Her ne kadar ‘Alisiz Alevîlik’ çalışmalarıyla İslam’ın dışına çekilmeye, gösterilmeye çalışılsa da; Alevîlik İslam’dır. Alevîlik, Türk-İslam tarihinin bir parçası olduğu kadar, günümüzün önemli bir sosyal gerçekliğidir de.
Bu eser, bilimsel yöntemlere bağlı kalmakla birlikte akademik üslup ve yoğunluğu hafifleterek Alevîliğin tarihsel ve kültürel boyutlarını ana hatlarıyla ortaya koymak üzere kaleme alınmıştır. İki bölümden oluşan çalışmanın 1. bölümünde Alevîliğin tarihsel boyutu başlangıçtan günümüze kadar gelen seyri; 2. bölüm ise Alevîliğin kültürel boyutlarına ayrılmış, burada inançlar, ibadetler ve erkan üzerinde durulmuştur. Okuyuculara Alevîlikle ilgili genel bir bilgi vermek amacıyla hazırlanan bir çalışmadır. (s.8)
Alevîliğin inanç dünyasını tasvir etmek, X. yy’dan günümüze kadar uzanan bir süreyi ve Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafî sahayı kapsaması ve daha birçok sebepten dolayı son derece güçtür.
Bu yapıya mensup kişiler ortak anlayışlar etrafında birleştikleri gibi, kimi zaman ve mekanlarda en temel konularda bile farklı anlayış ve düşüncelere sahip olabilmişlerdir.
Alevîlik ‘teolojik sebeplere’ dayalı olarak ortaya çıkan bir fırka olmadığı için arkasında zengin bir literatür bırakmamıştır. (s.69)
İnanç yönü öncelikle iman esasları yönünden ele alınmış, Alevilerin konuya yaklaşımları, yedi büyük alevî ozanından konu ile ilgili deyişler ve konu sonunda yapılan istatistikî sonuçlar okuyucuya sunulmuştur. Bu oransal çalışmada en dikkati çekeni ise günümüz alevî dedelerinin % 92’si Kur’an’da bazı ayetlerin eksik olduğunu belirtmeleridir. (s.115) Yazar, inanç esaslarından ‘Kaza ve kadere iman’ konusu üzerinde herhangi bir bilgilendirmeye yer vermemiştir.
ALEVÎLİK İLE ŞİİLİĞİN benzer ve farklı yönleri de şöyle ortaya konmaya çalışılmış:
*Şii öğretilerle karşılaşan ve bu propagandalara muhatap olan Alevîlik, Oniki imam anlayışını ile birlikte; Hz. Ali’nin ilk imam olarak benimsenip bunun kelime-i şehadete eklenmesi, ilk üç halife ile sahabeye olumlu gözle bakılmaması, on iki imam ve ondört masum kavramı, on ikinci imamın mehdi olarak benimsenmesi, Hz. Hüseyin’in şehadetinin yasının tutulması, tevella ve teberra, takiyye gibi birtakım inanç ve inanç unsurlarını bünyesine almıştır.
*Alevîlik Şia’dan söz konusu inanç ve inanç unsurlarını aynen almasına rağmen, içerik olarak farklı bir anlayış geliştirmiş, belirtilen hususlar aslî mahiyetinden çıkartılıp ya içi büyük ölçüde boş bırakılarak yahut bünyenin kendisine has yapısına adapte edilerek alınmıştır.
*Alevîlik, Şiilik açısından merkezî öneme sahip, Cafer es-Sadık’a gönderme yapmasına rağmen, gerek inanç esasları gerekse amelî hükümleri bakımından birkaç istisnai durum dışında bu mezheple uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır.
