Onaylı Yorumlar

Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Türk Beklenendir...
İstanbul’un fethinden sonra Türklerin ikbal dönemleri başlar. Osmanlılar batı yönlü fetih hareketleriyle Avrupa kıtasının ortasında hızla ilerler. Hatta İtalya’da Otronto’ya çıkan Osmanlı ordusu Avrupa’da ciddi manada Türk korkusunun yerleşmesine neden olur. Yalanla gerçeğin karıştığı binlerce hikaye Hristiyanların dillerine yapışır. Ama savaş harici temaslar olayın farklı boyutunu gözler önüne serer. Zira Osmanlılarla ticari ilişkileri sürdüren Ceneviz ve Venedik gibi İtalyan şehir devletleri nazarında Osmanlılar dünya dışı uzaylılar gibi korkunç ve görülmemiş değildir. Bu da bir şeyin anlaşılmasını sağlar. Pekala Türklerle yaşanılabilir hatta mutabakat sağlanabilir.

Giovanni Ricci, buradan yola çıkarak Türk algısının diğer cephesine yoğunlaşır. Türklerin muhataplarında korku ve nefret gibi duyguları uyandırdığını incelediği eseri Türk Saplantısı’nın aksine bu eserinde ezber bozmaya gayret eder. Zira Batı tarihlendirmesine göre Orta Çağ ve İstanbul’un fethiyle girilen Yeni Çağ boyunca Türklerle olan ilişkiler savaş ve mücadele odaklıdır. Oysaki kılıçların kınlarından çıkmadığı, ellerin birbirine uzandığı yaşantılar da söz konusudur. Ricci, Türk Beklentisi isimli eseriyle çok bilinen ve tekrar edilegelen tarih algısını ters yüz etmeyi amaçlar.

Aslında Ricci’nin bu amacına ulaşmakta zorluk çekeceği aşikardır. Zira saray ve halk dünyanın her yerinde olduğu gibi Batı’da hatta Ricci’nin merceğini doğrulttuğu İtalya’da da birbirinden kesin hatlarla ayrılır. Ama toplumun ince katmalarına inildiğinde farklı yaşantılar ortaya çıkar. Misal savaş halindeki iki büyük devletin tutumuna rağmen mezkur devletlerin mensupları arasında evlilikler gerçekleşebilir. Yani mikro düzey çok bilinen makro düzeylerin aleyhine işleyebilir. Bu yüzden bütüncül bir yaklaşımla her şey ortaya koyulmalıdır.

Ricci’nin çabası ilk aşamada kendi içinde zorluklar içerse de konusuna fevkalade iyi odaklandığı görülür. Tabii elini güçlendiren etmelerde yok değildir. Hedef aldığı coğrafya İtalya Yarımadası ve şehir devletleri ona güçlü bir arşiv bırakır. Eldeki verileri çok iyi işleyen Ricci, Türklerin beklenilen ve istenilen taraf olduğu tasavvuruna gerçeklik katar. Düşman, beklenen olur mu bilinmez ama Ricci’nin anlattıklarından ortaya çıkan tablo Osmanlı’nın kabus olmadığını kanıtlar.

Karşılıklı bir cepheleşmenin olduğu uzun yıllarını savaşarak geçiren, Doğu- Batı kutuplaşmasının taraflarının öne sürülen tezlerin çürümesine neden olacak faaliyetlerde bulunduğunu da unutmayan Ricci, askeri gücü hamaset ve kibirle gösteren Osmanlı fikirlerini ve hümanist söylemlerle medeni açıdan üstünlük kisvesine giren Batılı elitlerin üst perdeden gelen görüşlerini pek dikkate almaz. Bu nedenle tarihi verileri olduğu gibi ortaya koyan Ricci, anlatım tarzıyla deyim yerindeyse ipleri okurun eline verir. Zira Osmanlı’yla anlaşan Fransa ve İtalyan şehir devletlerinin bu tutumu tarihsel olarak doğru veya yanlış olabilir. Dinin her yönüyle ön planda olduğu bir dünyada Hıristiyan- Müslüman dostluğu ve papanın Osmanlı beklentisi ihanetin çerçevesi içine girebilir. Ama ihanet ya da sadakatten ziyade olayların devletleri ve insanları getirdiği yer önemlidir. Herhangi bir etiket kullanmadan yapılan sunum bu nedenle önemlidir. Zira, Ricci’nin hainin ve sadığın peşine düşmeden tarihçinin hakikate ulaşma ödevini yerine getirme kaygısıyla hareket ettiği savunulabilir. Yani kısaca okur doğruyu ve yanlışı nesnel bir biçimde değerlendirme edimine okudukça sahip olur.

