Gün Olur Asra Bedel, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgızın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Örneğin romanın sonunda Yedigey, mezarlığın büsbütün yıkılmaması için Sabitcan’dan amirleriyle konuşmasını rica eder fakat Ana-Beyit mezarlığının, duaların, geleneklerin hep boş masal olduğuna inanan Sabitcan, mezarlığın yıkılmaması için büyük amirlere başvurmanın boş iş olacağını düşünmektedir…(s. 412). Yedigey Sabitcan’la yaptığı bu konuşmadan sonra (kendisi yaşlı neslin bir temsilcisi olarak) genç kuşakla bağlarının koptuğunu hissetmiş ve yalnızlığını görmüştür (s. 413). Bu gerçeğe sadece Sabitcan’da tanık olmamıştır. Kazangap gömüldükten sonra gençlerin dua bilmemelerine çok üzülmüş ve ilerde kendisini gömecek olan bu insanların en temel dini bilgilerden yoksun oluşlarından dolayı dertlenmiştir (s. 407). Ayrıca Sabitcan’ın gerçek bir mankurt olduğuna kanaat getirmişti. Sabitcan bilgiçlik taslayan konuşmalarının birinde insanların bir gün telsizlerle yönetileceğini dolayısıyla iradesinin elinden alınacağını söylemişti ve belki de kendisi öyle yönetiliyordu… (s. 414). Böyle bir yozlaşmaya karşı diğer bir örnek ise teğmen’in kendisidir. Zira teğmen Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey mezarlıkla ilgili sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Teğmen’in cevabı çok kısa ve çarpıcıdır: "Yoldaş, Rusça konuş" . Yedigey şaşırarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız kökenli teğmen görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağını açıklar (s. 390-391).
Bütün bunların yanısıra romanda iki öykü birbirine paralel olarak gelişmektedir. Bunlardan bir tanesi Kazangap’ın defin işlemleri sırasında Yedigey’in zihninde geri dönüşler yaşayarak geçmiş günleri hatırlamasıdır. Diğeri ise Sovyet-Amerikan ortaklığı sonucu yürütülmekte olan Demiurg adında bir uzay projesidir. Uzaya gönderilen kozmonotlar parite yörünge istasyonunda görev yapmaktadırlar ve görevleri sırasında başka bir gezegenden algıladıkları sinyallere cevap vererek Orman-Göğüs gezegeninde yaşamakta olan canlılarla iletişime geçmeyi başarırlar. Bu noktadan sonra o gezegene davetli olarak giderek dünyaya durumları ile ilgili gereken bilgileri göndererek bu gezegende yaşayanların dünya ile yakın ilişki kurmak istediklerini ileterek bunun aslında dünyanın gelişmesi için çok yararlı olabileceğini bu konuda da kendilerinin aracı olabileceklerini, böyle bir fırsatın değerlendirilmesi lazım geldiğini tavsiye ederler. Yalnız yetkililer daha üstün bir medeniyet ile iletişime geçme konusunda oldukça tedirgindirler ve böyle bir olası tehlikeye karşı diğer bir deyişle “yerküreyi çevreleyen uzay boşluğuna başka gezegenlerden gelen uçan cisimlerin sızmalarını önlemek için, Ortak Yönetim Merkezi ‘Çember Harekâtı’nı başlatmıştır. Bu harekâtla, dünyaya yaklaşacak her türlü, cismi ânında yok etmek için, değişik yörüngelere yerleştirilmiş savaşçı robot füzeler nükleer-laser ışınlarını salmaya hazır hâle getirilmiştir” (s. 238-239). Orman-Göğsü gezegeninde bulunan kozmonotlar “çember harekatı”na şiddetle karşı olduklarını böyle bir hareketin dünyayı uzayda derin bir yalnızlığa iteceğini, tarihi ve teknolojik bir geriliğe gömüleceklerini açıklıyorlardı (s. 402).
Nayman Ana efsanesindeki mankurt tiplemesiyle çember harekatını tertipleyen zihniyet arasında bir paralellik söz konusu çünkü insanlık, daha üstün bir medeniyetin boyunduruğuna girmekten korktuğu için kendisini soyutlamaya çalışıyor. “Çember Harekâtı”nın dolaylı yoldan bir değerlendirilmesi yapılırken dünyada hiçbir şeyin değişmemesi her şeyin olduğu gibi kalması için gerçekleştirildiği açıklanıyor (s. 417).
Romanda parmak basılan diğer hususlardan biri de ekolojik dengenin bugünkü durumuna ilişkin. Roman, açlıktan tren raylarına yaklaşarak insanların pencerelerden attıkları artıkların arasında karnını doyurabilecek bir şeyler arayan aç bir tilkinin anlatılmasıyla başlıyor. Daha sonra Nayman Ana efsanesinde Juan-Juanlar ile aşiretler arasında yaşanan savaşların temelinde su kuyuları ve otlak arazinin yattığını öğreniyoruz (s. 143). Nayman Ana Juan-Juanların medeniyet yoksunu oluşlarını ekolojik dengenin bozulmasına bağlayarak bozkırda yaşamak zorunda kaldıkları vahşi şartlardan dolayı barbarlaştıklarını söylemektedir (s. 164). Aynı sorunla Orman-Göğüs gezegeninde yaşayan varlıkların da karşı karşıya kaldığını anlatan Aytmatov, bu gezegende kurulmuş olan uygarlığın aslında çok üstün bir uygarlık olduğunu fakat bu üstün uygarlığın en büyük sorununun yıldan yıla genişleyen “iç kuraklık” olduğunu açıklamaktadır (s. 117).
Dile getirilmeyen çalışılan bütün bu olumsuzluklara rağmen roman, Kazangap’ın öldüğünü öğrenen Yedigey’in kızları Saule ve Şerafet’in kocalarıyla birlikte onu anmak ve ana-babalarının acısını paylaşmak için Boranlı’ya gelişleriyle sona eriyor (s. 418) ve eğer Yedigey gibi geleneğin genç temsilcileri bu çocuklar olacaklarsa gösterdikleri hassasiyetten dolayı gelecekten ümitvar olunabilir.
Aytmatov'un çok tanınan eserlerinden biri olan "Gün Olur Asra Bedel", esas itibarıyla Sovyetler Birliği döneminde yaşanan sosyal ve kültürel sorunların bir öz eleştirisidir. Aytmatov, romanında, geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanlamayı başarmıştır.