Varlık mı yokluğu var etmiştir, yokluk mu varlığı?
Çoğumuz içinde bir tutam tarih olan kitapları biliriz ve severiz. Okuduğumuz o bazı destansı ve dramatik romanları. Çünkü iyi bir anlatıcının kaleminde bizi alıp götürecek, hüzünlendirecek, kalbimizi alacaklardır. Ve bu kitapları severiz çünkü kırık kalplerimizi tekrar onaracaklarını biliriz. Özellikle konu aile, öfkeli ebeveynler olduğunda hikayenin neresinde olursa olsun insanlık için farklı ruhlarda, farklı şekillerde yöneltilen ama aynı üzüntüyü, eksikliği, kalp kırıklığını hissettiren bu dramlarda paylaştığımız inceliklerin anlatılıp, dikkat çekildiğini görmekten mutlu olacağımızı biliriz. Kitapta anlatılan Canfeda Konağı’nın ve onun hayali sakinlerinin özünde güzel, ilham verici, yürek parçalayıcı, düşündürücü ve bütününde büyüleyici hikayelerinin anlatıldığı, Gece Açan Çiçekler gibi. Konağa hapsolmuş, yalnızlığa terk edilmiş, Halide. Yıllarca konaktan uzakta hayatlar süren kardeşler Cihangir, Zeliha ve Nihal, annelerinin ölümünün ardından, konağın satışı için son kez bir araya geleceklerdir. Bir yandan uzun yıllar öncesinde kalan bir aşk, Derviş Ali ile Handan’ın hikâyesi. Yüz yılı aşan bir uzaklıkta, Osmanlı zindanlarında, ölümünü bekleyen, saf aşkının peşinde derbeder olan, Derviş Ali. İki ayrı dönem aynı sonda buluşuyor kitapta. Tarihi kurguyu seviyorsanız, bence siz de kitabı seveceksiniz. Ne unutulmaz alıntılar, ne de yoğun olaylar, dikkatimizi çeken sadece bunlar değil, aslında sadece gerçek bir hayat var. Gerçek bir duygu…
"Hayatın kaçınılmaz yolculukları vardır; siz yola çıkmayı reddetseniz de kandırmacalarla erteleseniz de o yol gelip kalbinizin ortasına yerleşir."
Kitabın epigrafinde yazdığı gibi “Bir gece ne kadar uzun olursa olsun, karanlığı sonuna kadar sürmez.” Kaygıları, gelenekleri ve can sıkıntılarıyla dolu yaşanmışlıklar ve fikirlerin pişmanlıkla gözyaşlarına dönüşümü insanları derinden yaralar. Bazı yazarların kalemini, kurgusunu ve hikayede anlatmak istedikleri duygu çeşitliliğini çok seviyorum. Tarık Tufan’ın okuduğum dördüncü kitabı ve her birinde kaleminin gücüne hayran kalıyorum. Kitabın ismi de içinde anlatılan hikaye kadar anlamlı ve özel. Gece açan çiçekler, açıldıkları vakitte sadece görsel şölen sunmakla kalmazlar, aynı zamanda derin sembolik anlamlar ve tüm şeffaflıklarıyla doğaya dönüşümlerini sunar, geceye kendilerini pirüpak bırakırlar. İsmi kapağı gibi güzel, kapağı içeriği gibi göz kamaştıran bir hikaye.
“Edebiyatın bir vazifesi de ruhlarımıza teselli vermek değil midir?”
Yazar, Gece Açan Çiçekler’de kadını, aileyi, kardeşi, aşkı, anneliğin yükünü ve kuşaksal travmanın kendisini yıllar içinde nasıl çeşitli şekillerde gösterebileceğini kaleme almış. Çok etkileyici ve özlü bir anlatım. Öyle ki hikayedeki birçok satır üzerine bir süre düşündürecek fazla anlam var. Kitap bittiğinde de bu anlamlı satırların uzun süre akılda kalacağını düşünüyorum. Bazı satırlarda Tarık Tufan’ın yazım tarzının bilgeliği de beni büyüledi. Özellikle Halide’nin anlatımındaki bazı cümleler yüreğime işledi, boğazımı düğümledi. Ayrıca Sultan 2. Abdülhamid döneminin saray baş ressamı Fausto Zonaro ile Derviş Ali’nin dostluğunu gerçek bir dönemle kurgulanması, Zonaro’nun tablosunu araştırma merakına kapılmam ve gördüğüm resme, döneme dair okuduğum bilgilerin referans olması, bu etkileyici kurgunun gerçek bir tarihle karşılık bulmasını sevdim. Tarık Tufan’ı okuduğum kitapları kadarıyla anladım ki bir hikayeyi nasıl unutulmaz kılacağını biliyor ve konusunun her yönünü kullanıyor. Her iki hikaye de dramatik ama zıt şekillerde, geçmiş ve şimdiki zaman sürekli olarak birbirini tamamlıyor. Yazar tarihsel bir kurgu kaleme almış olsa da üslubunun samimiyeti ve betimlediği yüksek diksiyon sayesinde, tarihi kişilerin gerçekliği konusunda şüpheye mahal vermiyor.