Onaylı Yorumlar

Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Arap Casusları
İstihbaratın geçmişi ilk sınırların oluştuğu döneme kadar uzanır. İlk sınırlar ilk devletlerin, devletler de savaşların habercisidir. Savaşta başarılı olabilmenin sırrı bilgi toplama ve etkili şekilde kullanma becerisiyle orantılıdır. İstihbaratın en önemli silahı ise casuslardır. Devletler çıkarları gereği kullandıkları bu etkili silahları en iyi şekilde donatırlar. En nihayetinde bilgiyi toplayanın yetkinliği mensup olunan devletin politikasında belirleyici unsur olabilir. Emperyalist Batı’nın yegane hedefi -çoğu zaman olduğu gibi- Doğu’nun zengin kaynakları üzerine yoğunlaştığı için 19. yüzyılın sonlarında artan 1. Dünya Savaşı döneminde zirveye ulaşan istihbarat ve casusluk faaliyetleri özellikle Arapların yaşadığı Ortadoğu coğrafyasına görülür. Zira Batılılar tarafından paylaşılmak istenen hasta adam Osmanlı’nın otoritesinin kaybolmaya yüz tuttuğu coğrafya Ortadoğu’dur.

Arap kavimleri arasında dolaşan ilmi bir misyonun parçası gibi hareket eden asıl hedefleri bölmek, parçalamak ve sömürü düzenine yeni bir hisse eklemek olan Batılı casusların hayatlarının ve maceralarının birçok edebiyat ve sinema eserine konu olduğu bilinir. Ama işin gerçek yüzü bazen kurgu boyutunda işlenen olaylardan daha çetrefillidir. Bu tarz casusluk hikayelerinde gerçeğin tarafına geçilince efsanelerin sıradanlaştığı, basit gibi görünenlerin destanlaştığı bir tablo ortaya çıkar ki asıl gözden kaçırılmaması gereken budur. Yani hiçbir şey aslında göründüğü gibi değildir.

Arap gazeteci Riyad N. Er-Reyyis de 20. yüzyılın başında Ortadoğu’da dengeleri altüst eden sınırları yeniden çizen kopuş ve bölünüşlerde etkili olan Batılı casusların hayatını ve faaliyetlerini mercek altına alır. Zira Er-Reyyis casusların faaliyetlerine derinlemesine eğildiğinde nutku tutulur. Casusların Arap tarihine ve siyasetine etkilerine şahit olan Er-Reyyis, kendi coğrafyasının (Ortadoğu) okul sıralarında bu konulara neden değinilmediği üzerine düşünür. Alandaki eksikliği fark eden Arap yazar, gazeteci kimliğinin verdiği araştırmacı yön ile casusların Arap coğrafyasını hallaç pamuğuna çeviren hikayelerini yazmaya başlar.

Eser her ne kadar gerçeğin iç yüzünü göstermek amacıyla kaleme alınmış olsa da ilk olarak adı ön plana çıkan Lawrence ve Gertrude Bell gibi meşhur casusların aksine, olayların odağında olan, etki güçleri yüksek, fakat adları fazla geçmeyen isimlere yönelir. Böylelikle casusluk faaliyetlerinin birkaç İngiliz aksiyonerin çabası üzerine olmadığı, çok yönlü bir devlet politikasının güçlü bir kadro tarafından uygulandığı kanıtlanmış olur. Sonuçta Batılılar bölgede birbirleriyle bağlantılı büyük bir nüfuz ağırlığıyla ve yetkin istihbarat gücüyle hareket ederler. Misal eserde Lawrence efsanesinin çöküşüne şahit olmak yeni efsanelerin (!) varlığına şaşırmak mümkündür.

Casusların hikayelerinde ilk aşamada göze çarpan yazarın mesleğinin bir gerekliliği olan olay anlatımının öncelenmesidir. Olaylara verilen ehemmiyet bazen kişileri geri planda bırakmaktadır. Bu da yazarın kaynak kullanımı ve gazeteciliğin 5N1K kuralını önemsemesinden kaynaklanmaktadır. Fakat bu anlatım bazen çok fazla teferruatın sayfalara girmesine neden olur. Misal diğer eserlerin aksine casusların kilit faaliyetlerine ek olarak neredeyse Arap coğrafyasındaki bütün hareketleri ortaya konur. Bir harita üzerinden adım adım izlenen casusun bir kabilenden diğerine geçişleri eksiksiz anlatılır.

İkinci bir husus, yazarın kaynak kullanımı ile ilgilidir. Er-Reyyis’in elinde muhtemelen çok fazla kaynak vardır. Ama bu kaynakların arasında esas ağırlığı gazete arşivleri oluşturmaktadır. Çünkü, politikacılar tarafından yapılan beyanatlar, verilen alıntılar gazetelerin haber bültenlerinden çıkmış gibidir. Bununla birlikte ismi geçenlerin anılarına ve hatıralarına ilişkin yazılanların çok iyi sunulduğu aşikardır. Verilerin muntazam birleştirilmesine karşın hangi bilginin hangi kaynaktan alındığı muammadır. Eserin ilmi bir çabanın ürünü olmaması bu eksikliği önemsizleştirmesine karşın kaynak bildiriminin eserin etkisini arttırması muhtemeldir.