Eser kabaca böyle bir tablo sunmuş olsa da özele inildiğinde daha spesifik konuların olduğu görülür. Yirmi iki başlıkta incelenen konular fazlasıyla ilgi çekicidir. Her bir başlık ayrı bir makalenin içeriğini oluşturacak derecede teferruatlıdır. Konu içerisindeki ayrı ayrı numaralandırmanın yapılması ele alınan başlığın ne derecede farklı kapsamlarda değerlendirilebileceğinin kanıtıdır. Her bir başlığın zengin bir kaynakçadan beslendiği aşikardır.

Ricci İtalyan şehir devletlerinin yazılı materyallerini gayet iyi takip eder. Böylesine güçlü bir arşive rağmen tarih tasarımında çoğu zaman direkt alıntı yapmaktan kaçınır. Tarihsel kurgu manasında dozajı fazla kaçırmadan yorumunu ziyadesiyle iyi verir. Bazen siyasi tarih ve İtalyan şehir devletleri arasındaki ayrıntılı ilişkilerin anlatılması esnasında kantarın topuzu biraz kaçsa da kendi cephesi içerisinde düşünüldüğünde, yazarın bu tavrı kabul edilebilir. Esasında bu tarihsel söylemin siyasi birlikten uzak İtalya’nın yapısıyla ilgili olduğu bile düşünülebilir.

İtalya’nın siyasi yapısı kadar önemli olan bir olgu da İtalyan diplomasisidir. Papalıktan feyz alan İtalyan şehir devletleri üst düzey bir diplomasi yürütür. Güçlü devletler arasında filler arasında ezilen çim durumuna gelmek istemeyen devletlerin güçlüye dair siyasi tavırları diplomasiye ders olacak kadar başarılıdır. Aslında bu politik hareketlerin 4. Haçlı Seferi öncesi Lukas Notaras’ın söylediği “Konstantinopolis'te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim" sözüne gönderme olacak şekilde bir tavır olduğu görülmektedir. Benzer şekillerde Fransa’nın yanında Osmanlı tarafına geçen, ticari ilişkilerini önceleyen, hasım şehir devletine karşı güç elde etmek isteyen küçük feodaller Osmanlı tarafına geçmek ister. Ricci, bu manada bilinmeyenleri ortaya çıkarır. Hatta öyle ki Notaras’ın söylediği sözü gölgede bırakacak sözler okura ulaşır. Misal, 1508 yılında asılan bir isyancı “Rahiplerin yönetiminden ziyade Türklerin yönetimi iyidir” der. Yine Agnostino Vespucci (Floransalı Katip) 1501’de Machiavelli’ye yazdığı bir mektupta “Türklerin gerekli olduğunu” söyler. Eser bu açıdan Türk korkusundan ziyade Kilise korkusunun daha baskın olduğunu kanıtlar.

Her şeyden öte Türk tarihine olan bilinen bakış açısının tersini görmek açısından eserin önemli bir işlevi vardır. Aslında Türk tarih anlatısında karşı tarafa ilişkin tespitler çok azdır. Araştırmacılarımız düşman cephesinin içinde gezmeden, Türk’e Türk’ü anlatır. Ama Ricci, tüm yönleriyle karşı taraftan sözü alır. Bu nedenle tarihimizin iki kutuplu anlatısı birbirini tamamlamış olur. Misal Cem- 2. Bayezid çekişmesinin akisleri eserde bulunabilir. Bir anlaşılıp bir savaşılan Venedik’in siyasi oyunları fark edilir. Kanuni devrinde Fransa- Osmanlı birlikteliğini ortaya çıkaran etmenlerin geri planı anlaşılır. Bütün bunlar hakkında İtalyan şehir devletleri eşine az rastlanır tüyoları verir.

