Toplam yorum: 3.090.474
Bu ayki yorum: 1.072

E-Dergi

KY-138843 Tarafından Yapılan Yorumlar

09.02.2011

Bu eseri kaleme alan ancak ismini bize bırakmamış meçhul yazara mı, yoksa bir müzayede de yazıtları alıp günümüz Türkçesine çevirerek bizlere ulaşmasını sağlayan İskender Pala’ya mı daha çok teşekkür etmeli bilemiyorum. Sultan Ahmet döneminde denize atılan cesetlerin peşinden çözülmeye çalışılan seri cinayetler ile dönemin lale kültürünü, yeniçeri ocağının ocaklıktan çıkıp başına buyruk eşkıyalıklarını, sultan namzedi olduğundan habersiz sevgilisi Nakşigül’ün katillerini bulmaya çalışan sevdalı şehzade Kara Şahin’in macerasını, vezir İbrahim paşa ile padişah arasında ki satrancı, halkın sarayın dışındaki sefil ve acımasız dünyadaki yaşama savaşını okuyacaksınız. Günümüzde oldukça fazla okuyucu ile buluşan tarihi romanların belki de atası sayılabilecek bir eserle karşı karşıyasınız. Eser boyunca tavan yapan merakınız Patrona Halil isyanı ve 1. Mahmut’un tahta çıkışı ile giderilecek ve tüm sorulara yanıtlar bulunacak. Ancak bir soru hariç. Bunu da okuyunca görmeniz gerekiyor diyor noktalıyorum.
21.12.2010

Eserin “Kelimeler” ismi ile sunulmasının özelliğini anlamadım. Kapağı açmadan önce yazarın söylenmeyeni ve söylenebilecekleri farklı bir edebi anlayış gözeterek kelimelerin gücü ile söylemiş olabileceğini düşündüm. Ancak okudukça klasik gazete köşe yazılarından derlenmiş hissi uyandıran bir eser ile karşılaştım. Mustafa İslamoğlu 4 ana bölümde topladığı eserinde sevgi, hicret, islamda kadın konularını çok güçlü işlemiş. Bu ana konuları içeren yazıları çok beğendiğimi söylemeliyim. Ancak 3.bölümde okurlarından gelen mektuplara cevap verdiği yazılar ziyadesi ile sıkıcıydı. Bu eserin konusu olmamalıydı diye düşünüyorum. Sanki yazar burada “Bakın ben bu konularda ne kadar dirsek çürüttüm, çile çektim” demeye çalışmış. Bu yorumu yapmak haddime değil belki ama hissettiğim buydu. Kadın hakları savunucularının ve feministlerin özellikle okumalarını tavsiye ediyorum. İslamoğlu’na verecekleri cevapları merak ediyorum açıkçası…
21.12.2010

