Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

25.05.2010

Bakü-Şeki-Taşkent-Semerkant-Buhara. Sovyetler dağılmadan önce 1991'de Aydınlar Ocağının Hayrettin Karaman, Nevzat Yalçıntaş, Ali Özek, Mehmet Maksutoğlu, Naim Karaman ve yazar gibi değerli hocaların da içerisinde bulunduğu bir toplulukla Azerbaycan ve Özbekistan’a düzenlediği bir gezinin ardından, bu kitap kaleme alınmış. Her ne kadar yazar, o tarihleri anlatsa da kalıcı bilgiler de takdim etmiş. Yazar, şehirleri anlatırken, ortak mayamız olan bilgilerle de süsleyerek kalıcı bilgiler oluşmasını sağlamış. N. Fazıl ve S. Karakoç’tan yapılan alıntılarla konuyu harmanlama kitaba zenginlik kazandırmış. Gidip de göremeyenler için bir parmak bal niteliğinde olan kitabın gidecek olanlara da bir rehber niteliği taşıması bir özellik olarak zikredilebilir. Kitaptan bir kısım alıntılar şöyle:

Yirmibirinci yüzyılın dervişleri işletmeler olacak. Sermayenin ihraç edildiği ülkeye, dil, kültür ve sanat da hiçbir engelle karşılaşmadan kolaylıkla gider. (s.9)
Malik eş-Şahbaz(Malcolm X) Mekke’yi zaman kadar eski bir şehir olarak niteler. (s.18) Mekke ve Medine erdemde bütün şehirlerden önce gelir. Necip Fazıl’ın deyişiyle ‘Mekke sert çehreli ve çatık kaşlı, Medine ise güler yüzlü ve tatlı bakışlı’ Mekke Allah’ın celal, Medine de cemal sıfatından işler taşır.
Dünyada her şehir, Medine ve New York’u gündüzün geceyi, gecenin de gündüzü içinde taşıdığı gibi dokusunda taşır. Medine’nin ağırlık kazandığı şehirlerde hoşgörü ve güleryüz öze çıkarken, New York’un ağırlık kazandığı şehirlerde şiddet ve çatışma öne çıkar. (s.21)

BAKÜ: Bakü’ye hakim bir meydanda yer alan Şehitler Bahçesi, en ziyaret edilen semti. Hangi coğrafyada olursa olsun Müslümanların kurduğu her şehrin gerçek sahipleri şehitler. Bir şehirde yaşayanlar, şehitler gibi vakti düştüğünde toprağın üstü kadar, altını da sevmesini bilemezlerse, başlarını dik tutmakta çok zorlanırlar. (s.37)

ŞEKİ: Bakü ile Şeki arasındaki ilk önemli yerleşim merkezi Şamahı. Şamahı büyükçe bir kaza. Şirvanşahlar döneminde Azerbaycan’ın başkenti olmuş. Şamahı’nın merkezi bir yerinde, yan yana iki büyük kubbesi olan 1743’te yapılmış Cuma Camisi var. Azerbaycan’ın hiciv şairi Mirza Ali Ekber Sabir Şamahılı. Şiirlerini topladığı ‘Hophopname’si A. Mecit Doğru Türkiye Türkçesi ile yayınladı. (s.60)
Şamahı kilimleriyle, Şeki ipekli dokumalarıyla ünlüymüş. Bursa Türkiye’nin, Şeki Azerbaycan’ın ipekçilik merkezi. (s.63)
Han Sarayı, Şeki’ye her gidenin görmeden gelmediği bir sanat eseri. Eşsiz bir minyatür ev. Sarayın iç ve dış bütün duvarları Anadolu’da örneği pek olmayan bir biçimde işlenmiş. Her oda, her salon, her duvar bir halı gibi rengarenk. Yüzyıllık çınarlarla dolu geniş bir bahçe içindeki saray, Kafkas dağlarının eteğinde kente egemen bir konumda. Bu stratejik konumu, onun bölgeye gelen ordulara karargah olmasına yol açmış. (s.72)
Şeki, Bahtiyar Vahabzade’nin memleketi.

TAŞKENT: Taşkent’te geniş caddeler ve yeşil alanlar kentin merkezinde önemli bir yer tutuyor. Taşkent’in ikibin yıllık bir tarihi varmış. Timur zamanında Orta Asya’nın önemli kültür merkezlerinden biriymiş. Taşkent 1929’da Özbekistan’ın başkenti olmuş. (s.92) Hoca Alemdar cami Ömer b. Abdülaziz döneminde yapıldığı söyleniyor. (s.115)
Eski Taşkent’te dörtyüz yıl önce inşa edilmiş Barak Han Medresesi’ne büyük bir taç kapıdan giriliyor. Medresenin karşısında kubbesiz Tille Şeyh Camisi var. (s.96)
Allah vermeyeceğini istetmez. (İmam Rabbani) (s.101)
Bütün sanatlar camiye götürürler ve cami de insanı duaya götürür.(R. Garaudy) (s.110)

