Onaylı Yorumlar

Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
16 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Göçebe Halk : Tuvalar
Eser, Moğolistan'ın vahşi batısında, Altay dağlarında yaşayan ve küçük bir topluluk olan göçebe halk Tuva'yı anlatıyor. Yazar Galsan Çinag da bu bölgede yetişmiş biri. Eğitimini Almanya'nın Leipzig kentinde tamamlamış. Kendisi Türkçe konuşan bir halk olan Tuva'nın başındaki kişi. Etnoloji alanında doktora yapmış yakın dostu Amelie Schenk'le yaptığı sohbetleri derleyip kitap haline getirmiş. Kitabın iki yazarı varmış gibi görünse de asıl hikayeyi Galsan Çinag anlatıyor. Amelie Schenk ise genellikle "sen" veya " siz" diye hitap ettiği kişi rolünde ve kitabın bazı bölümlerinde devreye giriyor.

Tuvalar, "Gök babamız, toprak da anamız" diyerek göçebe bir toplum olduklarını belirtirler. Doğa onlar için her şeyden önemlidir. Dağlar, bozkırlar, ırmaklar, buzullar ve ağaçlar onların yaşam alanıdır. Tek renkliliği sevmezler, daima renkli olanları tercih ederler. Kokuya değer verirler. Onlara göre insan havanın, toprağın, suyun kokusunu alabilmelidir. Her an: "Ey Bay Aldayım" yani "Ey zengin Altayım" diyerek şükranlarını dile getirirler. Onlar için en büyük ihsandır Altaylar.

Söyleyecekleri bir söz varsa, konuşmak için değil gerçekten yürekten hissettikleri için cümle kurarlar. Dilleri simgesel açıdan çok kuvvetlidir. Barışçıl insanlardır. Mümkün oldukça bir arada yaşamaya özen gösterirler. Biri öldüğünde bunu ölen kişinin ailesine adaba uygun söylerler. Direkt olarak "öldü" denmez. Tuza gitti denir. Yani ölüme yürüdü.

Tuvalar az pişmiş et yemezler, sütü bile asla çiğ içmezler. Dünya kültür mirasına önemli katkıları vardır: Gırtlak müziği, şamanlık ve destanlar...

Çok sık fotoğraf çektirmezler. Onlara göre fotoğraf çektirmek ruhu yaşlandırır. Aynalardan uzak dururlar. Evlilik konusunda kuralları vardır: kendi boyuna mensup kişilerle asla evlenmezler. Çıkıp gelen misafire asla neden geldiğini sormazlar. Birine hediye verilirken teşekkür beklemezler. Hediyeyi alan da sadece giderken teşekkür eder. Göçebeler aylak olmayı sevmez. Büyüğünden küçüğüne herkes çalışır. Savaşları çok onurludur. Asla aile bireylerine zarar verilmez bilakis sahip çıkılır. Ayı eti onlar için yara tedavisinde kullanılan bir şifadır. Ulad adlı karatavuklarının eti de hastalıkları iyileştirir. Tuvalar çadırda birbirleriyle sessizce, bir dikenli kirpi gibi birleşirler. Velhasıl Tuvalar farklı etnolojiye sahip insanlar topluluğudur.

Tuvalar, 1500 yıl önce Orta Asya'da hüküm sürmüş Toba İmparatorluğu'nun halefleridir. Günümüzde dünyanın üç farklı ülkesinde yaklaşık 300 binden fazla Tuva yaşamaktadır. Bunların çoğu başkenti Kızıl olan bugünkü Tuva Cumhuriyeti'ndedir. Geri kalanlar ise Moğolistan ve Çin'in kuzeybatısındadır.

