilir?” (Bakara, 2/138). Gerçek güzellik nesnenin değişen niteliklerinde değil değişmeyen özündedir. (İA, 22/147)
Hüsn-i Hat ve Tezhip konusunda Hz. Ali’nin şu sözü de ilginçtir: “Yazının güzelliği, elin dili ve düşüncenin zarafetidir.” (s.139) Türk hattatlar elinde bu sanat harikulade güzellikte eserler ortaya koymuştur. “Kur’an Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı” sözü Türkler’in bu alandaki maharetlerini özlü bir biçimde dile getiren ifadesidir. (s.140)
Mehmed Âkif’in diri ve dinamik bir kul anlayışını dile getiren şu beytini zikrederek son verelim (s.122):
Âlemde ziya olmasa halk etmelisin halk!
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, kalk!