Yazarın Arap olmasının da önemine değinmek gerekir. Zira bu tarz eserler bazen ya tarihlerini afişe etmek isteyen Batılılar ya da efsane yaratmak isteyen Avrupalı hamaset sahipleri tarafından kaleme alınır. Hatta Batılılık vurgusu ilmi mecralarda yazılan eserlere dahi tarafgirlik olarak yansır. Bunun Arap camiasına yansıması ise çoğu zaman Osmanlı’yı sömürgeci bazen ise Batıları nötr duruma sokar ki işin aslı hiç de böyle değildir. Özgürlük mücadelesinin Osmanlı’ya karşı verilmesi, Batılıların bütün gizli kötü emellerine karşın buna destek vermesi, Arap algısının kırılma noktalarını oluşturur. Bu tablodan Arap bir yazarın Osmanlı lehine söz söylemesi pek olası değildir. Fakat Er-Reyyis ara ara Batılı jargondan dem vursa da çoğu zaman Osmanlı ve Türklere karşı dikenli bir dile sahip değildir. Tabii bu Batılılara kin nefret Türklere karşı sempati şeklinde satırlara yansımaz. Yazarın bu tavrı objektiflik kaygısı olarak nitelendirilebilir. Ama her şeye rağmen Batılıların gerçek yüzünü göstermek isteyen bir eserde okurun farklı beklentilere girmesi mümkündür. Zira Batılıların kötücül faaliyetleri, Arap şeyh ve liderlerinin yanlışları çoğu zaman eleştiriden azade bir şekilde sunulur.

Müellifin Arap olmasının avantajları da yok değildir. Misal Batılılar tarafından yazılan ilmi eserlerde yapılan yanlışlar- merhum çevirmen Ahsen Batur’un da vurguladığı gibi- tekrar edilmez. Hatta bu konudaki telaffuz hataları vurgulanır. Zaten bu tarz kitaplarda birçok yer ve kabile isminin kullanılmasından dolayı bu tarz hataların önüne geçilmesi elzemdir. Yine sade, açık ve anlaşılır bir dil çevirmenin maharetini kanıtlamaktadır. Ayrıca eserin sonuna eklenmiş konunun başından sonuna kadar ismi geçen şahısların biyografileri okurun işini fazlasıyla kolaylaştırmaktadır. Zira kısa anlatılarda bile çok fazla isim geçmektedir. Olayların kahramanları az çok tanındığı zaman yazılanları daha iyi anlamak olasıdır.

Bu arada daha önce bahsedildiği gibi eserin olay anlatımını öncelemesi dönemin bazı büyük siyasi olaylarının röntgeninin çekilmesini de sağlamaktadır. Olayların gizli taraflarında hangi pazarlıkların döndüğünü bilmek, hangi üstü kapalı faaliyetlerin olduğu öğrenmek, okur için güzel bir tecrübedir. Misal İsrail’in kuruluşuna giden yolun istihbarat boyutu eserde kademe kademe anlatılmaktadır. Yine 1. Dünya Savaşı dönemindeki pazarlıklar sonucunda ortaya çıkan hayal kırıklıkları Arap coğrafyasındaki Batı yandaşlarına ibret olacak tarzdadır.

Er-Reyyis, eserinin ön sözünde şöyle demektedir: “Şu var ki, Avrupalı maceraperestlerin seksen yıl önce başlattıkları oyun günümüzde de bizim topraklarımız üzerinde devam etmektedir. Sadece isimler değişmiştir, ama hedefler eski hedeflerdir (s.11).” Avrupalıların emperyalist hedeflerinin değişmediğini, günümüzdeki olaylar doğrulamaktadır. Batılıların hedefleri değişmediği gibi muhatapları tarafından yapılan yanlışlar da değişmemektedir. Yanlışlar Ortadoğu coğrafyasında hüküm süren devletlerin ve milletlerin kronik hatalarından tebarüz etmektedir. Geleceği teminat altına alan basirete sahip olmak için geçmişin bilgilerine hakim olmak gerekir. Er-Reyyis bilgiyi vermiş, uygulama safhası; hatalara düşmemek ve doğruların tarafında olmak kadar basit…
Yanıtla
4
2
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Eylül 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Muallim Fehmi Bey ve sevdikleri…
Kitap Osmanlı döneminin son yıllarıyla karşımıza çıkıyor. Baş kahraman Fehmi Bey’in ailesi 1877 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra Rus işgaline uğrayan Balkanlardan İstanbul’a göç etmek zorunda kalan insanlar arasından sadece birkaçı. Kitap geçmişle başlayıp Fehmi Bey’in doğumuyla devam eden ve büyümesine eşlik ettiğimiz bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Sade bir dil kullanan yazar, akıcı anlatımıyla sizleri etkiliyor ve kitabı bir solukta okuyorsunuz. Anlatılan konuya yani özellikle tarihe ilginiz varsa okumanız gereken kitaplardan bir tanesidir.