Eser en kıymetli tezini son bölümünde verir. Aslında bu tip bir eserde bu şekilde bir tezin ortaya çıkması şaşırtıcıdır. Ricci, Huntington’ın meşhur medeniyetler çatışması tezinin tarihi açıdan sağlam olmadığını öne sürer. Zira eserinde ortaya çıkan gerçekler, dini ve kültürel açıdan cepheleşen Doğu ve Batı’nın tam tersine hareket ettiği lehinedir. Ricci’nin incelediği 15 ve 16. yüzyıllarda din; tam manasıyla çatışma için bayrağı altına girilecek bir olgu değildir. Ayrıca bölgesel etkinlik açısından Akdeniz, çatışma teorisine güçlü bir karşıt alternatif oluşturmaktadır. İlerleyen satırlarda Akdeniz’in kaynaştırıcı yönünü vurgulayan yazarın görüşü ciddi manada çarpıcıdır. Akdeniz’i hep bölen hem birleştiren bir deniz olarak vurgulayan Ricci’nin sözleri eserinin özeti verirken, Huntington’ın yanılgısını gösterir mahiyettedir: “ Medeniyetler çatışmasını çoğunlukla savaşa odaklı olmasından değil de keskin sınırları çizdiği için eleştirdik. Topladığımız hikayelerin kendileri de bir çatışma hikayesidir ancak Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki kesin ayrıma saygı duymaktan ziyade bu hikayeler daha karmaşık ittifakları ve karışıklıkları çıkarır.”
Yanıtla
5
0
Destekliyorum  2
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Baş ucunuzdan ayıramayacağınız bir set...
Masal dinleyerek büyüsek de bugün onların bir bölümünün pedagojik olarak çocuklara uygun olduğunu söylemek imkânsız. Doğu ve Batı masallarının en bilinenlerinin yer aldığı "Resimli Baş Ucu Masallarım" serisi, dinleyerek büyüdüğümüz masallardan oluşuyor. Ancak masalların bizim çocukluğumuzdaki yazınına göre gözden geçirilmiş “çocuğa görelik” kriterine göre seçilmiş olduğunu söylemekte fayda var.

Alaaddin’in Sihirli Lambası’ndan Rapunzel’e Çirkin Ördek Yavrusu’ndan Kırmızı Başlıklı Kız’a kadar en bilinen anlatıların yanı sıra Zencefilli Kurabiye Adam, Rumpelstiltskin ya da Kralın Yeni Giysisi gibi mizah yönü olan eğlenceli anlatıları da bir sette bulabiliyorsunuz. Peşine herkesi takıp sonunda bir tilkiye yakalanan Zencefilli Kurabiye Adam’ı yıllar sonra tekrar okumak beni gülümsetti.

Küçük yaş grubuna yönelik kitaplarda metinlerin az görsellerin yoğun olması gerektiğini düşünecek olursak masalların bol resim kullanılması çocuklar için kitapları daha cazip hâle getirdiği kanaatindeyim. Haylaz Keloğlan’ın diğerlerinin arasında olmayışına üzülsem de seri hitap ettiği yaş grubuna uygun eğlenceli bir seçki olmuş.

Anne sesinin eşlik ettiği bir masalın yerini ne doldurabilir ki? İnsanı uykuya yolcu eden o son cümlelerin ne olduğuysa oldukça önemlidir tabii.
Yanıtla
23
4
Destekliyorum  6
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
19 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Tarih Tekerrür Eder Derler..
Tarihsel olaylar bir milletin geçmişten günümüze ne gibi süreçlerden geçtiğinin izleridir. Milletler bu olaylar zincirini irdeleyerek çevresel faktörleri de dikkate alarak kendi yollarını belirlemeye çalışırlar."Zeytindağı" Osmanlı İmparatorluğu'nun son evrelerini ve Birinci Dünya Savaşı'nın karmaşası içinde Ortadoğu'daki güç savaşlarında topraklarını yitirmesinin canlı tanığı olan yazarından okuduğumuz önemli bir kitap.

"Tenha çöllerde Türklerin savaşını görmeyenler Türklerin kahraman olduğunu nasıl anlayabilir?...Irak, Çanakkale, Kafkasya, Galiçya ve Romanya cephelerinde her mevsime, her düşmana ve her iklime karşı savaşan bu cesur adamlar Herkül'ün on iki imtihanını verdiler."(s.158) Bu nedenle aile geçmişinizi sorguladığınızda bu topraklarda savaşmış bir büyüğümüze mutlaka rastlarız.

Günümüzde de aynı coğrafyada meydana gelen olaylar "Zeytindağı"nda Falih Rıfkı'nın anlattıklarından pek farklı değil. Kitabı önemli kılanda bu bence. Bu nedenle okunmasını özellikle öneriyorum.