Kapsamlı bir bilgi derlemesi olan bu kitap farklı bir topluluğu tanımak isteyen okurlar için oldukça dikkat çekici nitelikte.
Yanıtla
6
0
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
07 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Yıkılışın Paşası
Yıkılışa giden yol hatalar, zafiyetler ve hıyanetlerle doludur. Her canlı gibi devletlerin de birer ömürleri var, devletler de vade geldiğinde öyle ya da böyle tarih sahnesinden silinirler. İşler yolundayken her şey iyi gider, olmadık yerlerden destek gelir. Ancak aksilikler bir başlayınca da her şey ters gidiyormuş gibi tüm belalar birden sökün eder. Osmanlı Devleti’nin son on yılı da adeta tüm aksiliklerin yaşandığı ilginç bir dönemdir. Yazar böyle ilginç bir dönem içerisinde cesur bir hareketle Osmanlı Devleti’nin çöküşünün çok bilinmeyen mimarlarından Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın hayatını ele almıştır.
1853’te dünyaya gelen Nazım Paşa’nın 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet öncesi hayatı ile ilgili bilgiler sınırlı olduğundan Paşa’nın belirtilen dönemi eserde zorunlu olarak kısa olarak ele alınmak zorunda kalınmıştır. Paşa, askerî eğitimini Fransa’da St. Cyr Askerî Okulu’nda almışsa da askerî eğitim hayatı ile alakalı bilgiler de sınırlıdır. Esasında hayatının bu ilk dönemi diyeceğimiz karanlık döneme dair bilgilerin kısıtlılığı Paşa’ya gizemli bir hâl vermektedir. Paşa’nın Çerkezliği ve bu bağlamda atandığı her görevde işe başlar başlamaz yakınlarına kadro olarak Çerkezleri yerleştirmesi, askerî eğitimi Fransa’da alması, Erzincan’da sürgündeyken Ermeniler ile yakınlığı ve hakkında İngiliz basınında çıkan haberlerin niteliği tecessüsü celbeden konulardandır.

II. Meşrutiyet ile birlikte, sürgünden Avrupa’ya kaçmakta olan Paşa adeta yeniden doğmuştur. Bu dönem; II. Abdülhamid’in gadrine uğrayanların ödüllendirildiği ve bunlardan bazılarının bunu fırsata ve menfaate dönüştürdüğü bir zaman dilimidir. Nazım Paşa rütbeleri iade edilerek Edirne’de bulunan II. Ordu Komutanı olarak atanmıştır. Beş ay kadar süren bu görevden sonra Nazım Paşa kısa süren Harbiye Nazırlığına tayin edilmiştir. Kâmil Paşa kabinesinin düşmesi nedeniyle Nazım Paşa’nın dört gün süre ilk Harbiye Nazırlığından sonra Paşa 31 Mart Vakası esnasında İstanbul’da konuşlu I. Ordu/Hassa Ordusu Komutanlığına atanmıştır. Eserde olayların göbeğinde olan Nazım Paşa’nın işlevi ve tavrı detaylı bir şekilde ele alınmıştır. 31 Mart Vakası’ndan sonra ise Nazım Paşa Bağdat Valiliği ve VI. Ordu Komutanlığına atanır. Paşa’nın Bağdat’taki görevi, iş ve işlemleri ve görevden alınma süreci eserde güzel bir şekilde ele alınmıştır. Ardından Nazım Paşa’ya 22 Temmuz 1912’de kurulan Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükûmetinde Harbiye Nazırı olarak görev verilmiştir. Paşa’nın bu görevi Bab-ı Âli Baskını'nda öldürülmesiyle son bulur. Osmanlı Devleti’nin yaşadığı en acı savaş olan I. Balkan Savaşı Nazım Paşa’nın sorumluluğunda yürütülmüştür.

Paşa’nın I. Balkan Savaşı’na giden yolda seferberlik faaliyetleri, savaş ilanı, savaşın sevk ve idaresi eserde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Edirne’deki beş aylık komutanlığı dışında tatbiki bakımdan pek tecrübesi olmayan Paşa, millete en acı kayıp olan I. Balkan Savaşı’nı yaşatmıştır. Çatalca’ya kadar Bulgar ve Sırp kuvvetlerinin geldiği savaşta Paşa’nın savaşı sevk ve idaresi ibretamiz örneklerle doludur. Savaş sırasında Tokatlıyan Oteli’nde zevk ü safa alemlerinden ordu komutanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen iaşe ve nakliye sorunlarındaki ihmalkârlığına kadar birçok konuda Paşa’nın sorumsuz tavırları bulunmaktadır. Osmanlı’nın en acı kaybında bile mütareke görüşmelerinde Çatalca’da dostluğa kadeh kaldıran Paşa, Osmanlı’nın zihni kokuşmuşluğunun bariz örneklerindendir.
Eser, doktora tezi olmasına rağmen, büyük ölçüde akademik sıkıcılıktan uzak, sade ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde yazım kurallarına riayet edilmiştir.

