Toplam yorum: 3.081.289
Bu ayki yorum: 967

E-Dergi

karaademm Tarafından Yapılan Yorumlar

13.05.2020

Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Enver Paşa’yı kaleme aldığı üçer ciltlik geniş bir eser külliyatına imzasını atmış durumda Aydemir.

Burada doğumuyla başlayıp 1950 sonlarına dek getireceği yaşamını ve şahitliklerini anlatacak aslında bizlere. Bu yönüyle otobiyografik bir eser elbette.

Mahalle mektebi. Mevlevi tekkeleri. Rüştiye. Balkan Harbi. Muallim mektebi. Yedek subaylık. Şehit olan asker abileri.

1919 sonrası Azerbaycan ve Rusya. Enver Paşa ile tanışıklığı. Lenin, Stalin, Troçki.

1923 ülkeye dönüş. Aydınlık dergisi. 1926 Afyon Hapishanesi. 1927 Af. Ve Kadro dergisi.

Turancılık fikriyle yanıp tutuşan bir gençlikten Komünizme uzanıp oradan da Anadolu’daki mücadelede bulunan bir hayat.

“Kimse sormazdı ama, hangimize sorulacak olsa:

— Evet, kabemiz yüce, parlak Turan’dır. Bunda anlaşılmayacak ne var? der geçerdik.

Halbuki şimdi? Turan’da, Turan’ı arıyor ve bulamıyordum.”

Diyerek Turancılık fikirlerinden uzaklaşmasını da açık bir şekilde ortaya koyan bir hayat.
10.05.2020

Eserinin merkezine 26 yaşında, Çanakkale Savaşı’na katılmadan önce muallimlik yapan ve cephede 3 yıl kalıp yaralandıktan sonra ‘kimselerinin olmadığı’ İstanbul’una dönen Nihad’ı alıyor, Peyami Safa.

Malum Birinci Dünya Harbi. Tüm Dünya’da olduğu gibi bizim coğrafyamızda da fakirlik, kıtlık, sefalet.

İdealist bir portre çiziyor Nihad. Maddi anlamda kendisine yardımcı olabilecek her işi yapma taraftarı.

Planladıklarının hiçbirinin gerçekleşmeyecek olması onu adım adım çöküntüye sürükleyecektir.

Bu süreçte zengin bir ailenin ‘eğitim ve muhasebe’ işlerine bakmaya başlar.

Ve orada tanışacağı Muazzez ile olaylar ardı ardına gelişecektir.

İstanbul’da gördüğü manzara;

‘Zenginlerin fakirlerle, masumların kirli olanlarla, yalancıların doğrularla, hainlerin sevdalılarla’ bir arada yaşadığına yöneliktir.

Ve bu manzara ona Mahşer yerini hatırlatacaktır.

Yalnız ve kimi zaman çaresiz insanoğlunun ruhunun derinliklerine nüfuz eden Peyami Safa romanı var elinizde. Buyurun.
10.05.2020

Üzerine söylenebilecek ‘yeni bir şey’ olmayacağı için kısaca anlatıp kapatacağım bahsi.

Kafkasya’nın bir köyünden ‘esircilerin’ eline düşen küçük bir kızdır Dilber. Zayıf, çelimsiz, yalnız bir kız.

Sayfalar ilerledikçe Dilber’de aileden aileye, coğrafyadan coğrafyaya göç edip duracaktır.

Söz gelimi ‘bir memur’ halayığı da olacaktır, bir ‘konak’ halayığı da.

Bu geçişlerin son durağı ise Mısır ve bir aşk macerasıdır.

Samipaşazade Sezai baba konağındaki kişisel gözlemlerinden fazlasıyla yararlanıyor aslında kitabını yazarken. O da bir paşa çocuğu nihayetinde.

Evet, eser devrin yaygın kurumu ‘tutsaklık-kölelik’ anlayışına bir başkaldırı olmasına rağmen uygulama konusunda cesur adımları getiremediği için realizmini kaybediyor belki de.

Her şeye rağmen bir mesajı var Sezai’nin.

‘Ticaretin insanla yapılanı’, ‘sosyal sınıflar arası dengesizlik’, ‘konak hayatı’ gibi birçok konuya parmak basmasıyla takdir edilesi naçizane.
08.05.2020

Oktay Akbal vefatına kadar Yeni Sabah, İkdam, Cumhuriyet ve Milliyet de dahil olmak üzere birçok gazete-dergide yayımladı yazılarını.

Bu yazın serüveninde romandan hikayeye, denemeden söyleşiye kadar birçok tür yerini aldı.

Elinizdeki eseri 1957 yılında yayımlanıp 1958 yılında Türk Dil Kurumu ‘roman ödülü’ kazandırıyor Akbal’a.

Günümüz okurları onun eserlerine uzak olsa da o edebiyatın bir köşesinde yer edinmişti aslında.

Suçumuz İnsan Olmak, ismine ne de yakışan bir roman.

Nuri. Felsefe mezunu bir devlet memuru. Evli ve iki çocuk babası.

Nedret. Sarhoş bir baba ve biçare annenin mutsuz çocuğu. Mutluluğu kendinden 18 yaş büyük doktor Hamdi’yle evliliğinde aradı belki de.

Nuri’nin yalnız yürüyüşlerinin birinde şans eseri bir dairenin penceresinden gördüğü Nedret ve ona beslediği aşkın safhaları anlatılıyor burada.

Yasak bir aşkın, ‘bencil mutluluk arayışı’ olarak tanımlayabileceğimiz bir kitap var elinizde.
07.05.2020

İlk sayfalarında kitaba da adını veren Deli adlı piyesle karşılıyor bizi yazar.

Meşrutiyet yönetimi sonrası bilincini kaybedip bu bilinci Cumhuriyet sonrası Türkiye’de kazanan Maruf Bey’in durumu alaylı ve mizahi bir dille anlatılıyor.

Devamında büyük Ankara yangınına (1916) ve çeşitli icatların gelişimine değiniyor.

Karacaoğlan için özel bir başlık açıp onun kaleme aldıklarından alıntılarla iyi bir edebiyat tarihçisi olduğunu da gösteriyor.

Son olarak şu cümleleriyle:

“Eli neye sürülse tahlilini yapmak isteyen bir kimyager farz ediniz; ben ona döndüm. Kalemime bir Türkçe kelime dolaştı mı ayıklamadan yapamıyorum; rahatım da kaçıyor.”

anlatmış olduğu sözcüklere takıntılı halini farklı örneklerle pekiştirip sonlandırıyor kitabı.

Çok şey katacak. Buyurun.