Yanıtla
9
0
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
18 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Çakırdikeni adamın bacağını köpek gibi kapar. İşte o tarlada çift sürerim. Abdi Ağa beni her gün döve döve öldürür. Dün sabahleyin gene dövdü beni. Her yanım döküldü. Ben de kaçtım oradan...
İnce Memed dönemin toplumsal hareketlerini ve baskı mekanizmalarını tartışabilmek açısından en zengin kaynaklardan biridir. Eğitimsizliğin ve ekonomik yetersizliğin betimlenmesi, bölgenin kültürel gerçekliğini önemli ölçüde ortaya koymaktadır. Zamanın köy insanı yaşadığı köyü bütün dünyaya kapalı bir ülke gibi görüp, köyün ağasını dünyanın sahibi gibi düşünür, korkardı. Ne de olsa köy küçük, sohbet edebildiğin üç beş insan da yine aynı dar kültüre maruz kalmış. Gazete, dergi, televizyon hak getire... Ufkunu genişletebileceğin bir örnek olmamasının yanı sıra, kendini gerçekleştirebileceğin bir ortam da yoktur. Hal böyle olunca cehalete karşı çaresizlik diz boyudur. Yani uyanık, bencil ve zengin toprak ağasının eziyeti için tüm koşullar müsaittir.

Dikenlidüzü köyünde yaşayan Memed, uzun süre Abdi Ağa’nın zulmüne maruz kalır. Dayanamayarak köyden kaçar ve dağlara sığınarak eşkıya olur. İşte Memed ne zaman köyden kaçar dağları evi sayar, o zaman düşünür taşınır hakkını savunmanın yollarını arar. Efsaneleşeceği savaşlar açar. Bu savaşta sadece silahını kullanmaz, aslında en büyük savunma şekli cehalete karşı kullandığı ince zekasıdır. Gel zaman git zaman, Memed'in derdi dağları aşar ve çok şeyler yaşanır. Küçük yerde haberler iyisiyle kötüsüyle çabucak yayılır. Memed de bir halk kahramanı gibi yaptığı hamlelerle köylünün gözünü iyiden iyiye açmaya başlar. İnce Memed, destanlaşan bir eşkıyadır. Cesur, zeki ve adaletli bir karakterdir. Dolayısıyla okuyucuya güçlü ve zalimin karşısında pes edilmemesi gerektiğini, haklarını önünde sonunda alabileceklerini güdüler.

Yaşar Kemal’in tasvirleri, akıcı ve yalın dili, güçlü karakterleri ve karakterler arasındaki diyaloglar fazlasıyla samimidir. O kadar bizden, evimizden, mahallemizdendir ki özellikle köylüler iyi, saf, temiz kalpli, emeği sömürülen insanların yoksulluğu ve çaresizliği tüm gerçekliği ile aktarılır. Diğer yandan da zamanla ilerleme kaydederek ve yine de çekinerek, yavaş yavaş ağaya başkaldırmaya, hakkını istemeye yani bir nevi gözlerini açmaya başlayan köylüyü gözler önüne serer.

İnce Memed, toplumsal alanda yaşanan adaletsizliklerden, eşitsizliklerden, törelerden beslenmekte ve aynı zamanda bu durumların nasıl üstesinden gelinebileceğine dair efsanevi bir karakter sunmaktadır. Çaresizliğe karşı en büyük çarenin özgür irade ve boyun eğmeme olduğunu anlatır. Romanda konuşmaların doğallığı, yöreyi anlatırken yapılan coğrafi betimlemeler günlük Türk kültürünü naklen aktarır. Bence zamanla dönüp tekrar okunacak kadar keyifli ve dokunaklı bir seridir. Bizleri okuyucu tarafımızdan tutup, gerçekliğin merkezine bir zaman makinesindeymişçesine yaşattıran Yaşar Kemal'e saygılarımla...
Yanıtla
8
0
Destekliyorum 
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
17 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
"Osmanlı Dönemi Kırım Hanlığı" Konusunda Önemli Bir Başvuru Kaynağı...
Kıymetli okurlara yorumu sunmadan önce, yorumlama maksadıyla ele almış olduğumuz kitabın yazarını kısaca tanımakta fayda görüyorum: Vasiliy Dmitriyeviç Smirnov, 1846 yılında Astarhan’ın “Biryuçaya Kosa” köyünde dünyaya geldi. Babasının Ortodoks bir din adamı olması, onu Astarhan ve Perm’deki ruhban okullarına, ardından 1865’te Petersburg Ruhban Akademisi’nde yüksek teoloji eğitimi almaya yöneltti. Kısa bir zaman sonra, Petersburg Üniversitesi’nde Doğu Dilleri Fakültesi’nde öğrenim görmeye başladı. 1871 yılında Arap, Fars ve Türk dilleri bölümlerinden mezun olarak eğitimini tamamladı. Ayrıca, doğduğu bölgede Türkçe konuşan insanların yoğunluklu olması, onun Türkoloji çalışmalarına yatkınlığının önemli bir tesiriydi. Parlak bir akademik kariyere sahipti. Çağdaşları tarafından önemli bir Osmanlı Tarihçisi ve Türkolog olarak anıldı. Smirnov, 25 Mayıs 1922 tarihinde Petersburg’da öldü.

