Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

08.04.2010

Kitap, İslam Ansiklopedisinde yaklaşık 72 sayfa olarak yayımlanan(30/408-481) ‘Hz. Muhammed’ maddesi esas alınarak hazırlanmıştır. Hz. Peygamber’in hayatı, şahsiyeti, İslam dini ve kültüründeki yeri çeşitli yönleriyle ele alınmış ve okuyucunun Hz. Peygamber’i çok yönlü olarak tanıması amaçlanmıştır. 13 yazarın kaleme aldığı madde Casim Avcı Bey editörlüğünde kısa özetlemelerle kitap haline getirilmiştir.(s.11) Kitap dört bölümden oluşmaktadır. ‘Giriş’te Hz. Peygamber’in Hz. Peygamber’in doğumundan önceki Mekke ve Arabistan’ın genel durumu; I. bölümde Hz. Peygamber’in hayatına genel bir bakış(Mekke ve Medine dönemleri), II.bölümde Hz. Peygamber’in şahsiyeti; III. bölümde Kur’an ve sünnete göre Resulullah’ın ibadet hayatı ve hukuktaki yeri, örnek oluşu ve mucizeleri; IV. bölümde ise İslam kültüründe tarihi süreç içerisinde Hz. Peygamber’in algılanışı ve onun etrafında oluşan sanat ve edebiyat ürünleri üzerinde durulmuştur.

Hz. Muhammed sadece bir peygamber olarak ilahi mesajı aktarmakla kalmamış, aynı zamanda bir beşer, bir aile reisi, bir eğitimci, bir devlet başkanı, bir hakim ve bir kumandan olarak bu mesajı hayatına yansıtmış ve kendisine inansın veya inanmasın, insaf sahibi herkesin takdir edeceği örnek bir kişilik sergilemiştir. Onun şahsında öksüz ve yetim büyümüş bir çocuk, hayatını kazanmak için ticaretle iştigal eden dürüst bir tacir, ev işlerinde yardımcı olan bir aile reisi, çocuklarına karşı şefkatli bir baba, namazda dahi sırtına alacak kadar torunlarına düşkün bir dede; Mekke’nin fethi örneğinde görüldüğü gibi, kendisini vatanından ayrılmak zorunda bırakan ve hatta öldürmeye teşebbüs eden azılı düşmanlarını dize getirdiği halde onlardan öç almak yerine, onları affetme erdemi gösterebilen bir kumandan; iyilik, doğruluk, hak ve adaletten şaşmayan, görevlendirmede liyakat ve ehliyeti esas alan, sıkıntısı olanın kendisine kolaylıkla ulaşabileceği adil bir yönetici; taraftarlarına en güçlü zamanlarında dahi hak, adalet ve merhametten ayrılmamayı tavsiye eden bir lider; toplumda yaygın hale gelmiş yanlış inanç ve anlayışlara yılmadan sabırla karşı koyan bir mücadele insanı; çocukları ve yetimleri, fakir, güçsüz ve kimsesizleri gözeten, savaş ortamında dahi çocuk, kadın ve yaşlıların hedef alınmamasını isteyen bir merhamet abidesi; insanların insafına muhtaç hayvanların korunmasını emredip onlara herhangi bir şekilde eziyet edilmesine karşı duran bir insan; karşılaştığı çeşitli zorluk, sıkıntı ve acı olayların neticede Allah’tan geldiğini bilerek yine Allah’a yönelen sabırlı bir kul; verdiği sayısız nimetler karşısında Allah’a layık olduğu şekilde kulluk etmek için olağanüstü gayret gösteren bir insan; dünyanın geçici, ahiretin ise ebedî olduğu şuuruyla dünyada kendisini bir yolcu gibi hisseden, mal, mülk, makam ve mevkiye değer vermeyen, genel olarak cezalandırmak yerine affetmeyi tercih eden, inananlarına bütün insanlığa ve hatta bütün yaratıklara karşı iyiliği, şefkat ve merhameti öğütleyen bir gönül insanı; kısacası Hz. Aişe’nin ifadesiyle Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış ve bunu hayatının her yönüne yansıtmış örnek bir insan modelini görmek mümkündür.(s.10)