SEMERKANT: Semerkant, Türklerin 7. yy’da kültür merkezlerinden birisi olmuş. Taşkent’ten Semerkant’a giderken insanı büyüleyen bir güzelliği olan Timur kapısından geçilir. (s.119)
Registan meydanı, biri, karşılıklı birbirine bakan iki medresenin arasında olmak üzere eşsiz güzellikte üç medreseden oluşuyor. Kim ne derse desin, neresinden bakılırsa bakılsın, güzellikte dünyada hiçbir meydan Registan Meydanı ile yarışamaz. Üç medreseden biri Timur’un torunu, ünlü bir astronom olan Uluğ Bey’in adını taşıyor. (s.122)
Sanatçıların ne orduları ne de silahları var! Ama onlar gönülleri fethederek ülkeleri ele geçirirler. Ali Şir Nevai, ‘Hiç ordum olmadığı halde, Çin sınırına ve Tebriz’e kadar bütün Türk ve Türkmen illerini, sadece divanımı göndermek suretiyle fethettim’ der. Ülkeleri sanatlarıyla fethedemeyenler, ordularıyla hiç fethedemezler. (s.123)
Özbekistan sınırları içinde kalan İmam Buhari’nin türbesi Semerkant’ın 40 km dışında bulunuyor. (s.125) Semerkant’ın siluetini oluşturan Timur’un türbesi, lale soğanı biçiminde Türk mavisi kubbesiyle Semerkant’ın simgesi olmuş. Şehir içinde nerede olursanız olun ilk gördüğünüz bu görkemli kubbedir. (s.130)
İslam dininin Semerkant ve Buhara’da yerleşmesine sahabeden Kusam b. Abbas’ın büyük rolü olmuş. Peygamberimizin amcasının oğlu olan Kusam 675'de Semerkant’ta şehit düşmüş. Timur, Kusam b. Abbas için kırk basamak merdivenle çıkılan tepeye bölgeye özgü kubbeler ve eşsiz çinilerle kaplı güzel bir türbe yaptırmış. Kusam b. Abbas Semerkant’ın Eyüp Sultan’ı. (s.133)

BUHARA: Buhara Anadolu’nun Müslümanlaşmasında büyük görev yüklenen Horasan erenlerinin kaynağı. (s.152) Buhara Maveraünnehir’de kurulan ilk Türk Devleti Samanoğullarının başkenti olmuş. (s.155).
Farabi Buhara’da 870 yılında doğmuş.(s.158) Buhara’nın kalbi, tasavvuf yolunun büyüklerinden Bahaeddin Nakşibend’in kabri çevresinde atıyor.(s.163) Kabri Buhara’ya 20 km dışında Kasrı Arifan’da. (s.164)
Buhara’nın merkezinde de, Semerkant’taki büyük Bibi Hatun Camisi gibi bir Cuma camisi var. Buhara’ya ilk cami, Müslüman orduların komutanı Kuteybe tarafından 713'de yapılmış.(s.167)Mir Arap medresesi ile Cuma Camisi arasındaki büyük minarenin o ilk camiden geriye kaldığı söyleniyor. Cuma Camisinin kıblesi dışında her üç cepheden girilmesi için büyük taç kapılar yapılmış. Caminin üstü açık bir orta alanı var. Bu alanın etrafı 380 kubbeli kapalı mekanla desteklenmiş. (s.168)
‘Avlanmayan, av olmaya çıkar.’ (s.178)
18.05.2010