Ele almış olduğumuz bu eser, Smirnov’un 1887 yılında tamamladığı “XVIII. Yüzyılın Başına Kadar Osmanlı Hakimiyetinde Kırım Hanlığı” adlı çalışmasıdır. Ahsen Batur’un çevirisiyle 2016 yılında dilimize kazandırılmıştır. Smirnov’un bu eseri, okurların Kırım Hanlığı hakkında ilgi gösterdiği başvuru kitaplarından biri olarak listelerde yer alır. Görüntü itibariyle epey hacimli olan bu eser, aynı hacmi içeriğinde de sunuyor. Nitekim Kırım Hanlığının oluşum sürecinden başlayarak Osmanlı idaresine geçişi ve ardından Rusya tarafından ilhak edilişine kadar olan dönemi ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Yazıldığı dönem itibarıyla, bu konu üzerine Ruşça dilinde kaleme alınan en kapsamlı eser olması, bu çalışmayı literatürde de ayrıca değerli kılıyor. Kırım bölgesinin genel özelliklerinin tanıtıldığı bir giriş bölümü ile Kırım bölgesinin tarihsel gelişimine de geniş bir girizgah yapıldığı görülmektedir. Böylelikle okuyucunun hafızasına Kırım’ın genel bir tasviri yerleştirilmiş oluyor. Eserin ilk bölümüne gelindiğinde, Türk halklarının Kırım’a geliş süreci ile Kırım’da bir hanlığın kurulmasına kadar olan süreç derinlikli bir şekilde ele alınıyor. Hatta Kırım sözcüğünün kökeni meselesine de bu bölümde değinildiği görülmektedir. Bu bölümde Smirnov, “(…) Ancak tarihi-coğrafya sahasında onların da sahip oldukları bilgiler muğlaklık açısından diğerlerinden farklı değildir. Yine de Osmanlı Türklerinin verdikleri bilgileri küçümseyemeyiz. Eğer muahhar Türk tarihçi ve coğrafyacıları kendi zamanlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vassalı durumundaki Kırım Hanlığının toprak mesahası hakkında tam bir malumata sahip değilseler, kendilerinden önce bu topraklarda bulunan ve burada yaşayan Tatarlarla tanışan Selçukluların çok fazla bir şey bilmemelerine şaşılacak bir şey yoktur.” (s.60) ifadesiyle dönemin Osmanlı tarihçilerine bir tenkitte bulunuyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde ise, Hanlığın kuruluşunun ardından yaşanan iç bunalımlar ve çevresiyle kurulan siyasi temaslarına da değiniyor. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğu ile olan temaslarını iyi bir şekilde işliyor. Böylelikle Hanlığın Osmanlı İmparatorluğu ile arasındaki ilişkilerin olumlu ve olumsuz taraflarını iki ayrı pencereden yansıttığı anlaşılmaktadır. Kırım’da bulunan siyasi oluşumların akıbetinin tamamıyla Konstantinopolis’teki gelişmelere bağlı olduğu vurgusu, Kırım’ın Osmanlı İmparatorluğu ile kurduğu temasların derinliğini açık bir şekilde aktarmaktadır. Konstantinopolis’te yaşanan siyasi değişimlerin yankılarının aynı şiddetle Kırım’da hissedildiği anlaşılıyor. Esas itibariyle Kırım’ın varlığı boyunca yaşanan sarsıntılı siyasi atmosfer, bağımsızlığının önündeki en büyük engeldi. Nitekim bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bölge hakimiyetinin zayıflaması ve aynı süreçte Rusya’nın Kırım’ı kontrol etmek amacıyla baskılarını artırmaya başladığı o yoğun dönemi, zamanın tarihçilerinin değerlendirmelerine de yer vererek okuyucunun zihninde bütün ayrıntılarıyla resmediyor. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında Kırım’ın kontrolü üzerine bir dizi savaş yaşanmaya başladı. 1774’te, Osmanlı İmparatorluğu ile Ruslar arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım’ı tamamen Rus etkisine bırakmasını önceliyordu. Bu antlaşma, Kırım’ın Osmanlı idaresinden çıkışında önemli bir dönemeç olarak görülüyordu. Smirnov’a göre, Kırım meselesi baştan beri Şahin Giray’ın hatalarından kaynaklanıyordu ve yerli halkın ona karşı takınmış olduğu olumsuz tavır da bu süreci hızlandıran en kritik nedendi. Eserin son bölümünde de Kırım’ın Rus kontrolü altına giriş sürecini ele almasının ardından Giray ailesinin akıbetine yer vererek cümlelerine son veriyor.