Nazım Paşa’nın kısıtlı tecrübesine rağmen Harbiye Nazırlığına atanması, ehliyete değil sadakate önem vermesi, hizipçiliği, özellikle İngiliz basınının da etkisiyle şişirilmiş bir şahsiyet olmasından mütevellit “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” bir tavra sahip olması ve şüphe ve tereddütleri celbeden iş ve işlemleri; yıkılışa giden yolda süreci hızlandıran etkenler olmuştur. Kamuoyunda Enver Paşa gibi pek de bilinmeyen bir şahıs olan Nazım Paşa’nın ele alınarak tarihin önemli bir kesitine katkı sağlayan yazar haklı olarak bir övgüyü hak etmektedir. Eser özellikle tarih severler başta olmak üzere tüm okuyuculara hitap etmektedir.
Yanıtla
5
0
Destekliyorum  13
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
27 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Sevdiğinin Gardiyanı Olma
Yazar ile ilk tanışmam “Masal Masal İçinde” kitabı ile olmuştu. O zamanlar küçük olsam da masal anlatısına ve olay örgüsüne bayılarak okuduğum eserin her bölümünde daha fazla şaşırmıştım. O zamanlardan kafamda oluşan Ahmet Ümit imajı ile diğer eserlerinde de sık sık karşılaştım. “Bir Aşk Masalı” ile bir kez daha okurunu heyecan dolu bir masalın içine sürüklemeyi başarmış. Kitapta sık sık tekrar eden beş rakamı ise benim için adeta sürpriz oldu. Uğurlu sayımın çiftlerin birliğini ifade eden yegane sayı olduğunu düşünmesi gönlümü okşadı. Bunların yanı sıra esere yakından bir bakış atacak olursak; beş prens aynı rüya için beş farklı maceraya atılıyor. Maceralarındaki en önemli beş erdem ise kararlılık, cesaret, iyilik, tutku ve özgürlük. Bunlarla her prensin bölümünü okurken ayrı ayrı karşılaşıyoruz. Kimi zaman umutsuzluğa düşseler de aşklarının peşinden gitmekten vazgeçmeyen cesur prensleri bekleyen olaylar zinciri okurun kitabı adeta bir solukta bitirmesini sağlıyor. Prensler hayatlarının aşklarına kavuşabilecek mi? Çıktıkları yolculuk onların hayatını ne yönde etkileyecek? Sevgilerinin gücü zorlukları aşmaya yetecek mi? Bütün sorulara bir bir yanıt bulurken kendimizi mistik bir masalın içinde hissedeceğiz.
Zaman zaman tekrara düştüğü için bazı bölümlerin sonlarını tahmin edebilmek kitabın keyifsiz taraflarından olsa da kesinlikle okumaya değer bir eser. Zira kitabın son bölümünde olaylar hiç beklemediğimiz bir noktaya ulaşarak sonuca varıyor.
Yanıtla
5
1
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
23 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Çocuk Yetiştirme Sanatı
Yazar bugüne kadar yayımlanmış pek çok kitabıyla çocuk yetiştirme konusunda ebeveynlere ışık tutuyor. Diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da çocukları dinlemenin, anlamanın ve onlara değer vermenin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Sistematik bir şekilde ele aldığı konuları anlaşılır ve sade bir dille anlatıyor olması da yazarın çok okunmasının en büyük nedeni. Bu kitapta da aslında kendi çocukluğumuzda yaşadıklarımızın, anne ve babamızdan gördüğümüz ebeveynlik modellerinin kendi ebeveynliğimizde ne kadar etkili olduğunu oldukça dikkat çekici bir şekilde yazıya döküyor. Yazarın vurguladığı husus son derece önem arz ediyor. Zira biz çocukluğumuzda ne yaşadıysak çocuğumuza da bunu yaşatabiliyoruz. Ya da çocukluğumuzda neyin mahrumiyetini, yokluğunu yaşadıysak biz de kendi çocuklarımıza karşı aşırı korumacı ve onların her istediğini yapacak şekillerde davranabiliyoruz. İnsan için en önemli yaşların çocukluk yaşları olduğunu ve bu yaşlarda yaşanılan olayların bir insanın kişiliğini, işini, aile yaşamını ve hatta çocuklarıyla olan ilişkisini bile nasıl bu kadar etkileyebildiğini bir kez daha öğrenmiş oldum. Kitabın anlatımı sade ve anlaşılır olduğu için herkese hitap ettiğini düşünüyorum.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  13
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
20 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Kazıklı Voyvoda: Draculea
Dracula efsanesini bilmeyenimiz yoktur. Mezarından kalkar ve insanların kanını emerek tekrar dirilmeye çalışır. Tam bir metamorfoz!