*Alevîliğin kültürel kaynaklarına bakıldığında, belirtilen kavramlara yer verildiği halde, Şiiliğin tevhid, adl, nübüvvet, imamet ve mead biçiminde beş madde halinde sıraladığı inanç esaslarının kabul edildiğini yahut bunlara ciddi oranda atıflar yapıldığını söylemek mümkün değildir. Aynı şekilde fıkhî yahut amelî bakımdan da söz konusu mezhepte bulunan sözgelimi, abdest alırken ayakların yıkanmayıp mesh edilmesi; namaz kılarken mühür adı verilen ve Kerbela toprağından yapılan bir taşın kullanılması; geçici nikahın (mut’a) kabul edilmesi gibi anlayışlara tesadüf edilmemektedir.
*Şia’nın imamet inancı doğrultusunda gelişen, ilk üç halife ile ashaba olumsuz bakma istikametindeki tutum, Alevîlikte de yer etmiştir. Nitekim kaynaklarda Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile ashabın ileri gelenlerine olumlu gönderme bulunmadığı gibi, ne geçmişte ne de günümüzde bu isimlerin çocuklara ad olarak konulduğuna da rastlanmaktadır.
*Şiilikte, gizlenmekte olan Mehdi’nin zuhur ettiğinde tevhide ve adalete dayalı bir yönetim kuracağı benimsenmişken, Alevîlikte bu istikamette bir anlayış söz konusu değildir.
*Şii temelli anlayışlar arasında Kerbela’nın yasını tutmak Alevîlikte son derece önemlidir. (s.126-129)
TASAVVUF İLE ALEVİLİĞİN ortak ve farklı yönleri de şöylece ortaya konmaya çalışılmış:
*Hem Alevîliğin hem de Bektaşîliğin tarikat özelliği taşıdıklarında, başka bir ifadeyle mistik yani tasavvufî niteliğe sahip olduklarında hiçbir şüphe yoktur.
*Her iki yapının geçmişe uzanan temelleri, İslam’ın inanç ve amelleriyle ilgili farklı anlayış ve yorumlara sahip tasavvufî oluşumlar, başka bir ifadeyle tarikat yapılanmalarıdır.
*İslam tasavvuf tarihinde tarikatların ‘adap-erkan’ anlayışı hem Alevîlikte hem de Bektaşîlikte mevcuttur. Yine bir yapının ‘tarikat’ olabilmesi için gerekli olan ‘adap-erkan’ın yürütüldüğü mekanın (tekke/dergah/zaviye) bulunması, her iki yapı için de söz konusudur.
*Gerek Alevîlik gerek Bektaşîlikte yine tarikatların ortak özelliklerinden olan ‘şeyh-mürid’, ‘pîr/dede-talip’ ilişkileri bağlamında geniş bilgiler yer almakta ve ‘hiyerarşi’ tamamen tasavvufî bir karakter taşımaktadır.
*Alevî ve Bektaşî büyüklerine ait vilayetnameler(menakıbname), tasavvuf geleneği içinde söz konusu uluların etrafında gelişen ve onların veliliğini teyit eden kerametlerle doludur.
*Alevî ve Bektaşî şiirlerinde pek çok tasavvufî kavrama yer verildiği gibi ‘yol’un tasavvuf yolu olduğu ifade eden deyişler de vardır.
Sonuç olarak Alevîlik gerek Kızılbaşlık gerekse Bektaşîlik olarak tasavvufî temel üzerine oturan bir yapıdır. Ancak onun ‘bağdaştırıcı’ ve ‘bâtınî’ yönleri, yaygın İslamî anlayıştaki tasavvufî yapılardan farklı olduğu için, onu inançları bakımından kısmen ayrı bir konuma getirmektedir. (s.131-133)
Tabi ki kitapta genel İslamî ibadetler(namaz, oruç, zekat, hac) konularında alevîlerin yaklaşımı, Alevîlikte adap-erkan konuları (cem, kırklar meclisi, muhasiplik erkanı ve düşkünlük erkanı gibi) da ele alınmıştır ki bunları da okuyucular ile kitabın buluşmasına bırakalım. Son söz olarak konu hassas olması nedeni ile herkesin bilgi sahibi olmak için okuması gereken bir kitap olduğunu ifade etmek isterim.