Konu başlıklarını ezbere bildiğiniz hangi kitabı hatırlıyorsunuz? diye bir soru ile karşılaşsam herhalde bu kitabı söylerdim. Çünkü kitap 29 başlıktan oluşuyor. A.B.C…V.Y.Z. Bu yüzden ‘İçindekiler’ bölümüne gerek kalmamış, okuyucu hemen ezberlemiş oluyor konu başlıklarını.
İnsanın varoluştan ebediliğe yolculuğu. Bu serüvende tutunacağı kulp da Kur’an-ı Kerim. İnsana gönderilmiş olması dolayısıyla da, O’nun tüm içeriği ‘insan’.(s.9) Yaratılmasıyla birlikte cennete konulan, ardından cennetten çıkarılarak yeryüzüne salınan ve yeryüzündeki yaşamıyla, yitirdiği cennetten umduğu cennete doğru uzanan yoldaki yolculuğu boyunca geçirdiği, geçirmekte olduğu ve geçireceği serüvenin tümü de, yine, Yüce Kitap’ta.(s.11)
A.Zaman, ne zaman başlamıştır? Yüce Allah zamandan münezzeh olduğuna göre, zaman yaratıcıya değil yaratığa dönük bir nitelik olmaktadır. Öyleyse zaman, ilk yaratılış olayıyla başlamıştır. Yaratıcı bakımından değil, yaratık bakımından olan bir başlayıştır. Her yaratıkla birlikte onun zamanı da başlamıştır. Bilinir ya, her şey belli bir ‘kader’ iledir. Kaderin kazaya geçişi ‘zaman’a muhtaçtır.(s.14)
B.Bütün tartışılabilir yargıları bir yana iterek söylenebilecek tek şey, yedi gök ve yeryüzünün ‘altı gün’de yaratılmış olduğunun ‘bir gerçek haber’ olarak alınması gerektiğidir. İşin içine başkaca hiçbir sav ve sanıyı karıştırmadan ve iman edilmesi gereken bir konu için, kesinlikle, ‘pozitif bilim’lerden senet, sepet, destek ve kanıt istemeksizin ve beklemeksizin.(s.25)
Ç.Acaba bir an için düşünelim, insanın toprağı ‘yeryüzü’nden değil de-sözgelimi-Cennetten alınmış olsaydı, şu gördüğümüz dünyaya bağlılık ve düşkünlüğü yine olacak mıydı?(s.34)
D. Meleklerin secdeye çağrıldığı ‘insan’ eşyanın isimlerini bilen bir varlıktır ama meleklerin secdesi bu ‘bilgi’ ve bilgisine dayalı ‘etkinlik’leri dolayısıyla değildir. Secde, doğrudan doğruya Yüce Allah tarafından Adem’e üflenmiş olan ‘ruh’tan dolayıdır. O ruh ki, Allah onu ‘kendi ruhumdan’ diye tanımlamıştır.(s.42)
E.Bilgi, insanoğluna büyük bir bağıştır. Yüce Allah’ın “Ben mülkü dilediğime, bilgiyi ise dileyene veririm” buyurması, Ademoğluna armağan edilen bu bağışın niteliğini göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken bir noktadır. (s.48) Birinde ‘dilediğine’, diğerinde ‘dileyene’ vurguları bulunmakla birlikte, sonuçta ve temelde ‘verme’ eylemi, Allah tarafından kendi zatına özgü kılınmış, hasredilmiştir. Olayda ‘alma’ yok, ‘vermek’ vardır.(s.50)
Ğ.İnsan, kendisiyle verilenlerle yetinmeyip ‘Yasak Ağaç’lara el attığı sürece, tıpkı ilkinde ortaya çıkanın benzerini yaşayarak, hep, daha büyük zorluklarla karşılaşacak, daha korkunç açmazlara düşecek, yaşamı daha çekilmez bir hale gelecek ve yaşamak, onun için, altından kalkılması zor bir yükü taşımanın zahmetleriyle eşanlamlı, bir anlam belirtir olacaktır.(s.72)
İ.Elbette, cennetin bu dünyada yaşanmasının imkanı yoktur. Ama cennet yaşamının provalarının bu dünyada yapılması, cennete liyakat eğitiminin burada gerçekleştirilmesi mümkün; o da ne demek, zorunludur. Dünya, çünkü ahiretin tarlasıdır.(s.93)
J. Hz. Ali’nin ‘bilgi’yi bir ‘nokta’ olarak tanımlayıp da, onun cahiller eliyle çoğaltıldığına ilişkin belirlemesiyle örtüşen ‘bilgilenme’ ya da ‘bilgisizleşme’ süreci. ÇOĞALAN ŞEY, evet, DAĞINIKLIĞA TUTSAKTIR.(s.99)
K.İnsan, ‘besmele’ anahtarını kullanarak yaşamını ‘İslamlaştırmak’tadır.(s.109)
L.‘Besmele’ ile davranış, eşyaya ve olaylara ‘besmele’li yönelim, insan için, sürekli olarak tek şeyin anılışı, gündemde tutuluşu demektir.(s.112)
M.Günümüz insanı, boğazına dek ‘kadın’la doludur, ama öte yandan ‘gönlünü yatıştırıcı’ kadının hasreti içinde çırpınmaktadır.(s.117)
O.‘Tevbe’ bir aklanma, bir bağışlanma dileğidir. Herhangi bir şeyden aklanmanın ilk basamağına adım atış ise, elbette, o şeyle olan tüm ilgiyi, bütün ilişkileri kesmekle gerçekleşir.(s.133)
R. ‘Akıl’ kesinlikle kendi koşulları içinde değerlendirme yapar. ‘Akıl için yol birdir’ sözü, soyut ‘akıl’ için doğrudur; ancak, her türlü etkiye açık insanoğlunun kullanımındaki akıl için sözkonusu değildir. ‘Akıl için yolun bir olması’, ancak ‘aklın bir olması’yla mümkündür ve kimi işleyişler bakımından benzerlik gösterse de, akılların sayısı insanların sayısıncadır ve bu yüzden de akıl için yol sayısı, denilebilir ki, insan sayısıncadır.(s.151)
Ş. ‘Yaklaşmayın’ buyruğuna kulak verici, gönül döndürücü, başkesici, boyuneğici bir yapının sahibi olarak, işte bunlar, Yüce Allah’ın ‘vahy’ine teslim olmuş olmakla cennetteki olayın bir diğer yöndeki gelişmesini izlemekte ve sürdürmektedir. ‘Tevbe’ye uzanan gelişmesini… Bunların en belirgin özelliği yalnızca ‘teslim’ olmaktır.(s.160)
T. İnsanın cennetten çıkarılışı, doğrudan doğruya bir uyumsuzluk sonucudur. Ve insan bu uyumsuzluğunun verimi olarak cenneti yitirmiştir.(s.163) Sınav, ‘uyum’un ölçülmesi ve gerçekleşip gerçekleşmeyişi.(s.164)
U. Yüce Allah , ‘din’i göndermekle, insanı arayıştan kurtarmıştır. Din insanı itaate çağırmakla ‘arayış’ın handikaplarından koruyucu bir zırh getirmektedir.(s.171)
Ü. ‘Emanet’in nidüğüne ilişkin, pek de görüş birliğine varılmamıştır. Kimileri ‘nefs’, ‘ruh’, kimileri de ‘akıl’ diye yorumlamışlardır. Emanetin ‘teslimiyet’i gerektirmesi gereği de, nitekim emanetin ‘irade’ olabileceği görüşünü daha bir pekiştirmektedir.(s.185)
Y. İnsan, ilk cennette tutuklandığı şeytan önerisi ‘kalıcılık, egemenlik ve melekleşme’ tutkusundan yeryüzünde de paçayı kurtaramayınca, işte, olan olmuştur. İrade yitirilmiştir.(s.196)
Z. ‘Vahiy’ insanı ‘arayış’tan kurtarıcı, ‘rıza’nın kapısını açıcı, Rabbe döndürücü ve iradeyi ‘kul olma’ yönünde kullandırıcı bir ‘inayet’ ve ‘hidayet’ ışığı olarak, işte, Cennet’e döndürecek tek, biricik ‘çağrı’dır.
Şu zorlu günlerde, nefsimize doygunluk vermesi, bizi razı olmuşlardan kılması, razı olunmuşlar arasına katması, kendine döndürmesi, kulları arasına sokması ve cennetine kabul buyurması için el açıyoruz Yüce Allah’a… İnsan olma serüveni sırasında ‘insan’lıktan ayırmasın bizi… Amin…
10.05.2010