Vatan aşkıyla yanıp tutuşan Fehmi Bey’i bu çalkantılı günlerde neler bekliyor? Haydi hep birlikte bu hüzünlü maceraya eşlik edelim!
Yanıtla
2
0
Destekliyorum 
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
06 Ağustos 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Osmanlı Topraklarında İçki Üretimi ve Tüketimi (İstanbul Örneği)
İslam dininde yasaklanmış olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nda içki ticaretinin ve tüketiminin süreklilik göstermesi ve bu süreklilikteki değişimlerin hangi sebeplere dayandığı, toplumda her daim merak konusu olagelmiştir. İktisat tarihçisi Derviş Tuğrul Koyuncu, aynı zamanda doktora tezi olan bu eserinde, merak edilen sorulara, zaman ve mekân bakımından 1792-1839 tarihleri arasındaki İstanbul’u esas alarak cevaplar arıyor: “İstanbul’un çalışmanın odak noktası olmasındaki sebepler, İstanbul’un imparatorluğun en kalabalık ve en büyük şehri olmasının yanı sıra yıllara göre değişmekle beraber Zecriye Muhassıllığı’nın elde ettiği vergi gelirinin ortalama olarak % 25 ile % 40’ının İstanbul’dan tahsil edilmiş olmasıdır. Bunun yanında bir iç ticaret organizasyonu olarak İstanbul’a içki gönderen bölgelerin büyük bir kısmının emaneten idare edilmesi, ticaretin ve İstanbul’un tüketim seyrini göstermesi açısından çalışmanın nicel yönüne önemli bir katkı sağlamıştır. (s. 228)”

Yazar Koyuncu, içki konusunu İslam’ın ilk dönem uygulamalarından itibaren anlatmayı tercih etmiş. Bu yaklaşım, okuyucunun bütüncül bir şekilde resmin tamamını görmesine fayda sağlıyor. Genel uygulamada, içki içmenin Müslümanlar için haram olduğu kesin bir dille öteden beri tavizsiz olarak kabul edilmektedir. Kur’an ayetleriyle tedrici olarak haram edilmiş olması, Müslümanların keyfi olarak içki içmesinin önündeki kapıları tartışmasız şekilde kapatmıştır. Bu nedenle, aksi yönde davrananlara yaptırım uygulanması esastır. Bir İslam devletinde konunun gündeme gelmesi, o ülkede yaşayan gayrimüslimlerin hayatlarına ve hukukuna ilişkin olması bakımından önem taşımaktadır. Gayrimüslimlerin bir İslam devletinde zimmet akdiyle yaşaması, onlar açısından bazı hakların doğmasına sebep olur. Siyasi, kamusal ve medeni hakların yanında tanınan dini hakların bir sonucu olarak dinlerinin kendilerine izin verdiği yeme içme alışkanlıklarına karışılmaması da temel bir hak olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla domuz eti yemeleri, içki içmeleri bir ihtilaf meselesi olmamıştır. Burada kamusal alanda açıktan içki içilmemesi, açıktan içki ve domuz ticareti yapılmaması kuralının önemle gözetildiğini belirtmek gerekir (s. 30).

“… İslam dininin Arap yarımadası dışına yayılması ile beraber İslam devletleri zimmet akdi çerçevesinde gayrimüslimlere içki üretim ve tüketim hakkı vermiştir. Ancak zaman içerisinde gayrimüslim nüfusun müslim nüfustan daha da yoğun olduğu yerlerde gayrimüslimlere, vergilerini ödemek koşulu ile içki ticareti yapmalarına da müsaade edilmiştir (s. 49).”

Osmanlı’da içkinin vergilendirilmesine dair uygulama, Hanefi mezhebine göre ve özellikle Ebu Hanife’nin öğrencisi Ebu Zufer’in domuzun ve içkinin vergilendirilmesi hakkındaki fetvası esas alınarak şekillenmiştir. Buna göre, Hanefi mezhebinde şaraptan vergi alınabileceği görüşü kabul edilir: “Vergilendirmenin gerekçesi ise Müslümanlar için mali bir değer taşımayan bir malın zimmiler için mali bir değeri olması ve bu malın ticaretinden gelir elde edildiği, bu gelirinse sebepsiz zenginleşmeye neden olmaması için vergilendirilmesi gerektiğidir (s. 227).” Kanunnameler incelendiğinde, bu görüş doğrultusunda hem içkiden hem de domuzdan vergi alındığı anlaşılmaktadır.

Ebu Hanife’nin bu konuda içtihadını, himaye esasına göre gerekçelendirdiğini not düşelim. Buna göre, gayrimüslimler açısından mal olarak kabul edilen nesnelerden vergi alınmaması, Müslüman tacirler aleyhine bir haksız rekabet ortamı oluşturmaktadır. Müslümanlar, üretip ticaretini yaptığı mallar için vergi öderken gayrimüslimlerin belirli mallar için vergiden muaf tutulmaları vergi adaletsizliğini doğurur.

Kitabın içeriği, Osmanlı’da alkollü içki üretiminin ve tüketiminin sadece mali boyutundan ve vergisel yönünden ibaret değil. Yazar, alkol yasakları ve meyhanelerin kapatılması başlığı altında alkolle mücadelenin 1500-1839 arasındaki seyrine ayrı bir bölüm ayırmış. Burada çok ilginç şekilde kamu güvenliği ve isyan önleme gibi din dışı saiklerle de meyhanelerin kapatıldığı, diğer yandan yasaklamaların ve vergi artışlarının kayıtdışı ekonomiyi ve merdiven altı üretimi ne derece artırdığı bilgilerine yer verilmektedir.

