Toplam yorum: 3.082.020
Bu ayki yorum: 1.700

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

06.01.2010

Bu eser, Osmanlı Devleti’nde müderrislik, kazaskerlik ve şeyhülislamlık(müftülük) makamlarına yükselmiş olan Molla Hüsrev hakkında genel bilgiler vermektedir.
Asıl adı Mehmed olan Molla Hüsrev'in Amasya-Tokat-Sivas bölgesindeki Türkmen boyu Varsaklar'a dayandığı ve babasının zaviyesinin bulunduğu Sivas-Tokat arasındaki köyde doğduğu anlaşılmaktadır.(s.32)
Molla Hüsrev'in babası Ferâmuz vefat edince küçük yaştaki Mehmed'i eniştesi Hüsrev Bey himayesine almış, bu sebeple ona önceleri "Hüsrev kaynı" lakabı takılmış, daha sonra doğrudan eniştesinin adıyla Hüsrev olarak anılmaya başlanmıştır.(s.39)
Fatih Sultan Mehmed saltanat koltuğuna birinci defa oturduğu zaman Molla Hüsrev’i kazasker olarak atadı. Saltanattan azledilince, bütün saltanat görevlileri onu terk etti, ancak Molla Hüsrev onu terk etmedi. Sultan Mehmed ona, “Sen de onlarla beraber git” demiş, Molla Hüsrev ise, “Hayır gitmem, mürüvvet odur ki, kişi arkadaşına hem iktidar hem de iktidardan düşme döneminde ortak olsun” cevabını vermiştir. Bu sözü sebebiyle Sultan Mehmed Han onu çok sevdi, ikinci saltanatı zamanında ona büyük ikramlarda bulundu ve onu yüksek makamlara tayin etti; o da parlak ve yüksek bir hayat yaşadı. (s.44) Fatih vezirlerine “Bu, zamanın Ebu Hanife’sidir” diyerek onunla iftihar ederdi.(s.78)
Vasiyetnamesi de ilginçtir. Ölümünün ardından defnedilinceye kadar yapılmasını arzu ettiği işlemleri anlatmaktadır. Özetle şöyledir: Molla Hüsrev, ruhu kabzolununca hemen 14 kişiye 20’şer akçe verilerek 70.000 kere kelime-i tevhid okuyup sevabını kendisine bağışlamalarını istemiştir. Techiz ve tekfininden sonra, kabri başında, içerisinde “Zekeriya’yı da (an). Hani o Rabbine şöyle niyaz etmişti. Rabbim! Beni yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın”(Enbiya, 21/89) ayetinin bulunduğu bir duayı üç taş üzerine okuyarak birisini baş tarafına, birisini göğüs hizasına, diğerini ise ayağı yanına koymalarını ve bunu yapan salih kişilere 20 akçe verilmesini vasiyet etmiştir. Üzerine toprak örtülmeden önce de salih bir kişinin Fatiha, İhlas, Felak, Nas sureleri ile Ayetel-Kürsî ve diğer bazı sureleri okumasını ve bu ayetleri okuyan kişiye 50 akçe verilmesini istemiştir. Kabri tamamen örtüldükten sonra ise baş tarafından ayak tarafına doğru bir testi su dökülmesini, kabrinin yakınında bir sığır kurban edilip fakirlere taksim edilmesini vasiyet etmiştir.(s.72)
Başlangıçtan itibaren Osmanlı alimleri; temel eğitimlerini Osmanlı ülkesinde alıp ihtisasını dışarıda yapanlar, bütünüyle memlekette yetişenler ve başka ülkelerde yetişip mütehassıs olarak dışarıdan Osmanlıya gelenler olmak üzere üç gruba ayrılabilir.Davud-ı Kayserî ve Molla Fenarî eğitimlerinin bir kısmını memleketlerine yaptıktan sonra ihtisas için Kahire’ye gitmişlerdir. Hızır Bey, Molla Yegan ve Molla Hüsrev gibi şahsiyetler ise bütünüyle Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminin eserleridir. Molla Güranî ve Ali Kuşçu gibi bazı alimler ise, tahsil hayatlarının tamamını Anadolu dışında tamamlayıp, çeşitli davetlerle Osmanlı’ya dışardan gelmiş olan alimlerdir.(s.76)
Bazı yazarlar, ilim ve felsefe aleminin meşhur simaları olan Molla Hüsrev, Molla Zeyrek ve Hocazade gibi ilim adamlarını, “Fatih devrinin ilim ve fikir sahasında yapılan Rönesans hareketinin sahipleri” olarak nitelemişlerdir.(s.92)