Kitap isminden beklenen, "atamız bir olduğu halde, farklı renkler ve ırklar nasıl ortaya çıktı? Irkların çıkışı neye bağlıdır? ‘Irkların varlığı, evrimi kanıtlar’ iddiası doğru mudur? Lanetli ırk, üstün ırk ve arı ırk var mıdır? Irk ayrımcığı nedir ve dinimiz nasıl bakmaktadır? Irkların olmasının hikmeti nedir?" gibi sorulara detaylı bilimsel ve akılcı cevaplar vermek yerine İslam dininin eşitlik ve evrensel olma özelliği işleniyor.

Irkla ilgili aradığını bulamayanlara bakılırsa, kitaba bu isminden ziyade ‘Irktan Kardeşliğe’ adı daha çok yakışırdı. İslam ve bilim, İslam ve sorumluluk, İnsan ve tabii çevresi, İnsanlık büyük bir ailedir, Peygamberlerin kardeşliği, Irktan kardeşliğe, Toplumda eşitlik, İnsan örnekleri ve Kur’an’da hiyerarşi kitabın konu başlıklarıdır. Daha önce Beyan'dan ‘İslam ve Irk Sorunu’ adıyla yayınlanmış.
Yazar, giriş bölümünde, hac görevini ifa ederken dil ve renkleri farklı olan insanlardan; ayrıca Mescid-i Nebi duvarlarına nakşedilmiş çeşitli arap kabileleri ile farklı milletlere mensup ırkları değişik ama kardeş olan sahabe isimlerinden etkilenerek böyle bir eseri kaleme aldığını ifade ediyor. Kitaptan alıntılar şöyle:

Bizler dünyaya geldiğimizde gerek Rabbimiz, gerekse toplumla olan münasebetlerimiz açısından (Hıristiyanlığın aksine) yepyeni, bembeyaz bir sayfayla hayata adımımızı atarız. İslam anlayışına göre, bu yeni beyaz sayfanın üzerine (Hz. İsa’nın) silmesini, insanlığı kurtarmasını gerektirecek hiçbir günah yazılmamıştır.(s.31)
Hz. Ömer bir gün şöyle diyordu: “Şayet Irak’ta bir dişi katır yolda giderken takılıp tökezlese, yolu düzeltmediğim için, Allah katında ben sorumlu olacağım.”
Ömer b. Abdülaziz kendisi Suriye’de iken, Nil boylarında develere yüklenecek azami yükün sınırını çiziyordu: “Haber aldığıma göre, Mısır’daki yük develerine bin rıtıllık yük taşıtılıyormuş. Şu fermanım size ulaştığında, bilin ki ben bundan böyle, bir devenin taşıyabileceği yükün altı yüz rıtlı(250 kg) aşmasını yasak ettim.”
Peygamberler hakkındaki kıssalar, Kur’an’ın dörtte üçünden fazla bir yer tutmaktadır. Gözetilen amaçlar arasında şu üç hedef gerçekten manidardır:
a.Hakikat uğrunda mücadele veren müminlerin Allah tarafından desteklene geldikleri,
b.Peygamberlerin kendi hakları tarafından gördükleri sert muhalefet,
c.Zorbaları sonunda tuz buz eden ilahi gazap.(s.55)
Bilgisizliğin(cahiliye-cehalet) tam anlamı, bilgi ve gerçek’in ihtiraslara tutsak edilmesi manasını da içine alan bir adaletsizlik, yani zulüm demek olur.(s.61)
Eşitsizlik meselesinin kaynağı ne servetlerin tabii dağılımında, ne de ırkların çeşitliliğinde, sadece ve sadece bu servetlere ve kardeşlerimiz olan insanlara karşı takındığımız haklı veya haksız tutumumuzdadır. Milletler, hatta aynı milletin çeşitli grupları arasında bile, doğal zenginliklerin dağılışının, matematiksel bir temele dayanarak, kendiliğinden gerçekleşmesini beklemek hayalcilik olur. Sebebi çok basit: Çünkü siyasi sınırlar insanların bir buluşudur. Hudutları çizen, derken onları kutsallaştıran, sonunda da bu sınırları tapar hale getiren yine insanın kendisidir.(s.104)
İslam toplumunda herkese eşit hak ve eşit fırsatlar tanındıktan sonra bile, ister istemez ortaya çıkan ve insan tarafından önlenmesi imkansız olan doğal yetenek ve yaratılış farklılıkları görülecektir. İşte bu tür farklılıklardan doğabilecek kin ve hınçları, ancak Allah inancı büyük ölçüde bastırıp yatıştırabilir.(s.116)

