Toplam yorum: 3.086.813
Bu ayki yorum: 6.500

E-Dergi

denizmavi Tarafından Yapılan Yorumlar

27.12.2003

Eser, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yapıldığı sırada Türkiye’ye gelen ve Wilson ilkelerini uygulama konusunda çalışmalar ve gözlemler yapan general Harbord’un ziyaretini ele alarak başlıyor. Ermeni katliamı konusu generala iletiliyor ve Halide Edip Hanım generale bu konu ile ilgili savunmasını yaparken “Ermeni katliamı konusu doğru olsaydı, bu şikayeti size yapan Ermeniler de hayatta olmazdı” diyor. Ben de bir okur olarak sistemli ve organize bir Ermeni katliamı olduğu görüşünde değilim ancak, nasıl ki Amerika’da az sayıda da olsa Kızılderili kalmış olması, Amerikada Kızılderili katliamı olmadığı anlamına gelmez ise, Türkiye’de de bir miktar Ermeni bulunması böyle bir iddianın asılsızlığı için yeterli delil olamaz. Bu konudaki savunmalar daha mantıklı ve akıllı savunmalar olmalıydı. Sanırım Halide Edip Hanım gibilerin yaptığı böylesi düzeysiz savunmalar yüzünden sesimizi gereği gibi duyuramadık.
Yazar, Sivas kongresinde görülmesi düşünülen Amerikan Mandası meselesi hakkında ise Kazım Karabekir’in Manda konusunu bu haliyle mecliste görüşülmesine karşı çıktığını belirtiyor. Kazım Karabekir’in konu ile ilgili anılarını yazdığı “Paşaların Hesaplaşması” adlı kitabında ise Manda konusunu hiç bir haliyle ve hiç bir şekilde gündeme alınmamasını, tek bir fert olarak dahi kalsa sonuna kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduğunu yazıyor. Cemal Kutay’ın bu anılardan haberi olmaması mümkün olamaz.
Eserde Sivas kongresi hakkında geniş bilgi verildikten sonra kongrenin ağırlıklı gündemi olan Amerikan Mandası hususunda yapılan müzakereler anlatılıyor. Refet Paşanın düşünceleri önemli; Manda adından çok manasına önem vermek gerekir diyor. Mandayı isim olarak kabul etmesek dahi dolaylı yoldan bir yardıma mecbur kalırsak asıl tehlike buradadır diyor. Ayrıca General Harbordun Ermeni meselesiyle ilgi olarak Erzurumu ziyarete ikna edilmesi ve burada Kazım Karabekir ile görüşmesinin sağlanması kitapta açıklanmış. Yakın tarihimizi farklı bir noktadan görmek için faydalı bir eser.
24.12.2003

Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in dördüncü eşi Nevzat Hanım’ın anıları kitabın ilk 50 sayfasını içeriyor. Fakat anılar son derece tutarsız ve oyuncakları elinden alınmış bir çocuğun feryadını andırıyor. Sanremo’da parasız kalındığında kendi ziynet eşyalarının satıldığını anlatmasından anlayabiliyoruz bunu. Vahdettin’in saraydan kaçarken yanına 20 bin İngiliz Lirası alarak kaçtığını söylüyor. Bu çok yüksek bir meblağ, hem apar topar kaçıldığını anlatıp, hem de bu kadar paranın yanına alınabilmesi çok çelişkili. Vahdetti’in Sanremo’da mütevazi bir köşkte barındırıldığı söyleniyor. Fakat sıkıntı içinde öldüğü ve tabutuna bile haciz konulması bu kadar para ile kaçılmasını doğrulamıyor. Nevzat Hanım, Vahdettin ile istemeden evlendirildiğini belirtiyor fakat Vahdettin’in kendisiyle evli kalmak istemeyen başka bir kadınını ise nasıl anlayışla boşadığını anlatıyor. Bunlar hep birer çelişki. Vahdettin Vatanı düşmanlara sattı diyor. Halbuki Vahdettin 4 Temmuz 1918 yılında tahta çıktı, yani Birinci Dünya Savaşının bitiminde. Savaştan sonra tahta çıkan biri nasıl vatanını satmış olacak. Öyle olsa bile İkinci Meşrutiyetten sonra (1908) padişahlık sembolik bir hale düşmüştü, devlet yönetimi İttihat ve Terakki Partisindeydi. Savaş, padişah iradesi dışında gerçekleşmişti. İ. ve Terakki liderleri savaş sonunda yurtdışına kaçtı, yerine de rakibi olan Hürriyet ve İtilaf partisi liderleri yönetimi ele aldı. Bu durumda olsa olsa H.ve İtilaf partisi liderleri ve bu partinin sadrazamı Damat Ferit sorumlu tutulabilir diye düşünüyorum.
50.sayfadan sonra ise 150’liklerin maceraları anlatılıyor. 150’likler diye adlandırılanlar ise bilindiği gibi, saltanatın kaldırılması sırasında saray arkanı ya da saraya yakın kimselerden İngiliz elçiliğine iltica ederek yurtdışına gidenler. Bunların içinde ağırlıklı olanlar ise, o dönem iktidarda bulunan Hürriyet ve İtilaf partisi liderleri, Kuvayi İnzibatiye Liderleri, Damat Ferit yanlısı Valiler, Şeyhülislam vs. gibi kimseler. Bu kişilerin bazıları Vahdettin Malta’ya kaçtığı için orayı tercih etmişler, bir kısmı ise Mısır, Romanya ve Yunanistan’ı tercih etmişlerdi. Bu kişilerin anılarını ise S.S rumuzlu bir kişi derlemiş ve 1937 yılında önce Tan gazetesinde yayınlamış. Anılar derlenirken fazlaca şahsi yorumlarda bulunulmuş. Örneğin; Hicaz kıralı ile olan bir görüşmesinde Vahdettin için; “şeytan ruhlu ve fikirli Vahdettin kralın niyetini anlayarak teklifini reddetti” ifadesinde bulunmuş. Halbuki olay ne ise onu yansıtmalı, Vahdettin hakkındaki farazi yorumları okuyucuya bırakmalıydı.
Vahdettin ve 150’likleri sonu ile ilgili bilgi edinmek isteyenler için güzel bir kitap, yazarın şahsi yorumlaraına kapılmamak şartıyla.