Tasavvufî(işârî) tefsir çalışmalarına örnek teşkil edebilecek bir eser olan 'Risale'sinde Molla Hüsrev şöyle der: Allah Teala yeryüzüne 104 kitap göndermiştir. Bu kitapların muhtevasını Tevrat, İncil ve Zebur’da özetlemiştir. Bu üç kitabın içindekileri de Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an’da toplamıştır. Kur’an’ın bütün manasını da Kur’an’da bulunan mufassal(ayrıntılı) surelerde toplamıştır. Bu surelerdeki manaların tümünü de Fatiha suresinde cem etmiştir.(s.124)
Abdest için niyet konusundaki görüşleri de şöyledir: Kur’an’da abdest için el, yüz ve ayakların yıkanması, başın da meshedilmesi istenmiştir. Hanefi fakihleri, bunları ‘abdestin farzları’ çerçevesinde değerlendirmiş ve ayette ‘niyet’ zikredilmediği için, abdest alırken niyeti şart(farz) görmeyip, söz konusu organların abdeste niyet edilerek yıkanması yanında, kendiliğinden ıslanmasını veya başka bir olay vesilesiyle yıkanmış olmasını da yeterli görmüşlerdir. Bazı bilginler buna itiraz ederek, yıkamanın kişinin iradesi ile gerçekleşen bir iş, ıslanma veya dolaylı olarak meydan gelen yıkanmanın ise gayri ihtiyari bir iş olduğunu, böyle bir durumun ise irade ile yapılan bir işle aynı değerde olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Molla Hüsrev bu itiraza şöyle cevap vermiştir: Kur’an’da namazdan önce abdestin emredilmesinin sebep ve hikmeti, kişinin temizliğidir. Gaye temizlik olduğuna göre, bunun isteyerek veya kendiliğinden gerçekleşmesi bir önem ifade etmez. Çünkü bir emir belli bir şarta bağlanmışsa, kişinin o şartı yerine getirmesi yeterli olup, artık bu işin kasten mi tesadüfen mi yapıldığına bakılmaz. Diğer bir ifadeyle, şartların mutlak mevcudiyeti esas olup kasten mevcudiyeti aranmaz.(s.135)
Bugünkü tartışmaların kaynağı olacak şu görüşü de ilginçtir: “Ben de derim ki: Yatsı ve vitir namazları, bu vakitleri bulunmayan (kaybeden) kimseye vacip olmaz”(s.139)
Birçok öğrenci yetiştiren ve birçok eser veren Molla Hüsrev, fıkha dair Gurerü'l-ahkâm'ı hazırlamış, daha sonra bu kitabını şerhederek Dürerü'l-hükkâm fî şerhi Gureri'l-ahkâm adlı eserini meydana getirmiştir. Müellif ayrıca fıkıh usulüne dair, önce Mirkatü'l-vüsûl ilâ 'ilmi'l-usûl adıyla oldukça muhtasar bir eser kaleme almış daha sonra bunu Mir'âtü'l-usûl fî şerhi Mirkâtü'l-vüsûl ismiyle şerhetmiştir.
Varlık ve zenginlik içerisinde fakir, mütevazi ve dindarâne bir hayat yaşayan ve bilimsel onur ve haysiyetini korumak için gerektiğinde bütün dünyevî mevki ve makamlarını terk edecek kadar dik durabilen Molla Hüsrev, tarihimizin bize armağan ettiği en önemli model şahsiyetlerden biridir.(s.158) İslam Ansiklopedisine de aynı maddeyi hazırlayan(30/252-254) Değerli Ferhat Koca Bey'e bu çalışmasından dolayı teşekkür ediyoruz.
05.01.2010

Abdullah b. Mübarek ile başlayıp devam eden kırk hadis çalışmaları içinde; İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrî'nin, fıkhın ana kaidelerinin esasını içeren hadislerden 26’sını derleyerek kaleme aldığı el-Ehâdîsü'l-külliyye adlı eserine Nevevî'nin 16 hadis ekleyerek 42 hadisten meydana getirdiği el-Erba'ûn adlı eseri, hemen her devirde büyük kabul görmüş ve benzerleriyle kıyaslanmayacak derecede şöhrete kavuşmuş, başta kendisi olmak üzere 40'dan fazla alim tarafından şerhedilmiştir. Kırk hadis diye tanınan bu eser, dinin esaslarına dair çoğu Buhari ile Müslim'den seçilmiş 42 hadisi ihtiva etmektedir. Yayınevi gerek terceme gerekse ilgililerine Arapça metniyle birlikte sunmuştur.

Kitapta öne çıkan hadis ve açıklamaları şöyledir:
NİYET HADİSİ: Bu hadis göstermektedir ki niyet, amellerin kötülerini tasfiye etmede bir ölçüdür. Niyetin düzgün olduğu durumda amel güzel, niyetin bozuk olduğu yerde de amel kötüdür. Bir amel varsa ve buna niyette bitmişse, burada üç durum sözkonusudur.
1.Bu işin Allah korkusundan dolayı yapılması. Bu Allah'ın kullarının(sırf kulluk olsun diye) yaptıkları bir iştir.