“II. Mahmud’un saltanat yıllarında meyhaneler iki önemli siyasal ve uluslararası hadiseden dolayı güvenliği sağlamak için kapatılmıştır… Alemdar Vakası’ndan sonra İstanbul’da asayişi sağlamak için meyhaneler kapatılmıştır. Yine 1821 yılı Yunan İsyanı esnasında Rum ahalinin güvenliği için meyhaneler kapatılmıştır. Son olarak 19. yüzyılın en uzun meyhane kapatılma hadisesi Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı döneme denk gelir…” (s. 119)

Eserin değerine değer katan bir başka yönü olarak, yeri geldikçe sunulan tablolara ve grafiklere atıf yapmadan geçilmemelidir. Söz konusu tablolara ve grafiklere kaynaklık eden verilerin, Osmanlıca belgelerde oluşu ve bu belgelerin çoğunun derli toplu şekilde bir arada olmayışı, harcanan zamanın ve emeğin boyutunu takdir etmemize yardımcı oluyor. Bu kapsamda, “Toptan Fiyatlara Göre İstanbul ve Galata İçki Hacmi”, “İstanbul’a Şarap Gönderen Yerleşim Yerleri ve Gönderdikleri Şarap Miktarları”, “İstanbul’da Müskirat Ticaretinden Elde Edilen Vergi Hasılatı (Reel/Nominal, Kuruş)”, “İstanbul Semtlerinin Toplam Şarap ve Arak Tüketim Miktarları” başlıkları örnek olarak sayılabilir.

Yazarla kitabı hakkında yapılmış bir program kaydını izlemek isterseniz ilgili bağlantıyı paylaşalım: youtu.be/j4qp1hdM35A?feature=shared (Kültür & Tarih Sohbetleri, 18.09.2023 tarihli yayın)

Faydalı bir okuma olması dileğiyle!
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  2
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
26 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Bir Meditasyon Biçimi: Trenler ve Hatıraları
'Tren Rayları', geçmişe uzanan ve okurunu geçmişin sularında yüzdüren edebi bir metin ve hatta bir hatıralar silsilesi. John Berger ve Anne Michaels'in kelimeleri birlikte harmanladığı lirik bir anlatım. Bu anlatıma ünlü fotoğraf sanatçısı Tereza Stehlikova'nın trenin içinden dış dünyayı çektiği manzaralar eşlik ediyor. Metnin atmosferi biraz sanatsal biraz da metaforik...

"Hafızalarında trenleri yaşatan son jenerasyon biz olabiliriz" diyor Anne Micheals. Ve ekliyor John Berger: "Fotoğraf makinesi ve tren. Her ikisi de anıları bir tür taşıma yöntemi"...

Trenler ve insanlar... Aralarında öyle güçlü hikayeler barındırıyor ki... Dev gibi trenler; kavuşmanın ve vedanın her çeşidine, büyük kitlelerin yerlerinden edilmesine, göç dalgalarına, zorunlu göçlere, sürgünlere, mülksüzleştirmelere, sınır dışı edilen insanlara ve daha nicelerine şahitlik ediyor...

Bir tren istasyonunun kurulabilmesi adına birçok ilde yüzlerce ev yıkılıyor. Gecekondu mahallesi olarak bilinen tüm işçi evleri yerle bir ediliyor. Hatta Manş Tüneli raylarına yol açsın diye civardaki mezarlıklar dahi yok ediliyor...

İkinci dünya savaşında Union İstasyonu, savaşa gönderilecek askerlerin merkez istasyonuydu. Ve binlerce asker belki de son kez ailelerine bu istasyonda sarıldı. Ebedi yolculuğa bu istasyonda uğurlandı...

Aşklara, derin sancılara, hüzünlü bekleyişlere ev sahibiydi koca koca trenler... İstasyona doğru gelirken çaldığı acı düdük belki de bir mutluluğu kucaklayacaktı... Belki de acı bir haberi verecekti bekleyenin kucağına...

'Tren Rayları', dokunaklı bir metin. Pek hacimli değil belki ama anlatmak istediği içerik çok güçlü aslında. Yavaş yavaş, sindire sindire okumalı... Şiirsel, düşünsel ve medite edici...

Herkese İyi Okumalar
Yanıtla
3
2
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
23 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Çeviri Süreçlerine Genel Bir Bakış...
Kıymetli okurlara, kitap değerlendirmesini sunmadan önce, kitabın yazarını tanıtmayı her zaman öncelikli olarak faydalı buluyorum. 1950 yılında doğan Radegundis Stolze, Alman kökenli bir çevirmen ve çeviribilimci olarak tanınan, çeviri teorisi ve uygulamaları üzerine uzun yıllar boyunca çalışmış ve bu alanda önemli katkılarda bulunan biridir. Bilhassa çeviri kuramları, çeviri tarihi ve farklı çeviri disiplinleri konularında araştırmalar yaptığı bilinmektedir. Akademik kariyerinde dilbilimsel yaklaşımları ve kültürel iletişim unsurları üzerine çalışmalar sürdüren Stolze, eserlerinde bu konuları geniş bir perspektifle incelemiştir. Özellikle çeviri süreçlerinin pratik yönlerini incelemiş ve bu alandaki önde gelen isimlerinden biri olarak görülmektedir.