Alman tarihçi Heiko Haumann ise bu hikayenin ardındakileri eşelemiş ve buz dağının görünmeyenlerini metinleştirmiş. Dracula isminin nereden türediğini, aslında Dracula'nın kim olduğunu tarihi gerçekleriyle anlatmış.

Mevzu bahis Dracula isminin gerçek kimliği olan Vlad Draculea 1431 yılında doğuyor. Eflak beyliğinin voyvodası 2.Vlad'ın üç oğlundan biri. Babasının Osmanlı tebaasıyla yakınlaşma zarureti sebebiyle Osmanlı sarayında büyüyor. Abisi Mircea ve babası 2.Vlad'ın ölümünden sonra Osmanlı Sultanı'nın da desteğiyle Eflak beyliğine prens olarak atanıyor. Genç yaşına rağmen cabbar bir kişilik. Fazla heyecanlı ve işlerini görmek için dışarıdan gelen seslere pek kulak asmıyor. Bildiğini yapan, dediğim dedik biri! Hatta öyle ki, gün geliyor ve Osmanlı ile ters düşüp savaşa giriyor. Oldukça zeki oluşu ve uyguladığı taktikler Osmanlıyı alaşağı ediyor. Tüm bunların yanı sıra tanınmasına vesile olan en büyük özelliği ise Tepeş lakabı... Yani "kazıklayan"... İnsanları şişleyen ve kazıklayan bir lider. İşte karşınızda "Kazıklı Voyvoda"... Dünya onu bu özelliğinden ötürü "kana susamış", "çılgın" bir deli olarak görmeye başlıyor. Ve bu andan itibaren "kan" onunla özdeşleşiyor. Yazılan şiirler, çizilen edebi metinler, çekilen filmler, perdelenen tiyatrolar ve daha nicelerinde yer alan 'kan emen vampir' hikayeleri onun tarzıyla hayat buluyor.

Yazar Haumann yukarıda metinleştirdiğim paragrafı, derinlemesine yaptığı araştırma yazılarıyla bilgi seline boğuyor. En geniş, en güzel örnekleriyle okuru bu dünyanın içinde yüzdürüyor.

Tarih severlerin kitaplığında olursa fena olmaz. Farklı tarza sahip bir kişiliği okumak bilgi haznenize farklılıklar katar...
Yanıtla
2
0
Destekliyorum 
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Diriliş Medeniyetinin Manifestosu
Bu kitap, Sezai Karakoç’un 1975 ve 1976 yıllarında Diriliş dergisinde yayımlanan yazılarından oluşmaktadır. 'Amentü' kelimesi Arapçada 'İnandım' ve 'İman ettim' anlamına gelmektedir. Nasıl ki, Amentü Duası imanın esaslarını anlatıyorsa ve bir Müslümanın kalpten inandım diyerek tasdik etmesi gereken şartları ifade ediyorsa, bu kitapta da yazarın kendi ifadesiyle diriliş sitesinin imarı için diriliş neslinin hangi noktada yer alması ve nasıl bir yol izlemesi gerektiği ifade ediliyor diyebiliriz.