2.Bu işin sevap kazanma ve cennete girme düşüncesi ile yapılması. Bu da ticari düşünceye sahip kimselerin yaptıkları bir iştir.
3.Bu işin Allah’tan haya edilmesi ve kulluğun hakkını yerine getirmek, şükrü eda etmek düşüncesi ile yapılması. Bu tür kimseler(ibadet etmelerine rağmen) kendilerini kusurlu görür, buna rağmen kalbinde bir korku vardır. Çünkü amelinin kabul edilip edilmediğini bilemez. Bu da hakiki müslümanların işidir.
Korku ile birlikte yapılan ibadet mi, ümitle birlikte yapılan ibadet mi daha faziletlidir? diye bir soru akla gelebilir. Buna Gazali şöyle cevap vermiştir: “Ümitle birlikte yapılan ibadetler daha faziletlidir, çünkü ümit sevgiyi doğurur. Korku ise ümitsizliğe sebep olur.”(s.15)
4.HADİS: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki biriniz, (ömrü boyunca) cennetliklerin yaptıklarını yapar hatta kendisi ile cennet arasında bir arşın kadar bir mesafe kalır. Fakat kitap(takdir) onu geçer ve cehennemliklerin yaptığı bir işi yapar ve cehenneme girer ve yine biriniz(ömrü boyunca) cehennemliklerin yaptıklarını yapar, hatta kendisi ile cehennem arasında bir arşın kadar bir mesafe kalır. Fakat kitap onu geçer ve cennetliklerin yaptığı bir işi yapar ve cennete girer.”(Buhari, enbiya 1)
Bu hadiste, kişi her türlü iyiliği işlese veya bütün fıskı(küfrü) gerektirecek şeyleri yapsa bile onun cennetlik veya cehennemlik olduğunun kesin olarak söylenemeyeceğine, yine kişinin ameline güvenmemesi ve onunla övünmemesi gerektiğine delil vardır. Zira son nefesinin ne olacağını bilemez. Şu halde herkesin Allah'dan hüsnü hatime(iyi bir son) isteyip kötü son ve şerli akıbetten Allah'a sığınması gerekir. Şöyle bir soru akla gelebilir:
Allah: ”İman edip güzel amel işleyenler bilsinler biz, güzel işler yapanların eserini zayi etmeyiz.” (Kehf, 18/30) buyuruyor. Ayetin zahirinden samimi kimsenin işlediği güzel amel, Allah'ın va'di ile kabul edilir ve kötü sondan da kurtulmuş olur, denilirse biz buna iki şekilde cevap veririz:
1. Bu ayet imanın ve güzel amellerin kabul edilmesi ve kişinin hüsnü hatime ile vefat etmesi durumuna bağlıdır.
2. Kim Allah'a inanır ve samimi bir şekilde amel ederse son nefesinde mutlaka hayr üzere olur. Kötü son ise, kötü ameller işleyen veya ameline riya veya gösteriş gibi şeyler karıştıran kimseler içindir.(s.49)
Dil yaramaz köpek gibidir, onu bırakırsan ısırır.(s.87)
27.HADİS: “İyilik ahlak güzelliğidir. Kötülük ise insanın içerisine huzursuzluk(şüphe) veren ve başkalarının bilmelerini istemediğin şeylerdir.”(Müslim, birr 15)
Rivayete göre Adem (as) evlatlarına bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Onlardan bazıları şunlar idi: “Bir şey yapmak istediğinizde o konuda kalbinize bir şüphe arız olursa onu yapmayın. Ben de o (yasak) ağaçtan yemek üzere yaklaştığımda kalbime bir şüphe düşmüştü. Bir şeyi yapmak istediğinizde sonucunu düşünün. Şayet ben yasak meyveden yemenin sonucunu düşünseydim o ağaçtan yemezdim. Bir şeyi yapmak istediğinizde hayırlı kimselerle istişare ediniz. Ben (yasak meyveyi) meleklerle istişare etseydim, bana o ağaçtan yemememi tavsiye ederlerdi.”(s.127)
37. HADİS: "Şüphesiz Allah iyilikleri de kötülükleri de yazmış ve bunları açıklamıştır. Kim bir iyilik yapmaya teşebbüs eder fakat yapamazsa, Allah ona tam bir iyilik yapmış muamelesi görür. Kim bir iyilik yapmaya karar verir ve yaparsa, ona da Allah kendi katında on sevaptan yediyüz misline hatta kat kat daha fazlasına kadar sevap verir. Kim ki kötülük yapmayı düşünür fakat yapmazsa, Allah ona tam bir hasene verir. Kötülük yapmaya karar verir ve yaparsa ona da sadece bir günah yazar.”(Buhari, rikak 31)
