Yılmaz Karakoyunlu, radikal bir tavır içerisinde; kitabını kapaktan “anı-roman” olarak adlandırıyor ve doğrudan gerçek tarihsel şahsiyetlerle, somut tarihi olaylarla kurguluyor hikayesini. Ancak bu tarihi olayların ne önemi ne de farklı yorumları var; okuduğumuz Cumhuriyet'in kuruluş yıllarından 1960’a kadar uzanan bir dönemde öne çıkan insanların, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Adnan Menderes gibi tanınmış şahsiyetlerin mahrem tarihleri... Böylelikle Nazım Hikmet'in annesi Celile hanım ile Yahya Kemal, Nazım’la Piraye ve Adnan Menderes’le opera sanatçısı Ayhan Aydan arasındaki aşklara tanık oluyoruz. Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Celal Bayar gibi isimlerin yanı sıra çok sayıda tanıdık yazar, politikacı ya da komünist de hikayeyi renklendiriyorlar. Renklendirme sözcüğü lafın gelişi; 565 sayfalık bu yarı belgesel yarı magazinel roman bir türlü renklenemiyor. Çünkü romanın ardalanındaki tarihi ve o tarihin aktörlerinin hayatlarını tarih kitaplarından, anılardan, sinemadan, belgesellerden çok iyi biliyoruz zaten. Karakoyunlu, bu bilindiklikleri okumanın yaratacağı sıkıntıyı, sözünü ettiğim tanınmış şahsiyetlerin -o şahıslardan başkasının bilemeyeceği ve bilmesinin de üzerine vazife olmadığı- mahremiyetlerini ihlal ederek dağıtmaya çalışmış. Mesela Menderes, “tatarım, bana bir oğlan doğur” diye sarılıyor Ayhan Hanım’a, Yahya Kemal, Nazım’a hayranlığını dillendiriyor, Piraye Nazım’ın kendisini cinsel obje gibi görmesinden şikayet ediyor, vs.vs…
Kısaca özetlersek, gerçekle kurmacayı iç içe geçirmiş Karakoyunlu; kendi ifadesiyle “tek tek o dönemin bütün belgelerini gözden geçirmiş, notlarını almış, birbirleriyle tutarlı olanları tespit etmiş ve onlardan istifade etmiş”, ama bütün bu gerçeklik tutkusuna hiç uygun düşmeyen, aslında pek de anlaşılamayan bir uyarısı da var; “bu bir romandır, kimsenin hayat hikayesi değildir… Evet, sonuç itibarıyla anlattığım olaylar gerçek ama anlatış biçimi bana ait”. Kurgusal dünya ile gerçek dünya arasında gidip geldiğini, gerçek hayatlar üzerinde gönlünce oynadığını söyleyen Karakoyunlu, etik bir tartışmanın kapısını aralıyor. Mekan tasvirleri, karakter tahlilleri, anlatım tekniği, dili, kısaca edebi özellikleri açısından da vasatın ötesine geçmeyen “Yorgun Mayıs Kısrakları”, tam da bu etik sorunsal nedeniyle önemli hale geliyor.