Türkiye’nin bir yüzkarası olan ancak ülkedeki birçok kişinin bile bugün haklıydı-haksızdı tartışmasını yürüttüğü, ülkede darbe geleneğini oluşturan müdahalenin adıdır 27 Mayıs. Nazlı Ilıcak’ın 1975 yılında genç bir gazeteci iken o günün darbecileri ve mağdurları ile yaptığı röportajların yer aldığı eserini okumadan önce demokrasiyi içinize ne oranda sindirdiğinizin analizini yapmalısınız. Eğer bugün 12 Eylül’ü faşist bir darbe olarak görüp 27 Mayıs’ı meşru görenlerden iseniz, okumakla vakit kaybetmeyin derim. Zira darbeleri “Bizden olmayana yapılana oh olsun” düşüncesi ile değerlendiriyorsanız ve bugün darbelerle ilgili yüzlerce eser ve hatıra elinizin altında iken hala ideolojik yaklaşıyorsanız, Nazlı Ilıcak’ın röportajlarında altı kalın kalemle çizilmesi gereken birçok satır bir kulağınızdan girecek diğer kulağınızdan çıkacaktır. 27 Mayıs; millet iradesinin nasıl ayaklar altına alındığının, gazete manşetleri ile yargılama yapılan hukuksuzluğun ilk örneğidir Türkiye’de. İşte bu nedenle de çok önemli bir tarih sahnesidir. Birçok röportajda 27 Mayıs darbesinde etkin rol oynayanların pişmanlıklarını okumak ilginizi çekebilir. Röportajlar içerisinde 539 sayfayı bana göre en doğru özetleyen kişi 2007 yılında vefat eden İsmet Giritli’dir. Sayın Giritli 27 Mayıs darbesinden sonra geçici anayasayı hazırlayanların içerisinde yer alan bir hukukçudur. Yani hukuksuzluğu hukuk diye yutturmaya çalışanların içinde yer almıştır o dönem. Ama röportaj boyunca Nazlı Ilıcak’a sabırla hep aynı şeyi söylemiştir. Özetle “Darbe yapılmıştır, darbe yapmak kanunsuzdur. Bu yapıldıktan sonra bunu darbe öncesi kanunlarla değerlendirip eleştiremezsiniz. Darbeyi yapanlar kendi kanunlarını koyar ve yürütür, bizde buna göre yorumlar yaptık o dönem” anlamını çıkaracağınız ifadeler beyan etmiştir. İşte olayın özü budur. Siz istediğiniz kadar yasa çıkarın. Bu ülkede darbecilere alkış tutanların azımsanmayacak oranı olduktan sonra yarın da darbe olur, bir gecede Milli Birlik Komitesi kurulur ve kendi kanununu yapıp sizin kanununuzu çöpe atar. İşte bu nedenle 12 Eylül 2010 referandumunda pusulayı yırtıp zarfın içine koydum. Bu referandumda Evet diyenler bir şeylerin değişeceğini zannedenler, Hayır diyenler ise Menderes ve arkadaşlarının asılmasından mutluluk duyanlardır. Buna adım gibi eminim. Nazlı Ilıcak’ın çalışması 27 Mayıs ile ilgili hazırlanmış en kapsamlı ve faydalı eserlerin başında geliyor. Darbelere kayıtsız şartsız karşı olanların bilgilerini tazelemeleri için okumasını tavsiye ederim.
21.12.2010

Şiirsel bir anlatımla okuyucuyu kâh uçurup kâh düşürüyor Sunay Akın Ay Hırsızı esersinde. Kimi zaman Enver Paşa’nın bitmek bilmeyen uçak kazalarından sağ kurtuluyor, kimi zaman Che Guevera’nın cesedinin bağlandığı helikopterin iniş takımlarında acı çekip Bolivya halkını selamlıyor, Atilla Hülagü ile deniz üstünde yürüyor, Ramazan ayındaki mahyaları izlemek için namazı hızlı kılıyorsunuz. 157 yaşında ölen Zaro ağanın Kinkong’a benzeyen dramına tanıklık ediyor, kelebek gibi uçup arı gibi sokan Muhammed Ali’nin uçağa ancak sırtında paraşüt ile bindiğine şaşırıyorsunuz. Tüm bu olup bitenler içinde sizi gezdiren Sunay Akın’ın Ay Hırsızı eserinde beni en çok etkileyen ise, kitabın ilk yazısı olan ve havacılık tarihimizin belki de en büyük şahsiyeti Vecihi Hürkuş’un acı hayatı olmuştur. Şener Şen’in beyaz perdede herkesi güldüren Vecihi karakterinden ayrı, hüzünle dolu bir hikâye. Eseri bitirdiğimde çocukluğumda oynadığımız oyuncaklardan neden bir tane bile saklamadığıma hüzünlendim. Sizde kitabı bitirdiğinizde bu hüznü taşıyabilirsiniz.
21.12.2010

22 Temmuz 2007 seçimlerinde halkın % 47’lik kesiminden onay alan AKP’nin ikinci dönemi öncesi ülkeyi bir yol ayrımına getiren kutuplaşmayı, seçim öncesi süreçte yaşananları, karşıt görüş içerisinde bu kadar objektif değerlendiren Sayın Ulagay’ı tebrik ediyorum. Laik darbe fiyaskosu, hakikaten 22 Temmuz akşamında gün yüzüne çıkan en önemli cümle. Osman Ulagay; AKP yönetimine karşı sloganlardan ve ezberden arınmadıkça alternatif bir siyasi oluşumun güç kazanamayacağını çok açık biçimde işliyor kitabında. Türkiye’deki sosyal demokratların, 1920’li Türkiye özlemi ile dünyadaki gelişmelere kapalı, halkçı görünüp halktan uzak bir anlayışla iktidar olunamayacağını belirtiyor. Bu kitap tüm AKP karşıtlarının okuyarak, nerede hata yapıldığının bir özeleştirisini bulacakları değerli bir eser. Osman Ulagay’ın yazdıklarından ders alınmadığı sürece siyasi tarihimiz kör dövüşüne devam edecek kanısındayım.