Bir Terapi Olarak Hayatın Anlamı
Dr. Victor Emil Frankl, bir psikoterapi türü olan logoterapiyi ortaya çıkaran Avusturyalı bir tıp doktoru (1905-1997). Aile üyeleriyle 1942’den 1945’e kadar Nazi toplama kamplarında kalması, belki de hayatının en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Auschwitz ve Dachau da dahil dört kampta geçirdiği günlerden sonra Viyana’ya dönerek deneyimlerini ve teorilerini eser haline getirdi.
Frankl’in anlam arayışının çocukluk dönemlerinden başladığını başka bir eserinden öğreniyoruz. Daha üç yaşındayken doktor olmaya karar veren yazar, dört yaşındayken, bir gece ölmekten kurtulamayacağı düşüncesiyle yerinden fırladığını anlatıyor: “Gerçi aslında hayatımın hiçbir döneminde ölmek korkusu değildi bana musallat olan; daha çok bir tek şu soruydu kafama takılıp duran: Hayatın geçiciliği onun anlamını yok ediyor muydu? Bu sorunun sonunda ulaşabildiğim cevap şu oldu: Kimi bakımlardan zaten asıl ölüm hayata anlam kazandırıyordu (…) Yaptığımız, ortaya koyduğumuz, yaşadığımız ve öğrendiğimiz ne var ne yoksa bunları geçirmiş olma hali içine yollayıp kurtarıyorduk ve hiçbir şey ve hiç kimse onları bir daha dünyanın içinden silip atamıyordu.” (Hayatın Anlamı ve Psikoterapi, s. 10)
İnsanın Anlam Arayışı’nın somut bir esere dönüşmesi, esaret günlerini izleyen dönemde gerçekleşiyor (1945). Otuzdan fazla dile çevrilmesi ve milyonlarca satış rakamlarına ulaşması kitabın ne denli karşılık bulduğunun açık delili. Orijinal Adı, Man’s Search for Meaning olan eserinde Frankl, aslında logoterapiye giriş yapıyor denilebilir. Logos, Latince bir kelime ve tam olarak ‘anlam’ kelimesine karşılık geliyor. Logoterapi ise insanın, hayatının kişisel anlamını bulmasına yardımcı oluyor. O’na göre içinde bulunduğu en kötü şartlarda dahi hayatını devam ettirmek için insanın bir anlam arayışı vardır, bu da hayatta kalmak için bir motivasyon kaynağı olarak durmaktadır. Frankl, intihara kadar götüren umutsuzluğa karşı çözüm olarak hayatın somut gerçekliği içinde anlam arayışını gösteriyor.
Psikanalizde geçen insan hayatındaki birincil hedefin “haz” olduğu ve insanı güçlendiren en temel unsurun “güçsüzlük” olduğu görüşüne karşılık logoterapi, esas olarak hayattaki anlam arayışının insanı harekete geçirdiğini, anlam arayışının bir motivasyon sağladığını savunur. Geçmiş yaşam öykülerinden ziyade geleceğe ve anlam arayışına yönelik bir tedavi yolu izler.
Kitabın üçte ikilik kısmı, yazarın 2. Dünya Savaşı’nda esaret altında geçirdiği kamp günlerinde yaşadıklarını içeriyor. Burada yaşananlar sayesinde logoterapiyi inşa ediyor. Kampa alınan insanların, kampa giriş sonrası, kamp hayatına uyum sağlamasına ve hayatta kalabilirse serbest kalmasına kadar olan dönemde yaşananlar yazarın gözünden önümüze seriliyor. Kalan üçte birlik kısımda ise logoterapinin genel ilkeleri açıklanıyor. Aslında kitap, ilk yazıldığında sadece anılardan oluşuyormuş, yayıncının isteği üzerine teorik kısım da eklenerek esere son şekli verilmiş.
Oldukça sade ve anlaşılır yazılmış bir eser. Çevirisi başarılı. Kamp günlerine dair anlatılanlar, can sıkıcı olsa da akıcı üslubuyla heyecanla okunan, çokça dersler çıkarılacak kıymetli bir kaynak.
Kitabın sonundan bir alıntıyla yorumu bitirelim: “Azizleri” anmaya gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını elbette sorabilirsiniz. Sadece onurlu insanları anmak yeterli olmaz mı? Bu insanların azınlık olduğu doğrudur. Dahası, hep azınlık olarak kalacaklar. Ama ben burada, azınlığa katılmaya yönelik bir çağrı olduğunu anlıyorum. Çünkü dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek.
Bu nedenle uyanık olalım; iki anlamda uyanık olalım:
Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz.
Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz. (s. 166)
Victor Frankl’in, konuyla bağlantılı olarak, insanlığın ayakta kalabilmesi ve yaşanan felaketleri bir daha yaşamaması için ortak değerler oluşturulması gerektiğine dair konuşmaları için bkz.:
bit.ly/3plH1C2 (Çeviri Konuşmalar)
bit.ly/3JUzdAF (Kitlesel Suç Yoktur-1988)
İyi Okumalar!