“Ameller yedi kısımdır. İki amel vardır, tam karşılığı verilir. İki amel vardır, bire bir (karşılık) verilir. İyi amel vardır, on karşılık verilir. İyi amel vardır, yediyüz misli karşılık verilir. Bir amel daha vardır ki sevabının sayısını Allah’tan başka hiç bir kimse bilemez. Tam karşılık gören iki amel iman ve küfürdür. İman cenneti küfür cehennemi gerektirir. Bire bir karşılık verilen iki amel ise, bir iyilik yapmaya teşebbüs eden ancak yapmayanın ameli ki, Allah ona bir iyilik yazar. Diğeri de, bir kötülük işleyenin ameli ile Allah ona da bir günah yazar. Yedi misli sevap verilecek olan amel Allah yolunda cihad edenlerin verdiği paralardır. Allah şöyle buyurur: “Yedi başak bitiren bir dane gibidir ki her başakta yüz tane vardır.”(Bakara, 2/261)
Ayet ve hadisteki kat kat daha fazlasına ifadesi gösteriyor ki, on ve yediyüz kelimeleri bir sınır belirtmek için değildir. Allah dilediğini kendi katından sayılamayacak derecede verir. İhsanları ve nimetleri sayılamayacak kadar çok olan zat (cc) ne yücedir. Yedinci amele gelince o da oruçtur. Allah şöyle buyurur: “Ademoğlunun amellerinin tamamı kendisi içindir. Ancak oruç müstesna. Oruç benim içindir ve onun karşılığını da ben veririm” (Müslim) Dolayısıyla orucun sevabını da ancak Allah bilir.(s.164)
01.01.2010

Bu kitapta dinlerin ilk insan olarak gördükleri kişi hakkındaki düşüncelere yer vermek; özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da ilk insan olarak kabul edilen ‘Hz. Âdem’ üzerinde durulmuş, bu yapılırken ‘Evrim’ ilgililere havale edilmiştir. (s.3)
İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebebiyle ebü'l-beşer, Kur'an'da Allah'ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayılmış olduğundan safiyyullah unvanlarıyla da anılmaktadır.
En ilgi çekici bölüm şudur:
KARŞILAŞTIRMA: Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da “ilk insan” yaratılış hadisesi büyük ölçüde benzerlik göstermekte, fakat anlayış farklılığından kaynaklanan bazı ayrılıklar bulunmaktadır. İlk insanın yaratılışından ölümüne kadar geçen süre içindeki hadiselerin benzer ve ayrıldıkları tarafları şöyle sıralamak mümkündür:
1-Her üç dünü inanışa göre, yaratan Allah’tır. O, kainattaki bütün varlıkları yarattıktan sonra, insanı bizzat kendisi yaratmıştır.
2-İlk insan, yeryüzünden alınan topraktan yaratılmıştır. Ancak bu toprağın nereden ve nasıl alındığı, kutsal kitaplarda yer almamaktadır.
3-İnsanı diğer varlıklardan üstün yapan özelliklerden en önemlisi, kendisine Allah’ın ruh vermiş olmasıdır. Bu gerçek, Kitabı Mukaddes’te insanın toprak kalıbı biter bitmez ruh üfürüldüğü, Kur’an’da ise, insanın yaratılışının devirleri tasvir edilerek toprağın çeşitli merhalelerden geçtiği, ruh verilmeden önce miktar verilmeksizin belli bir süre geçtiği ifade edilmiştir.
4-Her üç dine göre ilk insan, Hz. Âdem’dir.
5-Hz. Adem’in Allah’ın halifesi olması, bazı istisnalar ile birlikte, her üç dinde ortak bir görüş olarak kabul edilmektedir.
6-Hz. Adem’in Allah’a benzer olarak yaratılması, Tevrat’ın önemle üzerinde durduğu konulardan birisidir. Yahudiler, Allah’ı beşerî bir varlık olarak değerlendirmeleri ve ona insanlara mahsus bazı sıfatlar vermelerinden dolayı, konuyu maddi anlamda ele almışlardır. Hıristiyanlar ise, Hz. Adem’in manevî olarak Allah’a benzeyebileceğini ileri sürmüşlerdir. Kur’an, diğer varlıklardan farklı olarak Hz. Adem’e birtakım üstün meziyetler verildiğinden bahsetmiş, fakat bu arada onun Allah’a benzeme hadisesine temas etmemiştir. Konu İslam literatüründe, hadislerde ve tarih kitaplarında bulunmaktadır.
7-Meleklerin, Hz. Adem’e secde ederek, Allah’a olan itaatlerini izhar etmeleri ve Hz. Adem’in üstünlüğünü kabul etmeleri, sadece Kur’an’da bulunmaktadır. İnsanın, yaratılış gayesine göre hareket ettiği takdirde meleklerden bile üstün olabileceğini gösteren bu İslamî inanç, diğer dinlerde hiç üzerinde durulmayan bir konudur. Yahudilik’te insan üstün bir varlık olarak görülürken, bu üstünlük onun davranışlarından çok zatı ile beraber olmaktadır. Hıristiyanlık’ta ise insan, ‘Aslî suç’un mahkumu olarak varlıkların en alt seviyesinde iken, İsa’ya ve onun öğretilerine sadece bir iman ile en üst seviyeye yükselmektedir.