“İnsanlar farklı diller kullandıkları sürece, siyasi ve toplumsal iletişimde, siyasal gücün yayılmasında, huzurlu seyahat ortamında ve özellikle felsefenin, bilimin edebiyatın ve dinin aktarımında dil engelini ortadan kaldırdığı için, insanın vazgeçilmez etkinliklerinden biri çeviridir.” (s. 21)

Radegundis Stolze’nin kitaba başlangıç cümlesine göre çeviri, dünyada çeşitli dil ve kültürler var olduğu sürece, insanların birbirini anlama noktasında engelleri ortadan kaldıran bir faaliyettir. Çeviri kavramının irdelendiği bir giriş, okuyucuyu esere bağlayan bir özellik olduğunu düşündürüyor. Radegundis Stolze’nin Übersetzungstherıien Eine Einführung adlı eseri, Almanya’da çeviribilim, filoloji ve edebiyat bölümlerinde ders kitabı olarak uzun yıllar boyunca okutulmuştur. Radegundis Stolze’nin 1994’te tamamladığı bu eser, Emra Büyüknisan tarafından 2020 yılında Çeviri Kuramları-Bir Giriş adıyla dilimize kazandırılmış ve Runik Kitap aracılığıyla da neşredilmiştir. Çeviribilim alanı için temel başvuru eserlerinden biridir. Eserde yazarın, Alman, Rus, İngiliz, Fransız ve İsrail ekolleri gibi pek çok yaklaşımlara yer verdiği anlaşılmaktadır. Yazar, eser boyunca ele aldığı kuramları çok yönlü bir şekilde inceleyip, bilimsel yaklaşımlarla açıklamaktadır. Buna istinaden eser 1-Dil Dizgelerine Bakış, 2-Metinlere Bakış, 3-Disipline Bakış, 4-Eyleme Bakış, 5-Çevirmene Bakış olarak beş ana başlık altında vücuda getirilmiştir.

Stolze, eserinin “Metinlere Bakış” başlığı altında, çeşitli alt başlıklarla ele alınan konulara açıklık getirmiştir. Mesela bu bölümün ilk alt başlığı olan “Çeviribilim ve Eşdeğerlik Tartışması” kısmında, Nida, Schreiber, Koller gibi önemli araştırmacıların kuramlarından yola çıkarak eşdeğerlik kavramını şematik bir şekilde açıklamıştır. Örneğin, Nida, dil yapısının değiştirilmesiyle aynı anlamın iletilmesini savunurken, Koller ise metinler için kurallı bir eşdeğerlik önermiştir. Stolze, eşdeğerlik sorununu sözdizimsel anlamda içerik ve etki eşitliği olarak ele almış ve farklı kullanımları metin ve çevresel bağlamda aynı değerde göstermiştir. (s.125-146).

İkinci alt başlık olan “Metindilbilim ve Çeviri Odaklı Metin Tipolojisi” bölümünde ise Stolze, metindilbilimin karşılaştırmalı çeviri için önemli olduğunun altını çiziyor. Reiss’in “bilgilendirici”, “anlatımsal” ve “yönlendirici” metin türlerini ayırt ettiği, Koller’in ise her metnin farklı bir çeviri yöntemi gerektirdiğini belirttiği görülmüştür. Ayrıca Gerzymisch-Arbogast, metin düzleminde makro ve mikro yapıların birbiriyle bağlantılı olması gerektiğini vurgulamıştır. “Çeviride Edimsel Boyut” başlığı altında Stolze, dilbilimsel edimbilimin dil ifadelerini eylem olarak ele alarak okurla ilişkilerini tanımlamanın önemli olduğuna işaret etmiştir. Kültürel farklılıkların çevirinin ölçütü olarak kabul edildiği ve farklı metin türlerinin farklı çeviri gereksinimlerine sahip olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, yazınsal metin çevirmenlerinin Almanca, Fransızca ve İngilizce gibi farklı dillerden yapılan çeviri örnekleri üzerinden karşılaştıkları zorlukları okuyucuya tartışarak sunmuştur. Son olarak Stolze, yazınsal metinlerin çevirisi üzerine yapılan tartışmalar, çeviri normları, kültürel etkiler ve çeviri ekollerinden söz ederken, bu meseleler hakkında kendi değerlendirmelerine de yer verdiği görülüyor.

Stolze, “Disipline Bakış” olarak adlandırdığı üçüncü bölümde, çeviri araştırmasını alan kuramı olarak incelemiştir. Bu bölümde, Holmes, Toury ve Baker gibi önemli araştırmacıların metin çözümlemelerini şematik örneklerle açıklamış ve çeviri etkinliğinin nasıl disiplinlerarası bir boyut kazandığını dilbilimsel araştırmalar temelinde göstermiştir. Ayrıca, çevirinin tek bir yöntemle sınırlanamayacak kadar çok yönlü olduğunu vurgulamıştır.
Eylem kuramı olarak incelenen çeviri kuramı ise, çevirinin kültürel iletişim eyleminin özel bir türü olduğunu vurgulamıştır. Mesela Vermeer'in düşünceleri üzerinden çevirinin iletişimsel boyutunu ön plana çıkarırken, Skopos kuramı çerçevesinde metin eşdeğerliğine dikkat çekmiş ve çevirinin sadece dilsel açıdan ele alınmasının yetersiz olduğunu belirtmiştir.