Fikir-zihniyet, özgürlük, hakikat, ekonomi, erdem, barış, medeniyet-uygarlık, tarih-sosyoloji, saygı ve sevgi gibi birçok konuda Müslümanın tutumu ve takınması gereken tavır işleniyor. Çünkü yazarın ideası olan -ki bu ideanın sadece yazara değil, büyük bir inanç sistemine ait olduğunu düşünüyorum- diriliş sitesinde, diriliş medeniyetinde toplumu ve bireyi etkileyecek birçok mekanizmanın nasıl işleyeceğine ya da işlemesi gerektiğine dair cevaplar veriyor. Okurken birçok noktada yalnız olmadığımı bir kez daha anladım ve yazarak ya da konuşarak bu kadar güzel ifade edemeyeceğim birçok fikrin ne kadar güzel yazıya döküldüğünü gördüm.

Sezai Karakoç’un daha önce okumuş olduğum kitaplarında da Diriliş Nesli ve Diriliş Medeniyeti sıkça değinilen fikirlerdi. Bu kitaba dair naçizane ufak bir eleştiride bulunmam gerekirse, 68 sayfadan oluşan bu kitap aslında 50 sayfada bitebilirdi. Yazar sanıyorum ki, konuyu pekiştirmek ve zihinlerde daha iyi somutlaştırmak adına birbirine benzeyen ya da birbirini özetleyen çok fazla cümle kurmuş. Belki de daha önce okuduğum iki kitabının zihnimde çok yer etmesinden ve sürekli okurken önceki kitaplarından yazıları hatırlamamdan dolayı böyle hissettim.

Okuduğum bazı incelemelerde, kitapta kullanılan dilin ağır olduğu şeklinde eleştiriler gördüm; ancak bu eleştirilere katılmıyorum. Sadece biraz yavaş okumayı gerektiren bir dili var diyebilirim. Yazarın düşünceleri o kadar yoğun ki, zihinlerde somutlaştırmak adına ortaya koyduğu yazılar yavaş yavaş işlendiği için bir düşünce havuzunda buluyorsunuz kendinizi. Kitabın dilinin ağır olduğu yönündeki eleştirileri buna yoruyorum.
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
06 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
İnsanın Doğayla Temas Halinde Olma İhtiyacı
Tuğla duvar yerine yeşil bir manzaraya bakan hastalar daha çabuk iyileşiyor. Çevresinde yeşil alanı çok olan bölgelerde oturanların psikolojik sağlığı daha iyi oluyor. Parasempatik sinir sisteminin dinlenmeyi düzenleyen faaliyeti, şehir yürüyüşüne kıyasla orman yürüyüşü esnasında % 100 artıyor, buna karşılık kortizol seviyesi %16 oranında düşüyor. Ağaçların havaya saldıkları organik bileşiklerin karışımından oluşan fitokitler, ormanda yürüyüş yapanlar için bir tür doğal antibiyotik etkisi yapıyor. Çam, sedir, selvi gibi bazı ağaç kokuları, insanda iyi halleri arttırıyor, hatta psikolojik veya psikiyatrik sorunlar yaşayanlar üzerinde rahatlatıcı etki yapıyor. Doğal bir ortamı sadece görmek bile bilişsel performansı, özellikle dikkat ve konsantrasyonu arttırıyor. Yeşil alanlarla daha fazla muhatap olan okul çocuklarında hafıza performansı daha ileri düzeyde oluyor. Ormanlık bir ortamda yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş bile insan zihninde tekrarlayan ve genellikle olumsuz nitelikli düşüncelere saplanıp kalmayı (zihinsel geviş getirmeyi) büyük ölçüde azaltıyor. Evleri denize bakan insanlar, psikolojik rahatsızlıklardan daha az muzdarip oluyor, denize yakın olmak ruh sağlığını açık bir şekilde destekliyor. Bir evcil hayvan sahibi olanların, onu okşamak gibi basit bir eylemi bile insanı iyi hissettiriyor, stres önleyici endorfin hormonunun salgılanma oranını arttırırken stres hormonu kortizolün seviyesini düşürüyor. Küçük çocuklar, erken yaşta tercihan biyolojik çeşitliliğin yüksek olduğu doğal alanlardaki mikroorganizmalara maruz kalırlarsa alerji, astım ve otoimmün hastalıklardan daha az etkileniyorlar…

