Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

karaademm Tarafından Yapılan Yorumlar

07.06.2020

Halide Edib’in Yeni Turan’ı sonrası neşredilen milliyetçilik ‘tezli romanların’ ilk örneklerinden.
Yıl 1918.

Eserinin merkezine aldığı Demir (Aydemir) karakteri aşkını ülküsüne feda etmiş ‘bir derdi olan’ gençtir.

Yıllarca Türkistan’daki Türkleri ‘eğitmek, bilinçlendirmek ve harekete geçirmek’ için mücadele eder.

Köprülü’nün söylemiyle Aydemir bir mefkûrenin “kan ve demirle değil, aşk ve samimiyetle”, “yıkarak değil, bilakis yaparak inkişaf edeceğinin” timsalidir.

Bir asır önce kaleme alınmış olup siz okurların ilgisini bekliyor halen. Buyurun.
07.06.2020

“Bu kitaptaki ben, doğrudan benim. Anlattıklarım bütünüyle yaşamımdan alınmadır.

Bende iz bırakan kimi anlar ve anılardan yola çıkarak, yaşadıklarımın yazdıklarıma nasıl sızdığı üzerine belgeleyici olması amaçlanmış metinlerdir.

Hiçbir yalana, süslemeye, değiştirmeye, kurmaca olaya, hayal gücü olan bir sahneye yer vermedim.” (eserden, s.84)

Kitabın hikayesinin 1988’de yabancı kaynaklı bir dergi tarafından talep edilen yazı ile başladığını anlatıyor Mungan.

Ve devamında 1990 yılında yayımlanmaya başlayan farklı başlıklarla birlikte 1996’da son halini alıyor Paranın Cinleri.

Kitapta sıkça söz edeceği ve 2015 yılında yayımlayacağı Harita Metod Defteri için bir önmetin gibi aslında.

Mahmut ile Yezida. Taziye. Geyikler ve Lanetler.

Lal Masalları. Kaf Dağının Önü. Sahtiyan. Kırk Oda. Cenk Hikayeleri ve Son İstanbul.

Mardin. İlk aşk. Mavi Boncuklu Kız. Baba. Ölüm. Cavidan. Anne. Öz, üvey. Mehtaplı Geceler.

Çok şey anlatacak çok.
06.06.2020

1928 tarihli romanı.

Keskin bir yıl ayrımı yapmak istemiyorum; ama kafanızda tam anlamıyla oturabilmesi amacıyla 1909-1923 tarihlerini verebiliriz.

Çalıkuşu’nu okudunuz zaten. Orada genç Feride vardı. Güzel Feride. Burada da medrese eğitimini yarıda bırakıp ‘öğretmen okuluna’ geçip mezun olan Ali Şahin var.

Medrese eğitimini yarım bırakma sebebi aslında tahmin edebileceğiniz şeyler: Softa takımının dini farklı ve yanlış yorumlayışı, bilime mesafeli davranması ve değişimlere-devrimlere uyum sağlayamaması.

İstanbul’a çıkan atamasını o dönemde yapılanın tersine taşraya isteyen bir eğitimci Şahin Efendi. Haliyle bu isteği kabul görür ve İzmir’in Sarıova kazasına ataması yapılır.

Genç Cumhuriyet’in devrimleri gölgesinde ‘arada kalan’ bir kazadaki gerici ve çıkarcı bir kitleyle yıllarca uğraşmak zorunda kalacaktır Şahin Efendi.

Deli Necip, Eyüp Hoca, Rasim Bey, Avukat İhsan ve diğerleri.
03.06.2020

Milattan önce 495 doğumu, Sophokles’in. 2500 yıl öncesinden gelen bir eseri okuyoruz yani.

Ve galiba kaleme alınmış kitaplar arasında aşılamayacak ender eserlerden.

“Aşina olunan bilinemez, değil mi?” diyordu bir söyleşisinde Bernhard.

Ne de aşinayız aslında Kral Oidipus’a. Ve ne kadar da bilinemiyor aslında.

Seneca, Corneille, Voltaire, Gide ve devamında psikanalizin ustaları. Bir şekilde yazdılar Oidipus’u. Kaderciliği. Kader karşıtlığını.

Elinizdeki eser ülkemizde yayımlanan ilk Kral Oidipus çevirisi. 1941, Bedrettin Tuncel.

Yunanca aslından çevrilmemiş olsa da çeşitli çabalarıyla ‘neredeyse’ aslından çeviriye yakın bir ürün ortaya koyduğunu söylüyor giriş yazısında.

Üzerine çok da fazla söz söylenilmeyecek bir eser var elinizde. Buyurun.
03.06.2020

Sovyetler’in 1968’de Çekoslovakya’yı işgali sonrasında geçiyor roman. Dört ana karakterimiz var: Tomas, Tereza, Sabina ve Franz.

Merkezinde Tomas’ın yer aldığı ve daha çok Prag-Paris çizgisinde ilerleyecek bir kitap bu.

Bir konuyu takip etmekten ziyade biçim ve içerikteki çeşitliliği farkettikçe sayfaların akıp gittiğini göreceksiniz.

Cinsellik, eserin belki de temelinde yer alıyor. Sanat, siyaset, insan ilişkileri. Bunları özellikle Tomas ve Tereza ağzından hızlı geçişlerle okuyacaksınız.

Farklı ve doğal olarak zor bir eser olduğunu düşünüyorum naçizane. Her anlatılanın ardında bir arka plan arama-bulma süreci zorlayabilir sizleri.

Her şeye rağmen lezzetli mi, tabiki.
Her şeye rağmen değer mi, elbette.

Tek farkla. Kundera için başlangıç eseriniz olmamalı.

“O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir.

Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur.” (s.13)