Toplam yorum: 3.087.413
Bu ayki yorum: 7.100

E-Dergi

hakan arslangiray

Ülkemizin en önemli sorunlarından birinin az okumak ve buna bağlı olarak okuduğunu anlamamak olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle başta kendi ailem ve yakın çevrem olmak üzere, ulaşabildiğim tüm insanların kitap okuması için elimden geldiğince çabalıyorum. Okuduğum kitapları yorumlayıp paylaşarak kitapseverlerin bu kitaplar hakkında bilgi edinmesini amaçlıyorum.

hakan arslangiray Tarafından Yapılan Yorumlar

28.09.2022

1939 yılında Nazilerin yönetimindeki Berlin'de bir Nazi subayı ve iki doktorun, en üst düzeydeki parti yöneticilerinin eşlerinin benzer şekilde öldürülmesini araştırmasını anlatan roman aynı zamanda Nazilerin o dönemde yaptığı akılalmaz işkence ve katı uygulamaları anlatıyor. Nazilerin bilinen saf ırk oluşturma çalışmalarına ve bunu yaparken uyguladıkları çok acımasız yöntemlere de uzun uzun yer verilmiş kitapta.

Roman maalesef çok bilinen, birçok kitapta ve filmde çok fazla anlatılan Nazi zulmü ve saf ırk yaratma çabasını benzer klişe tarzda anlatmaktan öteye gidememiş bana göre. Yazarın önceki romanlarındaki yaratıcılığından ötürü beklediğim, gerilimi ve gizemi yüksek dozda olan, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz bir roman bulamadım maalesef.

Roman merak uyandırmayan sıkıcı bir tempoda başlayıp aynı şekilde bitiyor.

Yazar son birkaç romanında azalttığı cinsellik ve şiddet dozunu bu kitapta tekrar çok üst seviyelere çıkarmış.
Roman, özel güçleri nedeniyle Tanrı Odin tarafından 3 kez yakılarak öldürülmeye çalışılan ama her seferinde kurtulan cadının, üçüncü yakılışından sonra ıssız bir ormana kaçmasıyla başlıyor. Cadının son yakılışında bırakmak zorunda kaldığı kalbini, Tanrı Odin'in kan kardeşi Loki alıp cadıya geri getirir ve aralarındaki ilişki bu şekilde başlar.

Romanda Loki ve Cadı arasındaki ilişkinin gelişimi, aralarındaki duygusal bağın ilerlemesi anlatılırken, bu konuların yanında İskandinav mitoloijisinde adı geçen kişiler ve bu kişilerin aralarında geçen mitolojik olaylar anlatılıyor.

Kitapta, İskandinav mitolojisi ile ilgili çok fazla kişi ve olay olduğu için, kitaba başlamadan önce bu konularla ilgili en azından biraz bilgi sahibi olmakta fayda var.

Yazar akademik kariyerini tarih alanında yapmış olduğundan olsa gerek, romanda bu konuları oldukça detaylı anlatmış; fakat bazı bölümlerde anlatılmak istenen asıl konu arada boğulmuş. Romanın son bölümlerindeki anlatım akıcı olsa da genel olarak çok durağan bir tarz var.

Mitolojiye genel anlamda çok hakim olmadığım için emin değilim; fakat araştırdığım kadarıyla yazar, romanda bazı mitoloijk olayları ve kişileri literatürde geçenden daha farklı olarak yorumlamış.

Genel olarak değerlendirdiğimde yazarın anlatım dilini çok iyi bulmadım. Belki de yazarın ilk romanı olduğundan edebi bir tarzdan çok masalımsı tarih tarzı bir anlatım olmuş. İskandinav mitoloijisine ilgi duyanların sevebileceği; fakat bu konulara uzak olanların çok ilgisini çekmeyecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.