24.12.2003

Fazlı Necip’in Deli İbrahim dönemini anlatan, bu dönemde sarayda veya saraya yakın yaşayan kadınlar, paşalar, vezirler ve yeniçeriler üzerine kurgulanmış bir romanı. Romanın baş kahramanları ise Deli İbrahim, annesi Kösem Sultan, yeni gözdesi Nuru Ayn Sultan, eski gözdesi Şekerpare Sultan, Mısır valileri Nakkaş Paşa ve Maksut Paşa, İdam edilen Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Linç edilen Hazerpare Ahmet Paşa ve benzeri diğer saray erkanı. Sarayda geçen iktidar mücadeleleri, padişah hanımlarının ve analarının egemenlik mücadelesi ve sadrazamlık savaşlarını sürekleyici bir uslupla hikaye edebilmiş yazar. Kaybedenin sonunun ölüm olduğu bu mücadelelerde dönemin tüm zaaflarını, çürümüşlüğünü ve Osmanlıyı yıkan sonun başlangıcını gözler önüne seriyor yazar. İbrahim’e her ne kadar “Deli” lakabı takılmış ise de saraydaki tek delinin o olmadığını görüyoruz bu romanda.
Tarih sevmeyenlere sevdirecek bir roman, tarih sevenler ise hiç kaçırmasın bu kitabı.Özellikle öğrenciler bu romanı okurlarsa Osmanlı’nın ilgili dönemini çok rahat kavramış olurlar.
24.12.2003

Dr. Yaşar Kalafat, Kırım ve Kuzey Kafkasya’dan sonra bu kez de aynı hassasiyet içinde Güney Kafkasya’yı dolaşıyor, yerel halk ve yöneticilerle görüşüyor ve izlenimlerini bu kitapta topluyor. Bu kitapta ağırlıklı olarak Nahcivan bölgesine yer verilmiş, kitabın yarısından fazlası bu bölgeyi içeriyor. Nahçıvan coğrafi olarak da Anadolu’nun bir uzantısı olduğundan, haliyle Anadolu kültürü ile aynı özellikleri taşıyor. Nahçıcan’da 1995 yılında yapılan, Ermeniler tarafından katledilmiş Türkler için anıt mezarın açılış törenine katılan yazar, açılışta dünyanın çeşitli yerlerinden gelen araştırmacıların yaptıkları konuşmalardan bazı özetleri de kitaba eklemiş. Bu açılışta Ermeniler’in haklılığına dair yapılan konuşmalar da dikkat çekiyor. Kitapta ilaveten Azerbaycan ve Gürcistan bölgesindeki halkın kültürel yapısı incelenmiş. Yazarın özellikle vergulamaya çalıştığı konu ise dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk kökenli halkların dağıldıkları coğrafi konumun yaşayış tarzından etkilenmiş olsalar da temel de aynı kültür temeli üzerine kurulu olduklarını halen terkedilmemiş inanç ve yaşayış tarzlarından örneklerle ortaya koyuyor. Örneğin; doğum, evlenme, ölüm gibi olayların merasimleri dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış tüm Türk halklarında büyük oranda aynı olduğu görülüyor.
24.12.2003

Yazarın Kırım ve Kuzey Kafkasya gezi notlarından oluşturduğu bir kitap. Yüzyüze görüşmelerle meydana getirilmiş bir eser. Fakat bazı münferit konularda biraz fazla genelleme yapıldığına rastladım. Mesela; 19-20 yaşlarında evlilik yapıldığını ve eşler arasında 1-2 yaş farkı bulunduğunu yazıyor. Bütün bir coğrafyada sözbirliği etmişçesine aynı yaş ve yaş farkıyla evlenilmesi mantığa pek uygun gelmiyor bence. Bölgede yaşayan Yahudi Türklerle görüşmeler yapılmış ve bu halk hakkında kitapta geniş yer verilmiş. Hazar Türklerinin kalıntılarından olan Karaim, Kırımcak ve Karay Türkleri Yahudi inancına sahip olmalarına rağmen İsrailli Yahudilerden oldukça farklı olduğunu görüyoruz. Tüm Türk halklarında bulunan eski Şaman kültürünün izlerini onların da devam ettirdiği görünüyor. Tüm dünyada toplam 4500 kişi olan ve yarısının Kırım’da yaşadığı anlaşılan Yahudi Türkler hakkında daha derin bilimsel araştırmaların yapılmasına ihtiyaç olduğu görüşündeyim. Eserde ayrıca Dağıstan ve Çeçenistan bölgesine geniş yer verilmiş. Bölge halkının içinde bulunduğu ihtilaflı durumdan Ruslar’ın hayli faydalandığı anlaşılıyor.