Müslümanlar tarih boyunca, insanlar arası eşitliğin, en iyi geçinmenin, en güzel ve en erişilmez örneklerini vermişlerdir. Bu konuda hiçbir din, hiçbir ideoloji İslam’la yarışmaz.
Sonuç bölümünde İslam ve ırk sorunu şu noktalarda özetlenir:
1.İslam, ilk olarak insanları bilim edinmeye, gözlem ve deneye dayanan bir yöntem kullanmaya davet eder. İslam, bilimsel olarak yürütülmüş araştırmalar sonucu elde edilmiş olan sonuçlara büyük saygı gösterir.
2.İslam, her bireyi kendi eylemlerinin sorumlusu olarak görür. Buna karşılık, derinin rengi gibi, insan iradesinden bağımsız bir nitelikten kaynaklanan her türlü sorumluluğu reddeder.
3.İslam, insanoğlu ile onun tabii çevresini oluşturan unsurlar arasındaki ilişkileri merhamet ve son derece bilinçli bir kullanma esasına dayandırır. İslam, insanoğlunu yeryüzündeki hayatın bizzat özünden sayar.
4.İslam, insanlığı Allah’ın tek bir candan yaratmış olduğu büyük bir aile olarak tasavvur eder. Allah, o biricik candan ona bir eş yaratmış ve bu ilk çiftten de sayısız erkekler ve kadınlar dünyaya getirtip yeryüzüne yaymıştır.
5.İslam renkleri ve soyları ne olursa olsun, bütün peygamberleri kardeş olarak kabul eder. Ayrıca hepimizi de bu kardeşliğe sıkıca sarılmaya çağırır.
6.İslam, soylar konusunda teorik prensiplerle yetinmeyip, ileri sürdüğü görüşleri gündelik hayatta da bizzat uygulama alanına koyar. Hayatlarını garanti altına alan emniyet konusunda olduğu kadar, kendilerine sağlanan çalışma hakkı ve fırsat eşitliği bakımından da aralarında fark gözetilmez.
7.İslam ne insani kardeşliğin bütün nimetlerini bir bir sayıp dökmekle yetinir, ne de her türlü ırk ayrımını amansızca yermekle.
8.Beyazlık ve siyahlık terimlerinin Kur’an’daki kullanımları arasında hiçbir ayırımın söz konusu olmadığı ve Kur’an, her ikisine de, Allah’ın sonsuz kudretini işareti olarak aynı derecede değer vermektedir.
9.Kur’an’da sözü edilen fertlerarası derecelenmeye yani hiyerarşiye gelince, şayet her ferde başlangıçta aynı fırsat eşitliği tanınmışsa, o zaman bireyler arasında bir ayrımdan, bir farklılıktan veya eşitsizlikten bahsedilemez. Kur’an’ın adını ettiği hiyerarşi, adaletsizlik veya zulümle hiçbir ilgisi olmayan, aksine normal ve haklı bir derecelenme veya faklılaşmadan ibarettir.
10.İslam, bazı kimselerin sahip oldukları yetenek ve imkanlardan veya toplumdaki imtiyazlı durumlarından yararlanarak ırk, renk yahut diğer herhangi bir ayırım esasına dayanan, güçlü ve dokunulmazlığı olan bir sınıf veya bir baskı grubu meydana getirmelerini kesinlikle yasaklar.(s.119-123)
07.05.2010