8-Kur’an, Adem’in üstünlüklerinden bahsederken, ona isimlerin öğretilmesini misal olarak vermektedir. Müslüman bilginler, bu konuyu Hz. Adem’e ilmi çalışmalar yapabilme yeteneğinin verilmesi şeklinde anlamakta, Adem ile birlikte nesline verilen en büyük meziyetlerden biri olarak göstermekte; bu günkü ileri teknolojik gelişmelerin sebebini buna bağlamaktadır. Tevrat’ta Adem’e isimlerin öğretilmesi, bir üstünlük vesilesi olmaktan çok, tanışma olarak gösterilmekte ve değerlendirilmektedir.
9-Tevrat’ın Tekvin kitabının birinci bölümünde umumî yaratılış olayı anlatılırken insanın yaratılışı da söz konusu edilmiş, Tekvin’nin ikinci bölümünde ise insanın yeryüzünde yaratıldığı ve sonradan cennete girdiği belirtilmiştir. Kur’an, insanın, çeşitli merhalelerden geçtikten sonra topraktan ve cennette yaratıldığını haber vermektedir.
10-Hz. Adem’in hayatında büyük öneme haiz olan cennet, Yahudilere göre, dünyada Ortadoğu’da bir yer; Hıristiyanlara göre sembolik bir hikaye; İslam’a göre ise Hz. Adem’in içinde belli bir süre yaşadığı ve ahirette müminlerin gireceği yerdir.
11-Hz. Adem’in cennet hayatı kesin olarak bilinmemektedir. Tevrat, bakmak ve korumak göreviyle sınırlı yetkileri olan bir bekçi konumunda cennete konduğunu açıklamıştır. İslam’da Hz. Adem’in cennete konulması tamamen ilahi hikmetin neticesidir.
12-Her üç din ortak konularından birini Havva’nın yaratılış hadisesi teşkil etmektedir. Tevrat’a göre Havva, Adem’in kaburga kemiklerinin birisinden, cennette yaratılmıştır. Havva ismi Kur’an’da geçmemektedir. İslam alimlerinin çoğunluğu Kur’an’da geçen ‘nefs-i vâhide’ ifadesinin Hz. Adem, ondan yaratılan kimsenin de Havva olduğu kanaatinde birleşmişlerdir.
13-Yasak ağaç, üç din tarafından, imtihan aracı olarak görülmektedir. Tevrat, bahçe ortasına yerleştirilen, iki ayrı ağaçtan bahsetmekte, fakat bunlardan ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacının’ Adem’e yasaklandığını haber vermekte; ‘hayat ağacı’ ile ilgili bir yasaktan söz etmemektedir. Hıristiyanlığın sembolizm anlayışı ‘yasak ağaç’ konusunda da kendini göstermektedir. Kur’an’da ise, bir tek yasak ağaçtan bahsedilmekte, ona dokunma ve ondan yeme suç olarak değerlendirilmektedir.
14-Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’a göre, Adem ve Havva, ‘yasak ağaçtan’ yemek suretiyle kendilerine konan yasağı çiğnemişlerdir. Yahudilik ve Hıristiyanlık, yasağı çiğnemeyi ‘suç’ olarak nitelendirirken, Müslümanlar da ‘hata’ tabirini kullanmayı uygun bulmuşlardır.
15-Gerek Tevrat gerekse Kur’an, Adem ve Havva’nın cennetten çıkışlarından sonraki hayatları hakkında sınırlı bilgi vermektedir. Tevrat onun Kabil, Habil ve Şit adında üç oğlundan ve 930 yaşında öldüğünden bahsederken; Kur’an, sadece Kabil ve Habil kıssasına yer vermektedir. Cennetten çıkarıldıktan sonra yaşadığı yerler hakkında çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte, İslamî inanışa göre Arafat, Müzdelife ve Mekke onların hayatında önemli bir yere haiz olmaktadır. Yahudiler ve Hıristiyanlar, adem’in ölüm yeri olarak, Kudüs ve çevresini, Golgota tepesini kabul ederken, Müslümanlar, Ebu Kubeys dağı ve Serendip’te Adem dağında olduğuna inanmaktadır. (s.171-180)
21.12.2009

Dinimizin temel öğretilerinden birisi olan tevbe konusunu ele alınan kitap, zengin bir malzeme içeriyor. Zaman zaman zenginlik, paranın hesabının bilinmemesine nasıl neden oluyorsa, malzeme bolluğu da konunun ana düşüncesinin dağılmasına neden olmaktadır. Ayrıca alıntılardaki sentez ve analiz eksikliği de okuyucuyu ‘buraya niçin geldik’ sorusunu düşünmeye itiyor.