Eserin dördüncü ana başlığı, “Eyleme Bakış”ta ise, Stolze, çeviri etkinliğini işlevsel ve öğretbilimsel açıdan değerlendirmiş ve çevirinin kültürlerarası iletişim eylemi açısından önemini vurgulamıştır. Ayrıca çeviri ve ideoloji bağlamında, çevirinin bilgi ve kültürlerin oluşmasında nasıl bir etken olduğuna değinmiş ve ideolojik düşüncelerle çeviri etkinliğinin yeniden yorumlanabileceğinden söz etmiştir. Son ana başlık olan “Çevirmene Bakış” bölümünde ise, çevirinin yorumlama süreci olarak ele alındığı ve çevirmenin metinler üzerinde çalışırken karşılaştığı sorunlar hakkında tartışmaya yer vermiştir. Son olarak, yorumbilim ve bilişsel-psikoloji çeviri araştırmalarıyla çevirmenin düşünce süreçlerini nasıl ele alması gerektiği üzerinde durulmuş ve çeviribilim öğrencileri için yönlendirici olması amaçlanmıştır. Ayrıca önsöz kısmında da değinildiği üzere bu eserin amacı, konunun meraklısı için de yön bulmaya ve araştırmaya teşvik etmektir.

Eserin dili, konuya çok yabancı biri olmama rağmen okuma süreci boyunca kopmadan bilgi ile besleyen, keyif veren bir akıcılığa sahipti. İncelemeyi bahane ile, bu kitabın çevirisini üstlenerek alana değerli bir katkı veren Emra Büyüknisan’a teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunuyorum. Bir teşekkür ve tebrik de eseri yayınlama ve bizlere ulaştırma yükünü omuzlayan Runik Kitap’a… Daha nicelerini yayınlaması temennisiyle.
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
22 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Gerçeğin dostu zamandır.
Kitap on iki bölümden oluşmakta. Yazar, ilk iki bölümde geleneksel tıbbın nasıl başladığını anlatır ve şüpheli bir şekilde öldürüldüğü düşünülen üç eczacının ölümünün arkasındaki iddialarla devam eder. Sonra Tıp fakülteleri açılırken büyük hayırsever, sağlık sektörünün büyümesi ve eğitimlerine katkı sağlaması için olanaklar sunan Rockefeller ailesinin kimlerle bağlantılı olduğu konusunu masaya yatırır. Diğer bölümlerde ise piyasada en çok satılan ilaçlardan kolesterol, tansiyon, diyabet ilaçları, antidepresanlar, zayıflama hapları, doğum kontrol ilaçları, vitaminler ve ilaç sektörü denilince en çok konuşulup, düşünülen konu olan aşılar üzerine epey bir parantez açar. Hastaların müşteriye, tıbbın ticarete, şifanın şova dönüştüğü bir sahneye ışık tutar.

İlaç sektöründe değişim ve gelişimin bilimsel doğrulara göre değil ilaç şirketlerinin çıkarına göre gerçekleştiğini aktarır. Rockefeller ailesinin dünya ilaç sanayisindeki yerine ve bu işten çok büyük paralar kazanmasına, dünya devlerinin insan sağlığını hiçe sayarak bazen insanlığı kobay olarak kullanıp işe yaramayan ilaçlardan devasa paralar kazanmalarına, Avrupa İlaç Ajansı kurumlarının kavgalarına, birbirlerinin ilaçlarını karalamalarına, ilaç ve aşı karşıtı olan bilim adamlarının piyasada aldıkları tepkilere, piyasaya sürülen ilaçların kullanım sonrası yan etkilerine, ilaç firmalarına açılan davalara, fiziksel ve zihinsel takviye edici reklamlarıyla bazı ilaçların nasıl bir anda geliştiğine, vitamin fazlalığından olumsuz etkilenenlerin durumlarına ve daha nicelerine yer verilir.

Kitabı okumam çok uzun sürdü. Her bölümün hemen her paragrafında kapatıp internette kaynak araştırması ya da isim araştırması yapma ihtiyacı duydum. Haliyle kitap, kaynak ve dayanaklar sununca bunlara göz atarak ilerlemek istedim. Sürüncemede kalmamın ve araştırmamın nedeni, sağlık deyince son zamanlarda ölümcül salgınların, konulan tanıların korkutucu süreç ve sonuçlarına şahitlik etmemizdendir. Aslında bu kitap 'bir bardak çay al ve otur. Ne düşünüyorum biliyor musun, hastalıkların tedavisi için kullanılan ilaçlar, aşılar ile nasıl zehirleniyoruz, bir hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlarla başka hastalıklara nasıl davetiye çıkarılıyor, ilaçların içine şifa verecek maddelerden çok zehirler nasıl ve neden konuyor, nasıl birer ilaç bağımlısı haline geliyoruz, bunları hiç düşündün mü?’ diyor. Kitabı bir süre elinde tutup düşündürüyor ve içinden kendi gözlemlediklerini, duyduklarını, genel olarak tanık olduğun her şeyi irdelemeye başlatıyor. Yani aslında zaten yıllardır düşündüğün, haberini okuduğun, nedenine anlam veremediğin birkaç ciddi konuda merak, şüphe ve düşünmeye yol açıyor.