İnsan hayatında dünyanın yeri nedir, ne kadar dünyevileşebiliriz, dünyanın imarı ne demektir, dünya kötü müdür, dünya ahiretin zıddı mıdır karşıtı mıdır? Tüm bu sorulara cevabını ve kaynağı Batı olan bu akımın İslam dünyasına etkisini bulacaksınız. Kitap birbirini tamamlayıcı iki ana konudan oluşmakta. Dünyevileşme ve dünya hayatı. Zengin kaynak altyapısına sahip kitabın faydalı olacağı kanaati ile Ramazan Bey’e teşekkür ediyorum.
1950-60’larda tarihçiler ve sosyal bilimcilerin teorisine göre, ‘modernleşme süreçlerine bağlı olarak din, hem toplumsal seviyede ve hem de bireyin zihninde gerileyecektir. Ne kadar çok modernleşme yaşanırsa, sekülerleşmenin hızı da ona göre artış kaydedecektir.’ 2000’li yıllara gelindiğinde zaman, bu temel görüşün yanlış olduğunu ortaya koymuştur.(s.7)
Hiçbir zaman dinin hareket alanının daraltılması, onun yok edilmesi ya da yok olması anlamına gelmez. Çünkü ekmek gibi, hava gibi, su gibi inanma da insan doğasının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Dini istidat ve yetenek insanın özünde mevcuttur. Bunu en iyi anlatan terim, fıtrattır. Fıtrat, en geniş anlamıyla, insanın gerçeği kabul ve idrak etme yeteneğidir. İnsanoğlu bu gezegende varolduğu sürece din de varlığını sürdürecektir.(s.9)
Bu çalışmadan amaç, modernitenin bir saç ayağını oluşturan sekülerleşme sorununu analiz etmek gerektiğine işaret etmekten ibarettir.(s.11) Modernitenin mutlaka dinin gerilemesine neden olduğu öngörüsü bu çalışma içerisinde tartışılmıştır.(s.24)
Aydınlanmadan sonra ortaya çıkan ve ilahi temeldeki her şeye meydan okuyup insanı merkeze alan, aklı mutlaklaştıran ve aşkını reddeden modern zamanlara ait düşünceler bütünü, asıl üzerinde durulan sekülerliktir. Bunun din-dışı olduğu doğru değildir; çünkü her şey dindir ve dinidir; ancak sekülerlik ilahi olana karşıdır.(s.42)
Sekülerizm, dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevî olaylarmış gibi algılanması, insan aklının dinî ve metafizik bağlardan kurtarılması, dinin bir vicdan meselesi haline getirilmesidir.(s.45)
Sekülerizm sadece kilisenin elinde tuttuğu alanlardan tahliye edilmesi anlamına değil, kurumsal manada kamu hayatından; toplum, siyaset, sanat ve kültür alanlarından da kutsalın el çektirildiği anlamı da ifade eder. Sekülerleşmenin başlangıç noktası kalp olduğu için bu sürecin din dışı olmaktan daha çok, dinden yoksullaşma olarak görmek mümkündür. Sekülerleşme bütünü parçalamak gibi bir işlev görmektedir. Dinin getirdiği Tevhid parçalardan bütünselliğe doğru bir amaç taşırken; sekülerizm, tam tersi bir yoldan bir süreç işler. Çünkü sekülerizm cenneti yeryüzünde arama çabasıdır.(s.51)
Eşya ve olgular bize, sadece mikroskoplu bilim adamları tarafından değil, aynı zamanda peygamberler, şairler ve ressamlar tarafından da açılır.(s.54)
Yenilenme psikolojik açıdan insana heyecan verici bir kavramdır. Ama beraberinde bir takım yozlaşma ve yabancılaşmayı da getirme gibi riskler de taşımaktadır.(s.64)
Türk toplumunun fikir hayatında önemli izler bırakmış İslamcı, Batıcı ve Türkçü aydınların görüşlerinden hepsinin de değerlendirmesinde ağır basan tema, dinin kapitalist gelişmeye yardımcı kılındığı gibi, dinin toplumsal bir kalkınma aracı olarak görülmesi ve kullanılmasıdır.(s.68)
Mevlana dünyayı, ‘Allah’a karşı ilgisizlik olarak tanımlar. Kumaş, para, ölçüp tartmak ve kadın dünya değildir, aksine dünya, Allah’tan ilgiyi kesmektir’ şeklinde çok güzel bir dünya tasavvuru ortaya koyar. Yine o, ‘din-dünya’ ilişkisini, ‘deniz-gemi’ metaforuyla anlatır. Nasıl ki, geminin su üzerinde olması geminin yürümesine yardımcı oluyorsa, Allah’la ilgiyi kesmemek üzerine kurulu bir dünya anlayışı da dinin ayakta durmasına yardımcı olacaktır. Mevlana düşüncesinde, terk-i dünya yok, dünya kurma vardır. İslam dini, kirli ve günahkar bir varlık olarak ‘dünyayı’ dışta, yani eşyanın maddesinde değil, iç(ilgi) tarafında arar.(s.129)
Kur’an’da dünya hayatı ve metaının yerilmesi, onun, amacı dışında kullanılmasından dolayıdır. Aksine, eğer, dünya metaının hakkı veriliyorsa, bu övülmelidir.(s.144) Kur’an’a göre dünya, Allah’a bir yükseliş yeri olduğu gibi, aynı zamanda O’ndan koparak bir düşüş yeridir.(s.145)
Dünya ve ahiret, siyah ve beyaz gibi birbirinin karşıtı değil, biri diğerinin karşılığıdır. Dünyada iyi olan ahirette de iyi, dünyada kötü olan ahirette de kötüdür. Yoksa dünyada iyi olan ahirette kötü değildir. Ahiretin mukabili ve yeryüzü anlamına gelen dünya, hem güzelliklerin ve hem de çirkinliklerin insanlar eliyle var edildiği bir mekandır. Ahireti bize kazandıracak olan bu dünyadır.(s.159)
İslam, Protestan Hıristiyanlığın ‘sekülerleşmeye’ yol açıcı bir çizgi izlemeye meyyal tabiata sahip değildir. Bunun için de iki açıdan sekülerleşmeye izin vermez:
İlk engel, İslam’ın iman anlayışıdır. İslam imanı, üç ana parametre üzerine oturur. Bunlar; Tevhid, Ahiret ve Risalet’tir. Bu anlamda sadece ahkamı olan din kendini moderniteye karşı koruyabilir. Seküler dünya görüşünde varlık ve alem Allah’tan kopuktur. İnsanlık tarihi değişik kırılma dönemleri yaşamıştır. Sekülerizm de nihayetinde bir kırılmadır, ama son değildir.(s.176)
İkincisi, İslam’ın ahkam/amel boyutu olan bir din olmasıdır. Elbette bizatihi yorumlarıyla güncelleşmeyen bir dinin kendisi sorun çözmez. (içtihat). Bir dinin evrenselliği, bütün çağlara hitap eden bir yapıya sahip olması ve ilkelerinin koşullara göre yorumlanması ile mümkündür.
Bütün ilahi dinlerin felsefi anlamın dışında bir dünyevî yönü vardır. İnsan da bu anlamda dünyevidir. Dünyanın bütün nimetleri insan tarafından yaşanacak ve insan dünyayı imar edecektir. Ama dinlerin dünyası, âlemi, insanı aşkından koparmayan bir özelliğe sahiptir. Temelde bütün ilahi dinler Peygamberler eliyle ahlaki anlamda dünyevî hayatı düzenlemek için gönderilmişlerdir. İslam’ın dünya ve ahiret dengesine bakışı da budur. Yani İslam, hayatla bağı koparılmayan bir dindir. Yani, dinli bir hayat, hayatlı bir din.(s.188)
30.04.2010