Eserin dili, okuma süreci boyunca keyif veren bir akıcılığa sahipti. Ayrıca bölümler arasında verilen Kırım ve Kırım Hanlarının görselleri de eserin zenginliğine zenginlik katıyor. Hacmine rağmen verilen her detay ile kaliteli bir okuma konforu sunuyor. İncelemeyi bahane ile, bu kitabın çevirisini üstlenerek kitaplığımıza katkı veren değerli Ahsen Batur’u minnet ve rahmetle anıyor; bir teşekkür ve tebriği de eseri yayınlama ve bizlere ulaştırma yükünü omuzlayan Selenge Yayınları’na sunuyorum. Daha nicelerini yayınlaması dilekleriyle…
Yanıtla
2
0
Destekliyorum 
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
17 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Toros’ta Her Çalı Bir İnce Memed Olmuştur...
Yaşar Kemal, "İnce Memed" serisinin bu üçüncü kitabında destansı anlatımını devam ettiriyor. İnce Memed’in, ikinci cildin sonunda Ali Safa Bey’i öldürmesinin ardından bu ciltteki olayların akışı başlıyor. Bu ciltte şöyle bir farklılık var: Okur olarak İnce Memed’i kitabın neredeyse yarısına kadar görmüyoruz. Bu bir taraftan avantajken diğer taraftan bir dezavantaja dönüşüyor. Şöyle avantaj: Diğer ana karakterlerin hikâyesine daha çok değiniliyor ve daha derinlemesine inceleniyor o karakterler. Mesela romanın belki de ikinci önemli karakteri Murtaza Ağa’yı daha yakından tanıyoruz ki Murtaza Ağa’lı bölümleri oldukça ilgi çekici yazmış yazar. Şöyle diyor sanki Yaşar Kemal: Ben sadece bir karakter üzerine bir roman inşa etmedim, irili ufaklı rolleri olan karakterlerle bir destan inşa ettim. Dezavantaj ise şu bu durumla ilgili: Doğal olarak İnce Memed’li kısımlar daha merak ettirici ve daha akıcı oluyor. İnce Memed’in olmadığı kısımlar biraz daha durağan diyebiliriz. Öyle ki ben ilk yüz sayfayı çok zorlanarak okudum. Yüzüncü sayfadan sonra akıp gitti roman.

Okurlar arasında şöyle bir inanış var: “İnce Memed sadece ilk cilttir, diğerleri zorlamadır. Serinin kalitesi her ciltte biraz daha düşmüştür.” Ben bu inanışa çok katılmıyorum. Evet, ilk cilt çok iyiydi ama en azından bu üçüncü ciltte Yaşar Kemal ustalığını daha iyi konuşturmuş. Sadece merak unsurunu işe koşmamış aynı zamanda toplumsal bir roman yazmış Kemal. Hatta en çok bu ciltte yazarın dünya hakkındaki, adalet hakkındaki fikirlerini görüyoruz. Sadece fikirlerini karakterlere söyleterek okura yansıtmamış, onların davranışlarını da bu yönde oluşturmuş. İyiyle kötüyü, adaletle adaletsizliği, insanların çıkar için ne kadar alçalabileceğini net görüyoruz okur olarak.

Okur olarak şöyle bir sıkılganlığım oldu. Roman diğer iki cilde göre çok uzun. Yani Yaşar Kemal 629 sayfayı daha kısaltabilirdi. Bu biraz yoruyor okuru. Dördüncü cilt daha da uzun. Bu ciltler daha kısa olabilirdi. O zaman bence daha vurucu olurdu.