Okuması benim için açıkçası biraz karmaşık bir kitap oldu. Çünkü içeriğinde aşina olmadığım çok fazla bilim insanı isimleri, ilaç, tarihler ve şirket adlarının olması okumamı biraz yavaşlattı. Araştırma yaparak okumuş olmamsa, bu alanlarda kabaca genel kültür sahibi olmam konusunda katkı sağladı. En nihayetinde yetişkin her birey için okunabilir, üzerine düşünülebilir bir kitaptı. Şimdiden iyi okumalar diliyorum.
Yanıtla
11
0
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Avonlea’da Devam Eden Maceralar
Anne, yetim kalmış sevgi ve heyecan dolu bir kız çocuğu. Yanlışlıkla (!) evlat edinilmesine rağmen aile tarafından çok sevilen biri. Onun yokluğunun aile açısından tam bir kayıp olduğunu evden uzak geçirdiği birkaç gün içerisinde bile rahatlıkla anlayabiliyorlarken, onu geri bırakmadıkları ve sahip çıktıkları için çok mutlular.

İlk kitapta gördüğümüz afacanlıkları ile içimizi ısıtan küçük Anne ve arkadaşları artık büyüyor. Kitabın son kısmında olgun bir hanımefendi olmaya başlayan Anne’nin maceraları karşımıza bu kez daha ciddi olaylarla çıkıyor. İlk kez ayrılığı ve kederi tadıyor. Şaşırtıcı bir sona sahip ilk eserden sonra ikinci kitabı okumak için sabırsızlandığımdan bir çırpıda bitiveren sürükleyici bir eser karşıladı beni. Avonlea’daki yeni karakterler Anne’nin hayatında nasıl bir etkiye sahip olacaklar? Artık öğretmen olan ve bir zamanlar sırasında öğrenci olarak oturduğu okulda çalışmaya başlayan Anne’yi öğrencileri ile nasıl sorunlar bekleyecek? Bir zamanlar ikizlerle bolca deneyime sahip olmuş Anne’yi bu kez yetim kalmış Dora ve Davy ile görüyoruz. Bu ikiz karakterlerin karşımıza çıktığı ilk andan itibaren ana karakterimiz için önemli bir yere sahip olacaklarını hissedebiliyorsunuz. Ayrıca Anne’in her zamanki endişeli haline karşın geliştirdiği duygusal olgunluk ve zekası karşılaştığı sorunlarla kolayca başa çıkmasında ona yardımcı oluyor.

Yazım tarzının sadeliği okumayı kolaylaştırıyor ancak bu kolaylığın getirdiği durum, benim fikrime göre, erken yaşlarda okuması daha zevkli bir kitap olabilir, örneğin 15-16 yaşlarında. Kendini sürekli geliştirip öğrenmekten bıkmayan bu kız, romanı okurken okuyucusunu da içine çekiyor ve kişide ilerleme duygusu uyandırırken aynı zamanda yaşanılan zorluklarda her zaman olumlu yönü görüp çözüm üretebilmeyi de öğütlüyor.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum 
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Bir Şairin Karmaşaları
Bir şairi okumak yalnızca kelimelerinin büyüsüne kapılmak ya da büyüleyici satırlar yakalamaktan ibaret değil. Birkaç şiirle şairi tanımak, onu anlamak, onunla seyahat etmek mümkün. Elbette çeviri şiirlerde bu daha zor olabilir ancak F.G Lorca’yı bu kitabıyla tanıdığımı düşünüyorum.

1910-1930 civarları dünya için zor yıllar. Dünya savaşı bitmiş, dünya ekonomik bir buhranda. İspanya’da doğmuş bir şairin New York’ta hissettikleri – belki başka bir zamanda farklı olabilirdi- çok karışık, zıtlıklarla dolu ve değişik olmalı. Göz kamaştıran bir nehir ve bir ceset nasıl yan yana gelebilir? Granada’lı bir şair için, belki biraz kendimden parçalar da bulduğum için, oldukça karışık ve hatta absürt ve bir o kadar da olası…

Ben sevgili Lorca’yı hayli sevdim. Romantizmini, gerçekçiliğini, insanlara ilgisini, etrafını anlamlandıramayışını ve içsel yolculuğuna tanık olmayı sevdim. Ve tam şuralarda kendisine eşlik ettim:

