Toplam yorum: 3.253.599
Bu ayki yorum: 5.625
E-Dergi
SEREF Aydin Tarafından Yapılan Yorumlar
Enis Batur'un şiirlerini ilk kez okudum. Dikkatimi çeken en önemli özelliği şiirlerin nazımdan çok nesire daha yakın olmasıdır. Zaten Tuğralar isimli kitabın içinde küçük bir bölüm nesir yazılarına ayrılmış. Bu sözlerden şiirlerin güzel olmadığı anlamı da çıkartılmamalıdır. "Çok sevdim onları, diyor kaptan. Kumrular gibi değil insanlar gibi sevişiyorlardı. Tanrılar gibi." şiirdeki duygularla anlatılmak istenen belki kafiyeli ve ölçülü bir şiirde anlatılamaz. "Bir tabak tarhana koydu önüne, bir avuç maydanoz; parmaklarını tuttu, bileğini, kolunun içini öpüp kırdı, böldü ekmeği ve bekledi: Zaman hızla içine akıyordu. Bu seferi gövde sana birikti, dedi, duyulur duyulmaz bir sesle." sözlerinde anlatılan insan/yaradan yakınlaşmasının bundan daha güzel ifadesi olmaz sanırım. Bazı şiirlerini ise anlamadım desem yalan olmaz. Bunları tekrar tekrar okuyup anlatılmak istenen duyguları yakalamaya çalışıyorum.
Ümit Yaşar Oğuzcan, Türk Edebiyatının en güçlü şairlerinden birisidir bence. Ne yazık ki bizler insanlar öldükten sonra tanıyoruz, değerlerini anlıyoruz. Bir gün gazetelerde sene 1984 Ümit Yaşar Oğuzcan öldü diye bir haber okudum. Haberin altında kısacık bir şiir vardı. "Önce aynalar farkedecek yokluğumu, Sonra elbiselerim, ........ Sen farkettiğin zaman iş işten geçmiş olacak." diyordu. Şiir çok hoşuma gitmişti. Hemen Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şiir kitabını aldıydım. Şiirlerine hayran kalmıştım. Sevginin, aşkın, ölümün bu kadar güzel anlatıldığı şiirler olamazdı. Bir "Ayten" şiirini defalarca okumuştum. Şiir hem esprili geliyordu hem de aşkın en yoğun ifadeleriydi. Ne güzel söylemiş; "İki kere iki dört elde var Ayten, Bundan sonra dünyada aşkın adı Ayten olsun." Üstüme Varma İstanbul şiiri bana hemen Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum şiirini çağrıştırır. Ölünün Demeci şiirinde "Hadi ben öldüm, Size ne oluyor, Neyin nesi bu tören, Bu çiçekler kimin için, Bu telaş niye?" derken, bütün şiirlerinde olduğu gibi ölümün doğallığını ne güzel ifade ediyor, O'nun şiirleri güzelden öte gerçekten her biri muhteşem; lirizmin bu kadar yoğunlukta olduğu şiirler çok fazla yazılmıyor. Ümit Yaşar Oğuzcan’ı severek okuyorum ve her fırsatta okumaya devam ediyorum.
"Kendini Arayan Adam" Halit Ertuğrul'un okuduğum ilk ve tek eseri. Kitabın konusu ilginç ama olayların gelişimi bana biraz abartılı geldi. Kapitalist dünyanın, insanları getirdiği bu noktada bir otobüs yolculuğu ve hemen sonrasında yaşanan bir gecede insanların düşüncelerinin bu kadar çabuk değişebileceğini sanmıyorum. Hemen abdest alıp namaza başlayacak vs. nerede görülmüş böyle bir durum? Ayrıca kitapta anlatılan olaylar gerçekten yaşanmış mıdır, yoksa hayal ürünü müdür bilemiyorum ama; özellikle olayların gelişimi Allah'ın varlığını ispatlamak üzerine kurulmuş. Allah'ın varlığını inkar eden bir kişiyi inandırmak için verilen örnekler etkileyici gerçekten. Ancak şunu düşünmek lazım ben inanan bir insanım ve verilen örnekler bana etkileyici geliyor. Peki inanmayan bir insan öncelikle bu tür bir kitabı okur mu? Okusabile acaba verilen bu örneklerle hemen dünya görüşünü değiştirir mi? Hele hele romanda anlatıldığı gibi bir zamanlar kominizmin en önde gelen liderleri ile görüşmüş, onlarla düşünce alışverişinde bulunmuş bir kişi bu kadar kolay inanır mı? Bunun dışında zaten Allah'ın varlığını ispat etmeye gerek yok. O'nun varlığına biz şüphesiz ve şeksiz inanıyoruz zaten. Herşeye rağmen yazara bu eseri için teşekkür ediyorum.
Romanda olaylar Ankara'da geçmektedir. Ahmet Günbay Yıldız'ın kendine özgü konuları, mekanları ve kahramanları ile sosyal hayatta çalışan evli ve çocuklu bayanların sorunlarını biraz da dramatik bir şekilde dile getirdiği güzel bir roman. Romanın kahramanı baba ve ailesi. Bir babanın ailesine en iyi hayat şartlarını hazırlamak isteyeceği şüphesiz gerçektir. Ailenin babası evi için çalıştıkça evin kızı kazanılanı az görmekte, sürekli babasına kendisinin de çalışma isteğini dile getirmektedir. Baba ise buna ısrarla karşıdır. Günün birinde asi kız babasını da dinlemez ve ihtiraslarına kapılarak iş hayatına atılır. Babasının söylediği çirkef hayatın içinde bulur kendini bir anda. Evlenir mutlu olamaz. Çocuk sahibi olur, yine mutlu olamaz. Uzun sözün kısası bir ailenin dramı ve özellikle çalışan evli kadınların çilesi gözler önüne serilir. Elbette çalışan bütün bayanlar için aynı şeyler söz konusu değildir. Burada bu genellemeden kaçınmak lazımdır özellikle ama, çalışan bayanların çocukları için genelde aynı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Aslında yalnızca aileler değil, devlet de ailelerin bu sorunlarına çözüm üretmelidir. Olayların biraz da abartılarak anlatıldığı "Sokağa Açılan Kapı" adlı bu romandan herkes kendine uygun dersi çıkartırsa okunmasının faydası vardır.
Rus edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da önde gelen yazarlarından birisi olan Tolstoy'un etkileyici bir eseri. Uzun hikaye türünün de en güzel örneklerinden. Tolstoy'un eserlerinde olay sıradan olmasına rağmen, O'nun anlatımı ve betimlemeleri ile eser önem kazanıyor. Yazarın eserde İvan İlyiç'in tabutta yatarken ki halini tasviri ile ölüyü gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz. En ufak ayrıntılara kadar yapılan bu tasvirler okuyucunun eserden kopmadan sonuna kadar okumasını sağlıyor.