"Ancak Loki'den rahatsız edici kişiliğini alırsanız geriye hiçbir şey kalmazdı." (s. 35)

"Can sıkıntısı ve yalnızlığın yolları sık sık kesişir." (s. 55)

"Suçluluk ağır bir yüktür, Yaşlı Cadı, dedi. Hayatına devam etmek istiyorsan arkanda bırakmak en iyisi." (s. 229)

Serinin kitapları sırasıyla Mustafa Kemal, Son Cüret, Anka Kuşu.
Yılmaz Özdil, 3 kitaptan oluşan serinin ikinci kitabında Atatürk'ün Samsun'a çıkış yolculuğundan başlayıp İzmir'in geri alınmasına kadar olan süreçte yaşananları ve Kurtuluş Savaşı'nın bir nevi özet anlatımını yapıyor.

Yazar, kitapta tam anlamıyla kronolojik bir sıra takip etmese de Kurtuluş Savaşı'nı genel olarak özetlemiş. Bu genel anlatım aralarında da o dönemin çok bilinmeyen ve akılda kalmayan gizli kahramanlarından da bahsetmiş. Bu kahramanların yanı sıra savaş döneminde vatana ihanet eden hainleri de unutmamış.

Kitabın bazı bölümlerinde, yabancı askerlerin özellikle Yunan askerlerinin halka yaptığı eziyet ve işkenceleri de tarihimizi unutmamak adına uzun uzun anlatmış.

Kitabı Atatürk'ü ve Kurtuluş Savaşı'nı anlatan okuduğum diğer kitaplardan ayıran bir özellik var mıydı diye düşününce diğerlerine göre öne çıkan bir bölüm olduğunu düşünmüyorum. Yazarın gazeteci kimliğini oldukça öne çıkaran, yazılarından bildiğimiz anlatım tarzı kitabın okunmasını biraz kolaylaştırmış.

Yazarın köşe yazılarını takip ediyorsanız ve serinin ilk kitabını da okuduysanız, bu kitabın birçok bölümü tanıdık gelecektir.

"Silahıyla olduğu gibi dimağıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur." (s.342)
Yaşlı bir adamla genç bir adamın sohbeti şeklinde tasarlanmış olan kitapta yaşlı adam; insanın aklını oluşturan bir makine tarafından yönetilen ve bu makineyi kontrol edemeyen bir canlı olduğu tezini savunurken, genç adam da bu tezi çürütmeye çalışıyor. Yaşlı adam insan aklını yöneten makinenin de tamamen dış etkenler ile yönlendirildiğini ve kendi başına yeni bir fikir oluşturma yeteneği olmadığını düşünüyor.

Kitabın alt konusu olarak yaşlı adam insanın hayatta tek amacının kendi ruhunu tatmin etme dürtüsü olduğunu savunuyor. Yani insanın aldığı her kararda tek etkenin insanı mutlu edip huzura kavuşturacak seçenek olduğunu söylüyor, bu kararlar insana zarar veriyor gibi görünse bile.

Yazar bu tezini "İnsan tek bir görev yerine getirir, o da ruhunu tatmin ederek kendi kendini kabul edebileceği duruma gelme görevidir." (s.27) diyerek savunuyor.

Kitap, vicdanımızın ruhunu tatmin etme görevindeki önemini şu cümle ile açıklıyor: "Vicdanımız, bizim de acı çekmeye başladığımız noktaya varıncaya kadar diğerlerinin maruz kaldığı sıkıntıları umursamaz." (Sayfa 36)

Yazarın kitabın bir bölümünde insanlarla hayvanları kıyaslarken verdiği karınca kolonisi örneği üzerinde düşünülmesi gereken bir bölüm olmuş. (s.105)

Kitap, insanın varoluş nedeni ve ilk insandan itibaren insan kavramının oluşmasını sağlayan dış etkenleri, tez-antitez tarzında okuyucuya aktarmaya çalışıyor.

"Bir insan, beşiğinden mezarına kadar asla, ilk ve en önemli amacı, kendi iç huzuru ve ruhsal rahatlığı olmayan tek bir şey bile yapmaz." (s.22)