Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey
Zaten pek bir şey anlamıyorum, anladığımı unutuyorum, unuttuğumu hatırlamıyorum -bilinçli bir şekilde hatırlamamanın patenti bana aittir- falan, ortaya çıkanlar can sıkıntısını ötelemek için faydalı, onun dışında bir kere dönüp bakmış değilim ne yapmışım, ne okumuşum, ne olmuş, neymiş, bilemiyorum ve daha iyisini yapayım, daha eli yüzü düzgün olsun diyemiyorum, hayatta hiçbir şey için hiçbir şey diyemiyorum, her şeye tamam ama bu son iki üç kitabı, bir de bunu gerçekten hacamat ettim, edeceğim. Kusura bakmayayım ama hiçbir şeye zaman ayırasım yok, bir buna on beş dakikamı verebilirim, sonrasında The Wolfpack'i bitiririm, kimsenin ilgilenmeyeceği uğraşlarla şu anı kaybederim, nereye gideceğimi biri söylerse oraya giderim. Biri bir yere gitmemi söylesin istiyorum.
Söğüt'ten bir ortalık hikâyeler romanı daha. Ortalık; dileyen birini seçip giyebilir ve kimliğini değiştirebilir, bir ölünün yerine geçebilir, bir hayatı kaldığı yerden devam ettirebilir. Yazılan, yazılmayan hayatların içinde kayboluş, cinslerin eşliği, belirsizliğin getirdiği tekinsiz dünya, ara sokakların fahişesi, fahişeye aşık bir yazar, Madam Arthur Bey'in madamlığı ve beyliği, zamanın ve dünyanın enginliğinde son bir hava kabarcığı.
Madam Arthur Bey'in yaşadığı Kara Yalı yola ve denize bakıyor, önünden bisikletler, arabalar ve gemiler geçiyor. Sayısız insan eder bu. Maria bir gün çıkıp geliyor ve yalıya sığıntı oluyor. Balkan memleketlerinden kaçan Maria'nın çocuğu ve eşi orada kalmış, siyasi karışıklıklarda öldürüldüler. Eşi mi öldürmüştü çocuğu, isyancılar mı, Maria mı kaçmıştı, eve gelip Madam Bey'in kendisini kabul etmesini mi ummuştu, öyle bir şeydi. Sonuçta o evin vanilyalı kurabiyelerini ve çayını Maria'dan sorar oldular, Madam Bey kadını da bir replikası haline getirdi, acıları hariç. Maria konuşmamış olabilir, kelimelerinin ağzından çıkmalarına engel olmuştur ki acısı da içinde saklı kalabilsin. Her konuşma bir başka kişiyi aralar, öyleyse hiç konuşmamak hiç kişi olmak demek. Bir şey olana kadar. Pozisyon almaya zorlanır insan, yaşamın neler getireceği bilinmez. Mesela Olcayto.
Olcayto roman yazmak istiyor, Neslihan'a aşık ama karşı penceredeki Neslihan hayatın kendisini sürüklediği kadınlığını yaşamak zorunda, Olcayto'ya pek teşne değil. Belki Olcayto'nun ürünüdür. Olcayto bir roman yazmıştır, romanda Neslihan'ı yaratmıştır da başlardaki falcı kadın, şu kanat kesiği ele gelen falcı, Neslihan'ın annesidir, neler nelerdir, Olcayto'nun yazdığı gerçekler ve yalanlar dünyayı genişletir de her türlü ihtimali göz önüne getirir ya, Madam Bey'in "dünya çok büyük, zaman çok geniş" safsatasına çıkarız. Dünya büyük, zaman geniş, öyleyse insanların karşılaşmaları mümkün değil. Aralarda büyük boşluklar varsa kimse birbiriyle anlaşamayacaktır, önce doldurulmak gerekir. Olcayto'nun işi. Olcayto Madam Bey'in evine gidiyor da beyimiz berjer koltuğunda oturuyor, üstelik bu koltuğun lafzı birkaç kez geçiyor, üstelik Söğüt Bernhard'a bir muziplik yapıyor da sarmal yapıyı, anlatıyı ödünç alıp kendi karakterlerini de işin içine katınca kesilen odunların sesi Madam Bey'in bahçesinden duyuluyor sanki. Madam Bey'in kurmak istediği hayaller/hayatlar var ve Olcayto'dan daha iyi bir kalemi yok, tanışmalarının ardından bir dolu fotoğrafı Olcayto'ya vermesinin anlamını farklı yaşamların özlemine bağlarız. Bence. Böylece Olcayto fotoğraflardaki işkence anları yüzünden yavaş yavaş delirirken, annesinin kim olduğunu merak ederken, kendi yaşamını en baştan kurmaya çalışırken yavaş yavaş Madam Bey'in zapt edici hayallerinin etkisinde kaldığını fark eder. Evi taşlamaya gittiğinde içeri girer ve ölmek üzere olan Madam Bey'in yerine geçer. Uydurukçuluk bir makam gibidir, sürmesi gerekir ve Olcayto'dan daha iyi bir uydurukçu yoktur.
Madam Bey'in işkence fotoğrafları. Beyimiz siyasi olayların patlak verdiği zamanlarda işkenceci olabilir, Maria kendi çocuğunu öldürmüş olabilir, diğer karakterler hiç var olmamış olabilir, iş kurguysa oyunun sonu yok. Güzel bir oyun oynuyor Söğüt.