Tüm bu tespitler, Beyin ve Doğa’da atıf yapılan araştırmalara dayanıyor. Covid-19 nedeniyle milyarlarca insanın aylarca evlerine kapanmak zorunda kaldığı o tatsız günlerin, maddi ve manevi sağlığımız üzerinde oluşturduğu etkileri gözlemleyen Fransız yazar Michel Le Van Quyen, bu eserinde, insanların birbirinden uzak kalmasının yanında başka bir şeyin yokluğuna, doğadan uzak kalışımıza ve ona ne kadar ihtiyaç duyduğumuza odaklanıyor:

“Bahçesi veya ufak yeşil bir alanı olan evlerde oturanlar, ortalamaya bakıldığında bu zor dönemi iki odalı, balkonsuz, beton manzaralı apartman dairelerinde oturanlara kıyasla daha kolay atlattı. Evlerinde bahçesi olmayanlar bile, özgürlüklerine kavuştukları birkaç dakikada, evlerine yakın yeşil alanlara kaçmanın streslerini ve kaygılarını azalttığını fark etti.”

Yazar, doğaya yüklediği manayı şu şekilde ifade ediyor: “Doğadan bahsettiğimde esasen, insanın üzerinde yarattıklarını ve yaptığı dönüşümleri dışarıda tutarak, bütünüyle dünyadan bahsediyorum. Başka bir deyişle, doğayı yapay olanın karşısına koyuyorum… (s. 18)

Doğayla temas halinde olan beyin mekanizmalarının ne derece olumlu etkilendiği konusunda eserin tamamında onlarca araştırmaya atıf yapılıyor, deneyimler paylaşılıyor, anlatıma çok sayıda resim, fotoğraf ve grafik eşlik ediyor.

Ülkemizde ilk defa, 2020 yılında, yine Salt Okur'un yayınladığı “Beyin ve Sessizlik” kitabıyla dikkat çekmeyi başaran Fransız yazar, bu eseriyle de insanların bilinçlenmesi konusunda önemli bir boşluğu dolduruyor. Gözde Koca’nın başarılı çevirisiyle raflarda yerini alan bu değerli kitap, meraklılarını bekliyor.

Faydalı bir okuma olması dileğiyle!
Yanıtla
7
1
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
03 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Fotoğrafları konuşturmak!
Yazar, sahaflardan topladığı fotoğrafları büyük bir başarıyla konuşturuyor kitaptaki öykülerde. Öyküler okuyucuları derin bir aşka, üzüntüye, hastalığa kısacası her türlü duygu ve yaşanmışlığa götürüyor. Bir hayat hikâyesinden diğerine geçerken derin bir düşünceye dalıyor insan. ‘‘Bu hayatları gerçekten yaşayanlar var mıdır acaba?’’ Cevabı net olarak bilmesek bile herkes içinden evet diyor.

Yazar her bir öyküyü öyle incelikte işliyor ki kitap bittiğinde ‘‘Bu kadar çabuk mu?’’ diyorsunuz. Hem okumaya doyamıyorsunuz hem de her öykü sizi doyuruyor. Sade ve anlaşılır dille yazılmış bu kitap okuyucularını geçmişe götürecek ve farklı farklı hikâyelerle duygulara boğacak. Şimdiden keyifli okumalar!
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
İslam anlayışını idrak etmek
Türk öykücülüğünün ve deneme yazarlığının gelmiş geçmiş en usta kalemlerinden ve ayrıca 7 güzel adam oluşumunun da nadide bireylerinden biri olan Rasim Özdenören, bu eserinde, Müslümanlık üzerine derin düşünce denizine daldırıyor okurunu. Günümüz dünyasında asıl problemin, problem diye uğraşılan konular olmadığını, asıl problemin kafa yapısından doğduğunu ifade eden genel bir panorama çiziyor.

Rasim Özdenören'e göre, günümüz insanı Batı uygarlığının şartlandırmasına göre yaşamayı tercih ediyor. Bu yaşam şekli de insanın mutlak hakikati görmesine engel oluyor. Kapitalizmin getirileri, insanın nefsani yanlarını kabartıyor ve insan yetinme duygusunu kaybediyor. Yetinme duygusu yok olunca da açgözlülük ve doymazlık psikozu başlıyor. Hal böyle olunca da insan mutlak hakikat değerlerini unutuyor. Bunun yanı sıra demokratikleşmenin getirdiği kaypaklaşma sebebiyle bürokratların sözlerine sadık kalmaması ve halkın materyalistik olarak açlıkla korkutulması yine insanı birtakım gerçekliklerden uzaklaştırıyor.
Batı uygarlığı altında ezilen insan, yüce yaratıcı Allah'ın kesin emirlerini içeren İslam dininden uzaklaşmaya ve kendinde kaybolmaya başlıyor.

