Yanılmıyorsam 91 yılı idi.
Raskolnikov’un müthiş öyküsü ile tanışmıştım ilk defa Dostoyevski ile.
Suç ve Ceza’yı –hala o güzel uygulama devam ediyor mu bilmiyorum- Pazar günleri sahafların mesken tuttukları Kadıköy sokaklarındaki bir yaşlı amcadan almıştım.
Klasiklerin onlarca yayınevi tarafından basıldığını(yazarın ölümünden 75 yıl sonra telifin kalkması sebebiyle) ama aslına en yakın olanı okuma adına belli yayınevlerinden alınmasının da şart olduğunu biliyordum.
Bu bilinçle, göze hoş gelen inceciklerden değil de tuğla kalınlığındaki 2 cilt halinde olanı tercih ettim.
Ve de 2 günde bitirdim.
Aradan 20 yıl geçmişti ki, geçtiğimiz günlerde Suç ve Ceza’nın Radyo Tiyatrosu’na tesadüf ettim.
Tevafuka bakın ki, elimde de Stefan Zweig’ın Satranç’ı vardı.
Tevafuk dedim, çünkü daha çok biyografi yazarı olarak bilinen ve Balzac, Dickens, Tolstoy, Nietzche, Stendhal, Magellan, Erasmus gibi pek çok ünlünün hayat öyküsünü kaleme alan Zweig’ın belki de en hacimli ve derinlemesine tahlillere sahip eseri Dostoyevski ile ilgili olanıdır.
Bir yandan Satranç’ı okumaya, yürüyüşe veya alışverişe çıktığımda da Suç ve Ceza’yı dinlemeye koyuldum.
Kadim kuralım elbette hala geçerli.
Matbu halinde okumadığım bir eserin asla ve kat’a ne filmini seyrederim ne de radyo tiyatrosunu-sesli kitabını dinlerim.
6 saatlik tiyatro ile Raskolnikov ve ailesi-tefeci kadın ve kardeşinin başında örgülenen ve aslında Dostoyevski’nin o zamanlardaki halet-i ruhiyesinden çok derin-net çizgiler taşıyan öykü ile tekrar hatırladım yıllar önceki eseri.
Ve 70 sayfalık Satranç’ta da aslında okuduğumuz Zweig’ın kendi duygularıdır, hissettikleri ve karamsarlıklarıdır.
Kitabın kapağını kapatıp, ses-çalarımın stop düğmesine bastığımda şöyle bir düşündüm:
Esasında Zweig’ın Satranç eseri de çok rahat Suç ve Ceza gibi 2 belki 3 cilt olabilecek içeriğe sahipti.
Ama doğru ya…
Yahudi asıllı Avusturyalı Zweig’ın acelesi vardı.
Dünyadan ümidini kesip eşi ile beraber uyku ilaçları ile intiharından sadece 1 yıl önce yazmıştı bu eserini.
Ve çok önceden planladığı intihar kurgusunda-ilk eşine de beraber intihar etmeyi teklif ettiği yazılır- bilinçli ilerlemekteydi.
Ve hiç de sürpriz olmayacak şekilde, kitaplarındaki pek çok figür gibi gönüllü ölümü tercih etmişti.
Virginia Woolf gibi ceplerine taş doldurup yürümemişti denize doğru.
Kravatını takmış, veda mektubunu yazmış ve birlikte iki kutu ilacı içtiği eşi ile yataklarında, sarılmış halde veda etmişti bu dünyaya.
Yazık, çok değil 2 sene daha sabredebilseydi; onun ve uygulamaları yüzünden intihar ettiği Adolf Hitler’in metresi ile intiharının romanını yazıyor olacaktı belki de… Hem de büyük bir keyifle.
Zaten Satranç’ın son bölümünde alt üst olmuş psikolojisinin, karamsarlığının ve ümitsizliğinin izlerini ayan beyan görüyorsunuz.
Satranç metaforu üzerinden hiç’liğe, ümitsizliğe, işkenceye, Hitler’in acımasızlığına, bir tebessümün esirgenmesine bol bol göndermeler var.
Hayatın herhangi bir safhasında iyi olanın kazansa da sonunda mutlak kötünün mat yapacağını yazar Zweig…
Keyifli, sürükleyici.
Gel gelelim, “Satranç” ın da sergüzeştinde anlaşılamamak, hatta onun ötesinde ulaşılamamak vardır.
Malumunuz, bazen eser isimleri(hatta kapakları vs.) satış ve okunurlukta ciddi etken olabiliyor.
Elbette klasik boyutuna çıkmış yazarlarda okuyucu bunlarla çok ilgilenmese de ve de adrese teslim okusa da, yeni başlayanlar için bu bir realitedir, etkendir.
Raflarda dolaşırken satranç ismini görüp pas geçen çok kişi olduğunu tahmin ediyorum.
Bizden bir örnek verecek olursam; yakın tarihimize ve edebiyat dünyamıza ışık tutmak adına çok önemsediğim Münevver Ayaşlı’ya bir bakmanızı rica edeceğim.
Münevver Hanım’ın en bilinen ve de okunan eseri “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” dir.
Okuyucu, bunun bir hatırat olduğunu bilir ve hemen alır.
Hemen hemen aynı formatta bir eseri daha vardır ki hiç bilinmez.
“Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru”
Çünkü bu ismin ne çağrıştırdığını okuyucu kavrayamaz ve tabir-i caizse pas geçer.
“Efendim, kapağını açıp şöyle baksa” diyenleriniz olacaktır muhakkak ama ben de size derim ki Bkz. İnternet üzerinden satış rakamları…
İşte; Yahudi kökenli Avusturyalı Dr.B, köyünün sınırlarını aşamayan asosyal dünya şampiyonu Czentovic, zengin ve para ile her şeyi yapabileceğinin doğrultusunda yaşayan McConnor ve yine Avusturyalı “ben-anlatıcı” nın bir gemide geçen hikâyesinin eseri “Satranç” da şahsi kanaatimce aynı sıkıntıdan muzdarip/tir.
Hulasa…
Bu sıcak yaz günlerinde evinizin balkonunda veya şöyle serin bir kafede, ister soğuk bir soda veya sıcak bir çay eşliğinde 2 saatinizi ayırın…
Satranç’ı elinize alın ve bitirin.
Müthiş keyif alacaksınız…
Garantimdir efendim.