Nuriye Akman, hayalle gerçek arasında gidip gelen, kutsal kitaplardan, tasavvuftan, masallardan, efsanelerden beslenip metaforlarla zenginleşen alegorik hikayesini yer yer fantastik dünya algısına eşlik eden folklorik bir dille anlatmış; bu bölümlerde Latin Amerikanın büyülü gerçekçiliğine yaklaşıyor Akman. Sırrı’nın ağaçlarla bütünleştiği bir andan yaptığım bir alıntı ile örneklemek istiyorum; “Sırrı'nın ağaç olduğu vakitler, dünyadaki tüm bıçakların sapı, ihtiyarların bastonu, kayıkların gövdesi, evlerin, kalelerin kapıları, çocuk taşıyan beşikler, azgın suların üstündeki köprüler, kuyuların çıkrıkları ürperdi, içleri bir hoş oldu.”
Sona gelindiğinde ise kendi içine kapalı, durağan köy yaşantısı, pek çok taşra anlatısı gibi “Nefes”te de dışarıdan gelen bir yabancının varlığı ile kabuğunu kıracak, Gaffar'ın “daire biçiminde, sularında hiç kıpırtı olmayan, üzerine tek bir yaprağın bile düşmediği, kimselerin varlığından haberdar olmadığı ıssız tepelerin arasında volkanik bir göle benzettiği” hayat, Sırrı için yeni bir doğum anını ateşleyecektir.
“Nefes”in hayalle gerçek arasındaki salınımının gerçeklik duvarına çarptığı, fantastik anlatının yerini varoluşsal meselelerin -dilbilim üzerinden yürütülen- felsefi tartışmasına bıraktığı sayfalarına gelindiğinde başlıyor anlatım problemleri; Can’ın Gaffar’a karşı Saussere, Wittgenstein, Schopenhauer, Hegel, Rousseau, Leibnez gibi filozaflara göndermeler ya da davranışçı anlambilim, gösterge, ruhbilimsel dilbilim gibi kavramlar eşliğinde verdiği felsefe kavgası, Gaffar’ın “bu bilimsel malumatfuruşluğa mistik kılıcıyla karşı çıkışı”, Tabende’nin Can’a gerçeklik duygusunu yitirtecek ağırlıktaki sözleri, kelimelerin kökenine yüklenen metafizik anlamlar, önceleri yıkanamamaktan şikayetçi olan Can’ın buralarda memleketindeki gibi “kirlenmediği”nden giderek yıkanma ihtiyacı bile duymayışı, memleketindeyken korkup yabancılaştığı ölümün buralardaki doğallığının verdiği rahatlama, tuttuğu üç günlük orucun hafiflettiği ruhu, hissettiği doygunluk ve bunlara benzer diğer ruhsal/zihinsel dalgalanmalar, doğrusu “uygarlıklar savaşını” bu coğrafya lehine sonlandırma gayretleri olarak hem biraz basit kaçıyor hem Güneydoğunun kuş uçmaz kervan geçmez bu köşesi söz konusu tartışmalar için inandırıcı bir mekan olmanın çok uzağında kalıyor hem de masal dilinden felsefe diline geçişin keskinliği hikayenin bütün kurgusunu zedeliyor. Hele ki, güncel siyasi meselelere dokunma isteğiyle romana karikatürize edilerek katılan PKK militanı ve onun sarf ettiği yapay sözler, metindeki yazar müdahalesini çok belirgin bir hale getirmişi Sonuçta, iyi başladığı yer yer etkileyici bir anlatım yakaladığı romanını çok uzatmış, konuyu dağıtmış ve toparlayamamış Nuriye Akman.