Bilginin ilk aktarımı genetik. Alet kullanmak ve tabii ki ölmemek sosyal öğrenme yoluyla gerçekleşti, işaret dili keza, yazının icadıyla birlikte örgün eğitimin ortaya çıktığını söylüyor Konrad. Günümüzdeki anlamıyla okul ilk olarak Eski Mısır’da ortaya çıkmış. Bir mezar taşında yazdığına göre gömülü kişi okula gitmiş her duacısına öbür tarafta yardım etmeye niyetli, “okul”un geçtiği ilk metin bu. Eğitim çok zor, en az dört yıl sürüyor ve yedi yüz resimsel sembolü öğrenmeyi gerektiriyor. Beş yaşından itibaren eğitim görmeye başlayan Mısırlılar sınıf ayrımı olmaksızın eğitim alabiliyorlar, esas mesleki eğitim bu okuldan mezun olduktan sonra usta-çırak eğitimi. Burada ayrım var, çiftçiler ve askerler bu eğitimi almıyorlar mesela. Büyük İskender’in Mısır’ı işgalinden sonra Yunan gymnasion‘una benzer kurumlar ortaya çıkıyor, Yunanca öğrenmek devlet memurları için önem kazanıyor. Bireysellik, eleştiri gibi insani değerler bu değişimden sonra Mısır’a uğruyor, tabii ortada Mısır diye bir şey kalmıyor artık. Atina’da sanatçıların ve filozofların döneminde “toplum yurttaşlaştı” ve başka beceriler önem kazanmaya başlıyor, MÖ 400’de ders içerikleri, öğretmen atamaları gibi eğitim sistemi kurallarını belirleyen bir kanun çıktıktan sonra Dil bilgisi dersleri öne çıkıyor. Temel müzik, dans gibi dersler de var, edebiyat derslerinde Homeros’un metinleri üzerine çalışılıyor. “İki didaktik, yöntemsel anlayış” mevcut, Platon’un MÖ 387’de kurduğu ilk felsefe akademisi modern ders kavramının ortaya çıktığı kurum olarak kabul ediliyor. Bu sistem kölelerin ve alt tabakadan insanların sağladıkları boş zaman sayesinde ortaya çıkıyor, eğitimcilerin sahip oldukları boş zamana scholé denmesi acayip manidar. Helenistik dönemde okula kadınların da özgürce erişebilmesi dönemin son önemli olayı.
Roma’da müzik ve dans eğitimi yok, felsefe de bir süre sonra hor görülüyor zaten. Bunlar hanım evlatları için, hali vakti yerinde olanlar retorik, mimarlık ve tıp eğitimini tercih ediyorlar. Başlangıçta ders içeriklerini küçümsedikleri Yunanlardan alsalar da bir süre sonra kendi içeriklerini oluşturuyorlar. “Trivium” adı verilen temel eğitim sisteminde dil bilgisi, retorik ve diyalektik üçlü bir yapı oluşturuyor, sonraları aritmetik, müzik teorisi, geometri ve astronomi karışımı olan bir dersle birlikte “Quadrivium” ortaya çıksa da ağırlıklı olarak Trivium öğretilmiş. “Yunanistan’dan farklı olarak Roma İmparatorluğu’nda öğretmenin belli bir saygınlığı vardı. Sezar’ın yönetiminde bu öğretmenlere, devlete daha sıkı bağlansınlar diye zahmetsizce vatandaşlık hakkı tanındı. Bahsi geçen Vespasianus’un öğretmen maaşlarını, devlet kaynaklarından karşılanacak şekilde düzenlemesiyle, fiilen bir devlet eğitim sisteminin kuruluşundan bahsedilebilecek duruma gelindi.” (s. 20)
Orta Çağ’da yeni dinlerin ortaya çıkmasıyla ortalık karışıyor, Hristiyanlıkla paganizmin çatışmaları ilk aşama. Özellikle Constantinus döneminde kiliselerin inşa edilmesiyle birlikte paganlık ortadan kalkmaya başlıyor, olimpiyat oyunlarının son defa yapıldığı yıl 394. Roma eğitim sistemi çöktükten sonra İncil’in öğretilmesine dayanan bir anlayış doğuyor, ilginçtir ki Hristiyanlık inananlardan okuma yazma beklemiyor. Hristiyanlığın bilimsel olarak da savunulmasını isteyen düşünürler katedral ve manastır okullarının müfredatına artes nam eğitimi sokuyorlar, maksat din adamı yetiştirmek. Retorik gücünü kaybetti ama güzel konuşmak hâlâ önemliydi, Romalı düşünürlerin metinleri sıklıkla kullanıldı.
12. ve 13. yüzyıllardan itibaren fizik, ekonomi, tarih gibi dersler önem kazanınca eğitimin laikleşmesi gerekti, bu da başka bir çatışma. Kilise’nin verdiği eğitim hızla değişen dünyanın ihtiyaçlarını karşılayamayınca alternatif okullar ortaya çıktı, hesap kitap işlerine ağırlık verildi. Uzmanlık alanları her bir okulun farklı dallarda tanınmasına yol açtı, iyi bir eğitim almak isteyenler birden çok okula gitmek zorunda kaldılar. Dinî eğitim veren okullar öğrencilerin üniversiteye hazırlandığı okullar haline geldi, Kilise’yle devlet arasındaki çatışmaların sonuçlarından biri bu. Konrad meseleyi Almanya üzerinden ele aldığı için okulların o civardaki seyrine odaklanıyor. Reform’a genişçe bir yer ayırmış. Kilise’nin okulları cortluyor tabii: “1525 yılında Almanya’nın güneyindeki bir şehir kroniğinde bu durumdan şöyle yakınılmıştır: ‘Artık neredeyse hiç kimse çocuklarını okula göndermek ve çocuklarının eğitim almasını istemiyordu çünkü insanlar Luther’in yazılarından, rahiplerin ve akademisyenlerin halkı alçakça kandırdığını öğrendiler.’” (s. 40) Protestan ülkelerde Latince eğitim sürdü, başlarda Almancaya yer verilmediyse de 1750’lerden itibaren eğitimin dili Almancaya döndü, her ülke kendi dilinde eğitim vermeye başladı. Liseden sonra üniversiteye devam edenler genellikle üst sınıftandı, daha sonraki yüzyıllarda eğitimli burjuvazinin temeli.
Son bölümlerde Hitler zamanının ve sonrasının eğitimine odaklanıyor Konrad, Almanya’nın bölünmesiyle birlikte ortaya çıkan iki anlayışı Werk ohne Autor‘da görebiliyoruz, şahane film. Hitler döneminde Kilise’nin okullarına dokunuluyor ama dokunulmuyor, denge politikası. Öğretmen alımları ve eğitim süreci muazzam ölçüde değişiyor, bir kere Nazi olmayan öğretmen olamıyor, halihazırda çalışan öğretmenlerden belli kurumlara üye olmayanlar meslekten bir şekilde uzaklaştırılıyor. Gençlik örgütüne üye olan öğrencilerin haftada birkaç gün izinleri var, okula gitmiyorlar. İspiyonculuk yüzünden öğretmen kalmayınca kurallar esnetiliyor ama savaşın son demleri zaten, bir süre sonra her şey yerle bir olacak. Birleşmeden sonra Doğu Almanya’nın eğitim kurumları Batı’dakilere entegre edilse de köklü bir değişimden bahsetmiyor Konrad, sonradan gerçekleşmiştir muhtemelen.
İyi bir kaynak, okulun ve eğitimin geçirdiği değişimleri görmek isteyenler kaçırmasınlar.