Nedense Vasconcelos gibi yazarlar, içimde bir parça da olsa yazarlık hayali kuran kendim için hayal kırıklığı yaratıyor bende. Yazarın hayatına bakıyorsunuz; boks antrenörlüğünden , ressamlara modelliğe; hamallıktan, garsonluğa kadar birbiriyle ve yazarlıkla alakasız onlarca meşgale.. Fakir bir ailede gözlerini açıp, çok zor şartlar altında kendi kendini geliştirebilmiş bir isim Vasconcelos. Böyle olunca da insan sormadan edemiyor: “ Yazarlık insanın kaderinde mi vardır?” diye. Aynı şeyleri Jack Londan ile tanışdıktan sonra da düşünmüştüm.
Şeker Portakalı’da yine Jack London’ın Martin Eden’ı gibi yazarın hayatından-çocukluk dönemi- bize kesitler sunuyor. Bir nevi otobiyografik bir karaktere sahip. Bu yönüyle de okuyucu üzerinde oldukça güçlü bir etki sağlıyor. Zaman zaman küçük Zeze sizi kahkahalara boğarken kimi zaman da hüzünlü hikayesine nemlenmiş gözlerinizle eşlik ediyorsunuz.
Hani klasik tartışma konusu vardır ya: “Çok mu gezen yoksa çok mu okuyan bilir?” diye. Bu romanı okuduktan sonra Vasconcelos’u herhalde çok gezen,gören,yaşayan, amiyane tabiri ile feleğin çemberinden geçmiş yazarların arasına dahil ediyorsunuz. Ve bir gerçek var ki bu isimler bam telinizin akordunu çok iyi ayarlıyor.
Daha 6 yaşını dahi doldurmamış bir çocuğun dünyasında bir pencere açıyor bize yazar. Okudukça da o pencerenin camından size çok şey aksediyor. Çocukluk oyunlarınız, haylazlıklarınız, hayalleriniz, korkularınız... Hepsi küçük Zeze ile bir kez daha canlanıyor gözünüzde.
Kitaptan Brezilya toplumuna dair oldukça çarpıcı çıkarımlar edinebiliyorsunuz. Mesela hikayemizin kahramanı Zeze’nin maruz kaldığı şiddet oldukça esef verici. Çocuk eğitiminde! dayak gerçeği genelde doğu toplumlarında karşımıza çıkarken dünyanın bir diğer ucu Brezilya’dan da böyle bir hikayeye tanıklık etmek farklı bir tecrübe oluyor okuyucu için.
Yine kitapta ilgimi çeken bir ayrıntı özellikle Latin Amerika ülkelerinde meşhur olan lakap meselesi. Bu ülkelerde özellikle uzun Portekizce isimlerine karşı toplumun geliştirdiği bir refleks sanki. Ne de olsa sömürgeci bir ülkenin dilini kullanıyorlar. Belki de bu şekilde bilinçaltlarında bir tepki koyuyorlar kim bilir!Yazarın hayat verdiği Zeze karakteri de muhakkak ki kendisinin bir lakabı. Kitapta Totoca, Portuga, Dodo gibi daha onlarcasına rastgelmek mümkün.
Nihayet kitabı bitirdikten sonra da şunları söylemekten insan kendini alıkoyamıyor. “ Çocuk her yerde çocuk. Ve hiç bir çocuk acı bir hayatı hak etmiyor.” Tüm çocukların mutlu olduğu bir dünya dileğiyle...