Uzun paragraflar okuyucunun dikkatini toplamasını zorlaştırır. (s.311-314) Her zaman kısa cümle ve paragraflar, konunun anlaşılmasına etki eden faktörlerin başında geliyor.
‘Bir başka deyişle’, ‘diğer bir ifadeyle’ şeklindeki açılımlar yeni bir ifadeden daha çok tekrara daha yakın duruyor. Ayrıca kimi ifade ve cümleler okuyucuya ‘bu cümleyi ben kitabın gerisinde okumuştum’ zannını veriyor.
Kitabın bir de imaj eksikliği göze çarpıyor. İnsanlar kendilerine sunulan imajlardan etkilenirler. İmajı kontrol eden, gerçekliği de kontrol etmeye başlar. Aslında 13 yıl önce basılan bir kitapta bu eksiklikler mümkün görünse de bundan sonra yapılacak baskıda kapak düzeni, yazım hataları, tekrari ifadeler, yazı karakteri, uzun paragraflar yeni baskıda okuyucunun dikkatinin dağılmamasına ve konu bütünlüğüne yardımcı olacaktır.
Sıkça diğer kitaplarda da gördüğümüz zor olan şeylerden birisi de, tez olarak hazırlanan bir konunun, insanların okumasına sunulurken, tez hazırlama konusundaki tekniklerden sıyrılıp bunu okuyucuya hissettirmeden, akıcı, anlaşılır bir ifadeyle düzenlenmesidir.
Bir nokta da adını anmaya ihtiyaç olmayacak birilerinin (C.S. gibi s.191) ismini çizginin üstüne koymak yerine şayet gerek varsa ‘birileri’ deyip çizginin altında zikredilmesi de daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Tüm bu ifadelerden sonra Asım Yapıcı Bey’e çalışmasından dolayı teşekkür ediyor, tüm bu ifadelerimi bir okuyucunun anatomisi olarak değil de soyadınıza uygun ‘yapıcı’ olarak değerlendirmenizi istirham ediyor, hayırlı çalışmalar diliyorum.
Kitaptan özet olarak aldığım pasajlar ise şöyle:
TÖVBE, Allah ile insanın karşılıklı olarak birbirlerine dönmesi, ruhen Allah’tan uzaklaşmış kimsenin O’nunla yeni bir uzlaşma arayışının bir ifadesi, ferdin iç dünyasının yeniden inşası ya da yeni baştan yapılanması, Allah’ın istediği bir insan haline gelebilmenin verdiği duyguyu yakalamak, sosyal hayattan kopmadan ya da dışlanmadan, toplum içinde yaşayabilme, iç dünyasını tamamen yaratıcısına açarak suç işlediğini kabullenip günahın itirafı ve affı için dua, Allah ile ruhsal kopuklukların ve pürüzlerin giderilmesi, kişinin yaptığı fiilinin hatalı olduğunu itiraf ederek Allah’tan özür dilesi, kişinin Allah ile açılan arasını düzetmesi, inandığı ve gücendirdiğini Tanrı’ya dönmesi, inandığı ve yanında değer kaybına uğradığını varlığa tekrar yönelmesi, günahla kaybettiğine inandığı kulluk ve insanlık onurunu yeniden kazanmak istemesi, Allah’a karşı yabancı hissettiği durumdan kurtulmak ve gevşediği ve koptuğu düşündüğü ruhi bağları kurmaya hazır olduğunu ortaya koymak, günahın ruhunda bıraktığı etkileri silmek için eksikliğini, ihmalkarlığını, hatalarını ve bunların iç dünyasında meydana getirdiği yaraları onarma ve gidermek anlamlarına geliyor. (Genel)
Esasen yasaklar olmaksızın ferdin iradesi tezahür edemez. Şu halde insanın işlediği ilk günah hür iradesiyle ve şuurlu olarak meydana gelmiştir. (s.93) Söz konusu olan tövbe de hür iradenin bir ürünüdür. (s.95)
Her din öncelikle mensuplarını daha sonra ise tüm insanları kendi beklentilerine göre eğitmek ve onlara belirlediği hayat şeklini vermek ister. (s.109)
Şu hadisleri de tekrar ifade etmekte fayda var: “Her insan hata işler. Hata işleyenlerin en hayırlısı ise, tövbekâr olanlardır” (İbn Mace, zühd 30) “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyen sonra da kendisinden af dileyen bir topluluk yaratırdı” (Müslim, tevbe 9-10; Tirmizî, deavât 99) Bu hadis, insanın tabiatı itibariyle günaha yatkınlığını belirtmekle birlikte, dünya hayatı var olduğu sürece günahın da var olacağını ortaya koymaktadır. Bu hadise göre günah olmasaydı insan psikolojik anlamda insanlığını kullanamayacaktı. Belki de melek olacaktı fakat Allah insanı melek olarak yaratmayı murat etmemiştir. Dolayısıyla o, yeryüzünde varlığını devam ettirdiği sürece daima günah ile tevbe arasında gidip gelecektir. Yine bu hadise göre günah ve tevbe ikilisinin, insanın tekamülünün en esaslı belirtilerinden olduğunu söyleyebiliriz. (s.114-dipnot)
Yine Hz. Peygamber’in günahlarının affedildiği halde sıkça(günde yetmiş veya yüz defa) tevbe etmesi konusunda görüşleri serdetmesi okumaya değer konulardan birisi. (s.127-139)
“İnsanlar sadece hatalarının ve eksikliklerinin miktarı konusunda birbirinden ayrılırlar. Ancak günah veya hata işleyebilme özelliği bütün insanlarda mevcut bir temayüldür.”(Gazzalî-s.139)