Gelişigüzel, ölçmeden, tartmadan konuşan ve bu yüzden çok zarar görenler hakkında ‘Dilim seni neydeyim, dilim dilim edeyim’ atasözü ne de güzel ifade ediyor insanın pişmanlığını. Aslında bazı sözler sadece psikolojik pişmanlıkla kalmaz, insanın çok sevdiği şeyleri de alıp götürür imanı gibi. İşte ortalıkta dolaşan, söylerken sözün nereye uzandığı düşünülmeden söylenen sözlerin bir kısmının bir araya gelmesi ile oluşmuş haberdar olunması ve söyleyenlerin uyandırılması için cirmi küçük etkisi büyük nadide kitaplardan birisi. Elinize sağlık Mehmet Bey.

Kitaptan alıntılar ve hangi sözlerden oluştuğu ile sizleri baş başa bırakıyorum:
İman insanın en büyük sermayesidir. İnsan imanı elde etmek için aklını, iradesini, gücünü, kuvvetini velhasılı bütün imkanlarını seferber eder. Çünkü imansız bir hayat, hayat değil, manevi bir ölümdür. (s.7)
İman bir nimettir; iman nimetinin üzerine başka bir nimet yoktur. Diğer nimetler ona bağlıdır. Çünkü her şey imanla vardır. (s.8)
İmanı elde ettikten, imana sahip olduktan sonra önemli bir aşama da imanı muhafaza etmek, korumak, yıpranmasına, zayıflamasına, herhangi bir tehlikeye maruz kalmamasına çalışmaktır. (s.9)
İnanan bir insan her konuda olduğu gibi, imani meselelerde de ağızdan çıkan sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini kirletmemelidir. Şayet umursamaz bir şekilde, dikkat etmeden, sözün nereye vardığını, nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmeden imana aykırı sözleri söylerse, Allah korusun imanını kaybedebilir. (s.9)
Böyle bir hataya düşmemek için akıllı, dikkatli ve titiz davranırken, hatasının farkına varır varmaz da, hemen tedbirini almalı, bir an önce tevbe istiğfar etmeli, imanını yenilemeli, kelime-i şehadet getirerek taze bir imanla yeniden hayata başlamalıdır. (s.9)
Fakat bu esnada ağzından imana aykırı bir söz çıkmış ise “eyvah! Ben ne yaptım, imanım gitti, dinden çıktım” diyerek herhangi bir ümitsizliğe ve yılgınlığa düşmemeli, şeytanın oyununa gelmemelidir. Çünkü şeytan şu veya bu şekilde insanı imana aykırı söz söylemeye teşvik eder, imana ters düşen sözleri söyletir, sonra da kişiyi kendi haline bırakır, onu ümitsizliğe düşürür. “Artık sen dinden çıktın, bir daha dine dönemezsin, Allah seni kabul etmez” gibi düşünce ve tuzaklar kurarak insanı felakete sürükler.
Bunun için “hatadan dönmek fazilettir” sözünü hatırlayarak, hemen pişmanlık duymalı, kusurumuzu itiraf ederek Allah’ın rahmetine sığınmalı, O’nun bağışına ve affına yönelmeliyiz.
Bu sözleri söyleyenler küfre girer mi? Bir Müslüman bilmeyerek söylediği küfür manasına gelen sözlerden dolayı küfre girmeyeceği hakkında “Bazen kelam küfür görünür, fakat sahibi kafir sayılmaz.”
Yüce Rabbim, imanımızı her türlü tehlikelerden korusun, yanlışlardan, hatalardan ve günahlardan muhafaza eylesin.