“Bana bir şey sorma. Bunları gördüm ben
Ne kadar tutunacak yol aradılarsa,
Hep kendi boşluklarına vardılar.
İnsanlardan yoksun havada, dehlizlerin hüznü var
ve gözlerimde giyinmiş yaratıklar. Soyulmamış!”
Yanıtla
2
0
Destekliyorum 
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
12 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
İnsanın Özü
İnsanlık tarihi çok eskilere dayanıyor. Evrimsel süreçte tek başımıza yaşamaya başladığımızdan beri oldukça büyük bir ilerleme kat ettik. İnsanın akıl ve düşünme yetisi sayesinde bu dünyanın belki de en güçlü varlığı olabilme serüveni bize teknoloji ve medeniyeti getirdi. Pek çok canlıdan geride kalan yanlarımız olmasına rağmen bugüne kadar türümüzün varlığını sürdürebildik. İnsanın Fabrika Ayarları, insanın varlığından itibaren mevcut olan pek çok özelliği hatırlamamıza yarayan bir kitap. Kitabın içinde pek çok yerde davranışların nedenlerini ve sonuçlarını açık bir şekilde öğreniyorsunuz. Ayrıca iyi bir yol gösterici ve adeta bir pusula. Sinan Canan, severek takip ettiğim bir akademisyen. Anlatım tarzı, konuşması beni hep çok etkilemiştir. Bu yüzden de onun tarafından yazılmış bir kitabı ilk kez okumak oldukça keyif vericiydi. Serinin diğer kitaplarını da okumayı planlıyorum. Zira modernlik adı altında kendimize yabancılaştığımız ve fabrika ayarlarımızın ne olduğunu unuttuğumuz bu çağda bize oldukça iyi gelecek bir kitap yazmış yazar.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum 
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
10 Temmuz 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Bireyin Benliğinin Özünün Keşfine Yolculuk
Bireyin psikolojik yapısı, düşünme tarzı, hayata bakış açısı, olayları değerlendirmesi ve olaylara yaklaşımı son derece kompleks bir durum olup bunun anlaşılması, bireyin hayatına yön vermesi bakımından önem arz etmektedir. Birey farkında olmadan doğup büyüdüğü aile, akraba, yakın ve uzak çevrenin etkisi altında olup bu etki zannedildiğinin aksine kısa vadeli olmayıp bütün ömrü etkilemektedir. Birey sağlıklı bir aile ve çevrede yetişmemişse aile ve çevre kalıpları, bireyi ömrünün sonuna kadar etkisi altına almaktadır. Bu nedenle birey gerçek anlamda birey olamamakta ve kendini gerçekleştirememektedir. Bireyin kendini anlaması ve çözmesi bağlamında Cüceloğlu’nun "İçimizdeki Çocuk" adlı eseri önemli açılımlar sağlamaktadır. Esasında bireye kendini tanıması ve gerçekleştirmesi için eser rehberlik etmektedir. Eserde sık sık gerçek hayattan verilen örnekler ve hayat hikâyeleri konunun iyi bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Belki de bireylerin az veya çok kendini bulduğu örnekler daha etkili olmaktadır.

Kişiliğimiz büyük ölçüde çocukluk yıllarında şekillenmektedir. Bu nedenle çocukluk yıllarının sağlıklı bir şekilde değerlendirmesinin yapılması, bireylerin karşılaştığı çözümleri aşmada önemli bir merhaledir. Bu bağlamda bireyin benliğinin özünün keşfi, hayata anlam vermede çok önemlidir. Devamlı aile ve çevre baskısıyla yetişen birey, kendi olamamakta, adeta ısmarlama bir hayat yaşamaktadır. Bu noktada eser, bireyin benliğinin özünün bulunması noktasında çok faydalı pratiğe yönelik önerilerde bulunmaktadır. Bireyin aile ve çevre baskısıyla oluşan ısmarlama benliğinin dili olan iç ana baba hükümran olup iç çocuğun esamesi okunmamaktadır. Yazar bireyin kendini bulması ve tanıması bağlamında iç çocuğun konuşturulmasından başlayarak önemli önerilerde bulunmaktadır. Tabii ki kısa vadede sonuca ulaşmak pek mümkün olmayıp uzun erimli bir mücadele ile iç çocuğun konuşturulması ile iç benliğin keşfi gerçekleşecek ve bireyin kendini gerçekleştirmesi mümkün hâle gelecektir.

Kamusal alanda normal ve birbirine benzer görünen bireylerin esasında hiçbirinin birbirine benzemediği ve hepsinin birbirinden çok farklı olduğu bu kişilerin psikolojik durumlarıyla ilgili bir gözlem veya çalışmada rahatlıkla ortaya çıkmaktadır. Buna ilaveten toplumsal kokuşmanın bu düzeyde yaşandığı bir zamanda bireylerin sağlıklı yetiştiğini söylemek mümkün değildir. Aile içi ilişkilerden çevre temizliğine kadar birçok önemli konuda standardı sağlayamamış toplumumuzda klişeler üzerinden verbal/lafa dayalı ısmarlama bir hayat yaşanmaktadır. Biraz aklı çalışanların bile iş kolik olup kendini ihmal ettiği ve sorunların artık kangrene dönüştüğü toplumumuzda topyekûn arınma ihtiyacının olduğu bir zamanda böyle bir eser; başlangıç kabilinden bireyselleşmenin sağlanması, bireyin kendini tanıması ve gerçekleştirmesi bakımından önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Eser yer yer yaşanmış hikâye ve örneklerle son derece akıcıdır. Eserin dili sade, anlaşılır olup eseri okuması son derece kolaydır.
Yanıtla
5
1
Destekliyorum  1
Bildir