Hz. Peygamber’in kendi ruhunda yaşadığı tövbe ve istiğfar hadiselerinden bahsetmesi ve kalbinin sık sık dumanlanmasından dolayı tövbe ettiğini söylemesiyle o, peygamber bile olsa hiçbir kimseni tövbe ihtiyacı dışında kalamayacağını ifade etmektedir. Böylece o, inananlara mutlaka tövbe etmeleri gerektiğini kendi şahsını örnek göstererek anlatmakta ve onları bu konuda eğitmek istemektedir. (s.143)
Hz. Ali tövbenin oluşumu için şu iki hususu belirtmektedir: Tövbe eden kişi işlediği günahın zevkine vardığı gibi, Allah’a itaatin da zevkine varması, günahkâr iken haramla beslediği vücudunu ibadete devam etmekle ıslah etmesi gerekir. (s.156)
Gazali tövbeyi “geçmiş hatalardan dolayı yüreğin erimesi” olarak tanımlar. (s.163)
Kişi tanımadığı, bilmediği bir varlığa karşı sevgi beslemez. (s.224)

Yunus Emre’ye Tövbe konusunda izafe edilen şu beyitle bitirmek istiyorum:
Tutulmaz oldu peygamber hadisi / Halayık cümle Hak'tan utlu oldu
Yunus gel aşık isen tövbe eyle / Nasuh'a tövbe ucu kutlu oldu.
21.12.2009

Hz. Ebu Bekir’in hayatı ve şahsiyeti Müslümanlar için önem arz eder. O Resulullah’ın, en yakın arkadaşı, Resulullah’tan sonra ilk devlet başkanı ve Müslümanların ilk halifesidir. Rasulullah’ın vefatından sonra ortaya çıkan ihtilafların halledilmesinde önemli rol oynamış, irtidat hareketlerini bastırmakla Müslümanların birliğini güçlendirmiş, fetih hareketleriyle İslam’ın yayılmasını sağlamıştır. Kur’an-ı Kerim’i bir Mushaf halinde toplamakla ona en büyük hizmeti gerçekleştirmiştir. Sadakati, ahlakı, bilgisi ve devlet adamlığı ile Müslümanlar için güzel bir örnek olmuştur. Kişisel işlerinde hoşgörülü, din ve devlet işlerinde haksızlığa göz yummayan karakteri ile, on dört asırdır Müslümanlar nazarında mükemmel bir ahlaki kâmil bir insan ve büyük bir devlet adamı numunesidir.
Babası Ebu Kuhafe, Mekke’nin fethinden hemen sonra oğlu Ebu Bekir’in aracılığı ile Müslüman olmuştur. Mekke’nin fethinde Ebu Bekir onu Hz. Peygamber’in huzuruna götürdü. Hz. Peygamber “Yaşlı babanı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın. Ben onu ziyaret ederdim” diyerek iltifatta bulundu. Buna karşılık Ebu Bekir “Onun size gelmesi daha uygundur” şeklinde cevap verdi. Hz. Peygamber “Biz ona, oğlunun iyiliklerine karşı ikramda bulunuruz” buyurdu ve Ebu Kuhafe’yi İslam’a davet etti, o da Müslüman oldu. (s.4)
Hz. Ebu Bekir’in pek çok lakabı vardır. Bunların en meşhur olan ve çok samimi, çok sâdık, sözünü işiyle doğrulayan anlamlarına gelen ‘Sıddîk’, ona Miraç olayını hiç tereddüt etmeden tasdik etmesi dolayısıyla Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Yine eski, cömert, güzel, azat edilmiş anlamlarına gelen ‘Atîk’ lakabı ise çok hayır yaptığı, yüzü ve ahlakı güzel olduğu için annesi tarafından verildiği rivayet edilse de, Hz. Peygamber’in “Sen cehennemden atîk’sin(azatsın)” buyurarak onun cehennemden azat olduğunu müjdelemesi ile verildiği görüşü daha uygundur. Ayrıca servetini Allah yolunda harcadığı ve eski elbiseler giydiği için ‘zü’l-hilâl’, çok merhametli olduğu için ‘evvâh’ lakablarıyla da anılmıştır. (s.6)
Halife seçildikten sonraki şu konuşması da önemlidir: “Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde sizin başkanınız olarak seçilmiş bulunuyorum. Şayet görevimi yollu yolunda yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış hareket ve davranışta bulunursam bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk, itimat ve emniyet, yalancılık ise hainlik ve itimada karşı suiistimaldir. Güçsüz olanınız (şayet haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçsüzdür. Bir millet, Allah yolunda cihadı terk ederse o millet zillete duçâr olur. Bir millet arasında yaygın olursa Allah o millete umumi bir bela verir. Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Şayet Allah’a ve Peygamber’e isyan edersem bana itaatiniz gerekmez. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” (s.39)
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali, sahâbîler arasında en güzel konuşan iki hatip olarak tanınır. Ebu Bekir'in çok tesirli konuşmaları fesahat ve belagat bakımından olduğu kadar muhtevalarının güzelliğiyle de ünlüdür. Onun bazı özlü sözleri şöyledir:
*Ölüme karşı harîs ol. Sana hayat verilir.