İnsanoğlunun kendini gözden geçirmesi ve Müslümanlık üzerine bir muhasabe yapabilmesi açısından kıymetli görüşlerini anlatan Rasim Özdenören, bundan sonrası için ne yapılması gerektiği ile ilgili harika anektodlar paylaşıyor. "Her şeyden önce ilk Müslümanlar nasıl Müslüman olmuşsa, onların yolu izlenmeli ve önyargılar, cehalet zihni ve insani alışkanlıklarımız bir kenara bırakılmalı ve başlangıç noktasında durabilme denenmeli" diyor... Yani İslam'ın öğretileri esas alınarak yaşamaya başlamalı.

Mevcut görevimiz ise İslam'ın bize emrettiklerini sorgulamadan, Allah'ın rızası için yapmaktır. Bilime, fenne, ahlaka her şeye İslam'ın kazandırdığı zihniyetle bakmalı ve bu bakış benimsenmelidir. Yapılan ameller sorgulanmamalı ve cennet, cehennem idraki yapılmamalıdır. Bir amel sırf hüküm olduğu için yapılmalıdır. Sadece iyiliği yapmakla mükellef olunmamalı ayrıca kötülüğü ortadan kaldırmak için de çaba gösterilmelidir. Aksi takdirde kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olmak da İslam'ın öngörüsüne terstir. Müslümanım diyenin müslümanca tutum ve davranışlarda bulunması şarttır ancak bir Müslümanın zaaflarını da eleştirmek doğru değildir. Bunun yerine o Müslümana doğruyu ifade etmek gereklidir.

Özdenören, bu eserinde, İslam hakkında önemli sorunları, tasavvufi bir yaklaşımla müthiş bir perspektiften aktarıyor. Düşünce dünyasının en etkili denemelerinden biri olduğu aşikar.
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Gençlik Heyecanları ve Üniversite Hayatı
Sonunda büyüyüp genç kız olan Anne artık 18 yaşındadır. Tanıdık bir isimle birlikte Redmond’da üniversiteye başlar. Bu onun en büyük arzularından biri olsa da Avonlea’yı özlemekten kendini alamaz ve oradan ayrılmakta ne kadar zorlansa da bir yandan da yeni yaşam koşullarına hızlıca uyum sağlayıp alışacağından emindir. Marilla başta olmak üzere geride bıraktığı arkadaşları ve özellikle ikizler hakkında çokça endişe sahibidir. Yine de tatillerde onların yanına dönebileceği bir ailesi olduğu için kendini şanslı sayar. Sevgi ve heyecan içerisinde kendisini bekleyen insanların olması ona yaşayabileceği bütün maceralardan daha önemli görünür. Arkadaşları sırayla nişanlanırken, o, bu gibi konulara kafa yoramayacak kadar meşguldür. Aldığı birçok evlenme teklifine rağmen kimseye kapılmayan ve mantıklı davranmaya çalışan Anne’ye o sırada kalbinin başka sürprizleri vardır. Yeşeren yeni duygularına bir anlam bulmaya çalışırken kendisinin de yeni ve bilmediği yönleriyle karşılaşır. Geçmişinden izler bulur ve saklayabileceği hatıralara kavuştuğu için çok mutludur. Öte yandan yakınlarını kaybetmenin acısını bir kez daha tadar ve içindeki burukluğu hayatın neşeli yönlerini görmeye çalışarak atlatır. Genel olarak bakıldığında Anne için bu kitapta yaşanan her şey “yeni”. Kendisi ve duygularıyla yeni baştan tanışır. Okuyucu, kendisini, kahramanımızın yaptığı seçimlere şaşırmayıp “İşte bu tam Anne’nin yapabileceği bir şey.” derken bulabilir. İçimizden biri olmaması imkansız.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  1
Bildir