Ben birçoklarının aksine Yaşar Kemal’i Türkiye’nin en iyi romancısı olarak görmüyorum. Çok satmak en iyi olmak anlamına gelmiyor. Ama bu onun romanlarının niteliğine gölge düşürmez. Yaşar Kemal İnce Memed’i en iyi romanı olarak görmese de en bilinen romanı. Bu bilinirliği de hak ediyor bence.

Yanıtla
3
2
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
16 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Bir Imparatorluğun Çöküşü
Yazarımız Falih Rıfkı Atay'ın kendi yaşamını konu aldığı "Zeytindağı" Osmanlı Devleti'nin son döneminde, subay göreviyle Cemal Paşa’nın karargahına yani Zeytindağı’na gitmesiyle anılarına başlar. Burada yaşamış olduğu olaylar ile Cumhuriyetin ilk dönemini, Osmanlı Devleti'nin nasıl birkaç kişinin elinde kukla olduğunu okuyucularına süper bir dille aktarır.

Yazarımız Zeytindağı'nda Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa'yı da anılarına katarak, onların tavırlarıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında düşüncelerini gözden geçirir.

Falih Rıfkı, Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları olaylar ile bir dönem İmparatorluk olan Osmanlı Devleti yok olmaktadır.

Kitapta o dönem o kadar güzel anlatılıyor ki... Örneğin; Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı. (s. 84)

“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.” Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu.(s. 117)

Filistin topraklarının daha önceden alınmak istendiğinin kanıtı olan ve "100 Temel Eser" olarak bilinen bu eseri herkesin okumasını tavsiye ederim...

Şimdiden keyifli okumalar...
Yanıtla
11
0
Destekliyorum  5
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
16 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Hayallerinin peşinde olanlar...
"Fareler ve İnsanlar", yazıldığı dönemin ruhunu iyi yansıtan bir novella. Dönemin şartları, siyasi ruhu, kültürel ve sosyolojik çerçevesi arka planda başarılı işlenmiş. Bu başarının sırrı ise yazar Steinbeck'in 1930'lu yıllarda baş gösteren "Büyük Buhran" dönemini acı bir şekilde tecrübe etmesi.

Kitap, George ve Lennie adlı iki ana karakteriyle yol almaya başlıyor. George zayıf, çelimsiz ama zeki olan. Lennie ise kontrolsüz bir güce sahip ancak fevkalade akılsız. Bu iki yoldaşı bir arada tutan ise birbirlerine olan bağlılıkları. George'un zekiliği, Lennie'nin güçlü oluşu birbirlerini tamamlamaya yetiyor. Böylece daha rahat iş bulabiliyorlar fakat Lennie'nin kontrolsüz gücü çoğu zaman başlarına ciddi işler açıyor. Ve sürekli kaçmak zorunda kalıyorlar. Yalnızlık ve çaresizlikle sınanan bu ikili oldukça masum bir hayal peşinde. Kendilerine ait ufak bir toprak parçasına sahip olmak ve kimsenin boyunduruğu altında olmadan mutlu mesut yaşamak. Bu nedenle çalışmak zorundalar. Çalışmak için gittikleri son çiftlik onlar için bir nevi son durak. Ancak makus talih peşlerini bırakmıyor.

Yazarın simgesel anlatısı çok başarılı. Döneme dair ne varsa karakterleri üzerinden işlemiş. Toplumun üst ve alt tabaka olarak sınıflandırılmasını "Fareler ve İnsanlar" olarak simgelemiş. "Fareler" ezilen ve hor görülen kesim iken, "İnsanlar" kaymak tabakanın kişileri. Yazar bu başlıkla güzel bir ironiye imza atmış. Ayrıca ırkçılık, kadının metalaştırılması, gücün "zayıfın" üzerinde test edilmesi gibi bir takım göndermeler de kitabın gücünü sağlamlaştırmış.

Kısa ama etkili bir hikaye. Hedefi 12'den vuruyor.

İyi okumalar...
Yanıtla
14
0
Destekliyorum  6
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
15 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
İlk Adım Rehberi
Vejetaryenlik herkesin sık sık duyduğu ama üzerine düşmediği bir kavram. Alışkanlıklar ve öğretiler bir araya geldiğinde, kültürümüzün bir parçası halini almış hayvan yemek nasıl bu anlatılanlar kadar korkunç olabilir ki diyerek gerçekleri göz ardı ederiz. Bu beynimizin konfor alanından çıkmamak için verdiği otomatik bir tepkidir aslında. İki saniye kulağımıza çalınan bilgiyi irdeleyip ardındaki gerçekleri görmeyi reddederiz. Ama bir kez kurcalamaya başladığımızda ise bir daha görmemezlik edemeyiz. Gerçekler o kadar çarpıcıdır ki bildiğimizi sandığımız çoğu şeyin aslında gözümüze indirilen kapitalist perdeler olduğunu fark ederiz. Her koşulda ve türde eşitliğe inanıyorsanız, bu kavramın gerçek olabilmesi için atabileceğiniz en sağlam adım vejetaryenlikten başlar.