*İstişare ettiğinde doğru konuş ki meşveret doğru olsun.
*Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış. Ulaşınca da onu geç. Ondan daha iyisini yap.
*Dört kimse Allah’ın seçkin kullarıdır: Tevbe edene sevinen. Günahkâr kimse için istiğfar eden. Ayrılıp giden kimse için dua eden. İyiliğe muhtaç olana yardım eden.
*Kendini ıslah et ki insanlar da sana karşı iyi olsun.
*Akıllı kimse müttakî olan, akılsız kimse de zalim olandır. En doğru kimse emanete riayet eden, en yalancı kimse de hainlik yapandır.
*Allah mükafatını azabıyla birlikte zikretti ki, bu vesile ile kul, ibadete rağbet etsin ve azaptan korksun.
*Allah senin zahirinde gördüğünü batınında da görür.
*Kul, dünya nimetlerinden bir şeyle kibirlendiğinde Allah Teala o nimet ondan ayrılıncaya kadar buğzeder.
*Çok söz kişiyi unutkan yapar.
*Azgınlık, sözünde durmamak ve hilekarlık kimde bulunursa, zararları yüne kendisine dokunur.
*Üzerine hakkın konduğu bir terazinin ağır gelmesi haktır. Üzerine batılın konduğu bir terazinin ise hafif gelmesi haktır.
*Kardeşine bizzat kendisi yardım eden kimseye Allah rahmet etsin.
*İki hasletin senin için en iyisi, ikisinden en hoşuna gitmeyenidir.
*İyilikler, kötülüklerden korurlar.
*İmanı olmayanın dini yoktur. Yaptığı işi Allah için yapmayana mükafat yoktur. Niyeti olmayanın ameli yoktur.
*Keşke çiğnenip sonra yenen bir ağaç olsaydım.
*Sana yol göstermek isteyenden durumunu gizleme, aksi takdirde kendini aldatırsın.
*Sabır imanın yarısı, yakîn ise tamamıdır. Sabrın bulunduğu yerde musibet yoktur. Sabredin! Zira her işin başı sabırdır.
*Birisi ona “Sana bir küfrederim ki, seninle birlikte kabre kadar gider” der. Hz. Ebu Bekir “Benimle değil, seninle birlikte gider” cevabını verir.
*Dostuna dost ol. Tüm arkadaşlarını haklarda eşit tut.
*Mal cimrilerde, silah korkaklarda be re’y zayıflarda olursa işler bozulur.
*Hiçbir bela yoktur ki ondan daha ağırı olmasın.
*Ne söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün.
*Sırrını alenî şeylerle bir tutma. Zira işin bozulur.
*Maiyetinle konuş ki, faydalı bilgiler alasın.
*Halka iyilik yapmak afet ve belalardan korunmaya vesile olur. (s.115-116)

Cennetle müjdelenen, Hz. Peygamber’in kayınpederi, hakkında halife tabiri ilk defa kullanılan, bu büyük sahabinin hayatını, Hz. Peygamber arkasından birçok sözler uydurulduğu yerde Hz. Ebu Bekir arkasından da olmadık sözlerin söylendiği ve birtakım yakışıksız iftira ve olur olmaz iddiaların yapıldığı o ashabın güzide insanını ilk elden kaynaklardan hazırlanan kitaplardan okumaya ihtiyacımız var. İbrahim Bey’e teşekkür ediyor, kitabın başında İslam Ansiklopedisi(10/101-108)’ndeki Ebu Bekir maddesi ve a. Lütfi Kazancı Hoca’dan Ebu Bekir (328 s.) kitabı ile de konuyu tamamlama tavsiyesi ile sözlerimi noktalıyorum.