“Biz Müslüman’ız, İslam’a varız, ama şeriata yokuz, şeriatı kabul etmiyoruz; şeriat Ortaçağ’ın karanlığına dönmektir” diyenler, “Kur’an, sünnet, icma ve kıyas kaynaklarına dayanan İslam’ın bir kısmını kabul ediyoruz, ama bir kısmını kabul etmiyoruz demiş oluyorlar. (Hayrettin Karaman)(s.53)
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner / Azrail’e ‘Hoş geldin’ diyebilmekte hüner.” (s.79)
Sünnet, bir pusuladır, bir haritadır, bir kılavuzdur, bir yol göstericidir, bir rehberdir. Bunun için sünnet bilinmeden yola çıkılmaz. (s.90)
“Alim, ilim ve amel cennettedir. Eğer alim ilmiyle amel etmezse, ilim ve amek cennete olur; alim ise cehenneme gider” (Kenzül-Ummâl, 4/28) İmam Gazali de bu hadis şu sözüyle açıklar: “İlmi ile amel etmeyen alim, başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğneye benzer.” (s.132)
* Allah gelse, seni elimden alamaz. Ben Allah mallah tanımam, şu işe Allah’ın bile gücü yetmez. (s.11)
* Allah beni mi görüp duracak? (s.15)
* Burası Allah’ın unuttuğu yer! (s.19)
* Burada Allah’ın yeri yok! (s.23)
* Allah deseydi yapmazdım! (s.27)
* Allahlık Ali Bey! (s.31)
* Allah Baba! (s.34)
* Yukarıda Allah var. (s.37)
* Allah’a lazımmış ki öldü. (s.42)
* Cimrilerin Allah’ı. (s.45)
* Kahrolsun şeriat! (s.49)
* Kader utansın. (s.55)
* Kahpe felek. (s.63)
* Fala inanma, falsız da kalma. (s.67)
* Azrail suratlı adam! (s.72)
* Nuh der, peygamber demez. (s.80)
* Ne günah işledim ki, tevbe edeyim? (s.84)
* Sünnetin yeri mi şimdi, o eskidenmiş. (s.89)
* Bir yudum alsan ne olur? Aslan sütü bu. (s.95)
* Seninle cennete bile girmem. (s.101)
* Yalansız iş mi var? Faiz yemeyen mi var? (s.105)
* Sen namazı boş ver, benim kalbime bak. (s.111)
* Onda iman ne gezer. (s.116)
* İmalat hatası! (s.121)
* Öküz aleyhisselam! (s.127)
* Kıyamet hacılarla hocalar yüzünden kopacak. (s.131)
* Tabiat yarattı. Doğanın mucizesi. (s.138)
* Ahirete gidip gelen mi var? (s.143)
* Kur’an çarpsın Allah Çarpsın Ekmek çarpsın. (s.149)
* Allah kahretsin! (s.154)
* Lanet olsun! (s.158)
* Beddua etmek. (s.164)
* Her küfür söz söyleyeni küfre götürür mü? (s.167)
* İmanı tehlikeye atan diğer sözler: (s.170)
* İnanmayan birine‘Allah rahmet eylesin’ demek.
* ‘Dinim, imanım gevredi’
*Allah’tan korkmaz mısın denildiğinde korkmam demek Müslüman değil misin’e değilim
* Hasta olan birine ‘Allah seni unuttu’ demek
* Birisine ‘onun hakkından Allah gelemez, bak ben nasıl geliyorum’
* Bir işi için ‘Allah’ın hiç işi kalmamış da bununla mı uğraşacak’
* Hastalığı ağırlaşan biri ‘Allahım canımı al da kurtar ister Müslüman ister kafir
* Haram yemek ne tatlı şeymiş demek
* ‘Dünya için ahretini terk etme!’ diyene ‘Ben veresiye için peşin olanı bırakmam’ demek
* ‘Falan bana ne meretse yaparım, gavur ol dese bile olurum’ demek
* Fakir bir kişinin ‘Allah falana çok veriyor, bana az veriyor, böyle adalet olur mu?’ demek
* Kendisine ‘Namaz kıl’ denildiğinde ‘Namaz karın doyurmuyor, karnım mı doyacak’ demek
* Bu nasıl şeriatmış, ben talak malak tanımam’ demek.