Bu kitap, vejetaryenliğin en temelinden ne olduğunu, nasıl geliştiğini ve bize neler kattığını anlamamız için sunulan, güzel bir başlangıç. Yazarın konuyu ele alış biçimi yeni vejetaryenler veya bu konuda araştırma yapıp bilgi kazanmak isteyenler için öğretici bir ders niteliği taşıyor. Türcülüğün yarattığı dehşet ve etik açıdan oluşan yıkımın yanı sıra hayvancılığın çevreye verdiği çarpıcı zararın etkisini de göz önünde bulundurmanızı sağlıyor. Ve üstelik et yememenin dışında, yapılan deneylerle verilen acıların da bahsedildiği çok yönlü bir eser. Naveganlardan sıklıkla duyabileceğiniz bir cümle olan (aksi kanıtlar birçok makalede ve araştırmada yer alsa da) “Et yemezseniz protein alamazsınız” tezini de ayrıntılı bir şekilde tüm beslenme biçimlerini açıklarken rahatlıkla çürütüyor.

Çevrenizde konuyla ilgili soru işaretleri olan tanıdıklarınıza geniş bir açıdan bakabilmeleri adına önerebileceğiniz bir ilk adım rehberi denilebilir. Yine de bence bu kadar derin ve sancılı bir konuyla ilgili başka kaynaklardan da mutlaka yararlanılmalı.
Yanıtla
4
0
Destekliyorum 
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
15 Ocak 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Sadece Parşömenler değil, insanlar da yakıldı.
Öncesinde şunu söylemek isterim ki kitabın beklentimi karşıladığını ifade etmem bu hacimdeki bir çalışma için biraz fazla olacaktır. Yahudiler çoğunlukla diasporada olduklarından ve birçok kültürün içerisinde ve onların tarihlerinde yer aldıklarından incelemesi de elbette kolay olmamaktadır. Bu noktada kitap fazla ayrıntıya takılıp, bütünden uzak ve olayların siyasi ve dinsel boyutunu dışlayarak bir bilgi aktarımı yapmış.

Yazar Yahudi tarihini, Alman ve Avusturya Yahudileri üzerinden Orta Çağ ve Yeni Çağ ile sınırlamış. Yine kültürel yapılarını da İspanya ve Doğu Avrupa, Alman ve Avusturya Yahudiliği ( Hasidizm, Haskala) üzerinden değerlendirmiş.

Kitabın ağırlıklı konusu yan anlamlarda Yahudi karşıtlığına tepki, tabi bu benim tespitim, eminim ki bir başka okuyucu farklı tespitler yapacaktır.

Kitabın içerdiği konulara ana başlıklar üzerinden bakarsak; Yahudi karşıtlığının ön koşulları ve Mısır'dan sürgün sureci kitabın ilk on iki sayfasında kısaca değinilmiş. Daha sonraki sayfalarda ise Kitap-i Mukaddes sonrası Yahudiliğin ortaya çıkışı, Yahudilik ve Helenizm etkileşimleri, antik dünyadaki Yahudi karşıtlığı, Orta Çağ'daki Yahudilik ve Yahudi karşıtlığı ve onlara yapılan suçlamalar, Orta Çağ'daki Yahudiliğin konumu, saray Yahudileri ve dönemi, çok kısaca Batı'daki Sabataycılık, 19. yüzyıldaki Antisemitizm ve kısa da olsa Siyonizm.

Benim açımdan kitaptaki en anlamlı cümle; "Sadece parşömenler değil, insanlar da yakıldı, ancak Yahudilerin yaşam enerjisi, dini ve kültürü yok olmadı." "Yahudilik, holokosttan sonra bile dünya üzerinde yüzyıllar boyunca süren yaşam gücünü göstermişti"( s.135)

Şu da bir gerçek ki, bu kadar zulme uğramış bir topluluğun, günümüzde başka bir topluluğa zulüm yapması da üzerinde düşünülecek bir konu.
Yanıtla
6
0
Destekliyorum 
Bildir
Yanıtları Göster