Resul-i Ekrem’in şemailini tasvir edenler içinde Hind b. Hâle’nin tasviri meşhurdur: Allah’ın elçisi iri yapılı ve heybetliydi. Yüzü dolunay gibi parlaktı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı. Saçı bazen kulak memesini geçerdi. Rengi nuranî beyaz, alnı açık, kaşları hilal gibi ince ve sıktı. Burnu ince, hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Bütün organları birbiriyle uyumlu olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omzunun arası genişçe, mafsalları kalıncaydı. Bilekleri uzun, avucu genişti. Yürürken ayaklarını yere sert vurmaz, sakin fakat hızlı ve vakarlı yürür, meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. Konuşmadığı zaman daha çok yere doğru bakar ve düşünceli görünürdü. Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendisi arkadan yürürdü. Yolda karşılaştığı kimselere önce O selam verirdi.(s.95)
Resul-i Ekrem'in ikisi cariye (Mâriye ve Reyhâne) olmak üzere on iki hanımı vardır. Hatice, Zeynep ve Reyhâne kendisinden önce vefat etti. Hayatının son on yılına kadar tek evli olarak yaşayan Hz. Peygamber’in bundan sonraki evliliklerini her biri özel sebeplere dayanmaktadır:
1.Dine son derece bağlı bazı Müslüman hanımları kocaları ölmesi üzerine himaye etmek
2.Araplar arasında evlilik konusunda yerleşmiş yanlış bazı âdetleri fiilî örnekle değiştirmek
3.Bir kabileden veya aileden kız alarak bu yolla İslam toplumunun kaynaşıp bütünleşmesini sağlamak
4.Kadınları ilgilendiren bazı özel bilgileri hanımları vasıtasıyla diğer Müslüman hanımlara öğretmek.(s.106)
Hz. Peygamber’in savaş stratejisinde insan ve mal kaybının asgaride tutulması önemli bir ilkeydi. Bu sebeple harekatlarda silahlı çatışma olmaması için özel tedbirle alır, anlaşmazlığın halli için büyük gayret gösterirdi. Arap Yarımadasında İslam hakimiyetinin sağlandığı on yıl içinde Hz. Peygamber’in katıldığı savaşlarda Müslümanların toplam kaybı 150, düşmanın kaybı ise 300 civarındadır.(s.124)
Kur’an-ı Kerim'in dört ayetinde Muhammed ismi geçmektedir.(Al-i İmran, 3/144; Ahzâb, 33/40; Muhammed; 47/2, Feth, 48/29)(s.132)
Resulullah’ın izinden gitmenin hükmü hakkında başlıca üç görüş ileri sürülmüştür:
1.Müstehap oluşuna dair delil bulunmadıkça onu örnek almak vaciptir(farz).
2.Vacip oluşuna dair delil bulunmadıkça örnek alınması müstehaptır.
3.Dinî konularda örnekliği vacip, dünya işlerinde müstehaptır.
Hakim görüşe göre Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesine sokulamaz. Başta Kur’an olmak üzere, diğer deliller ve karineler de göz önüne alınarak onun her fiili ve sözü ayrı değerlendirilmek suretiyle bağlayıcı olup olmadığı belirlenir.(s.151)
Şu beyitle noktalayalım:
“Âyînedir bu âlem her şey Hak ile kâim / Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.” (Aziz Mahmud Hüdâyî) (s.161)
02.04.2010

Her kendini bilen ehl-i mürekkebin hayalidir kırk hadis yazmak, yazıp da hadisin müjdelediği zümreye dahil olmak. İster alim olsun isterse şair. Her ne kadar şiirle yapılan bir hadis şerhi beklense de, şiirden arınmış olarak bunun yapılması da farklı bir yaklaşım olmuş. Aslında ben şairleri şiirden ayrı duramazlar diye bilirdim. Kitapla ilgili “Hak ettiği ilgiyi bulamadı, arzu edilir bir yankı uyandırmadı” şeklindeki yaklaşımlar da aslında hep satış rakamları üzerine kurulmuş yorumlar olduğunu söylemek gerek.

"Müslüman'ın kendi kadrini, konumunu, değerini, bu dünyada nasıl bir yer işgal ettiğini bilmesi; şahsiyetinin tekâmülü yolunda 'istikamet azığını' mükemmelden uzaklaşma korkusu ile mükemmele ulaşma ümidi arasında ve bir kulluk idraki içinde temin etmesi gerektiği; bir gün mutlaka hesap vereceğini birinci meselesi yapmayan insanın ziyanda; Müslümanın hayatının gayrimüslim insanların hayatından farklı ve üstün olduğu gibi meselelerin altını kalın bir şekilde çiziyor. Ahlakın engin boyutlarını da gözler önüne serdiği bu kitabında, bizlere "niçin bu halde olduğumuzu” hatırlatıyor ve "nerede ve nasıl olmamız gerektiğini" işaret ediyor. Yine bizlere "hadisleri gölgeye çekme yahut daha sisli bir alana sevk etme" çabasının altında, İslam dünyasını İslam dışı bir merkezden idare etmeye çalışanların ve bu kimselerden nemalanıp aynı doğrultuda mesai sarf edenlerin tuzaklarının yattığını ihtar ediyor. Bunun önüne de, ancak hadisleri canlı tuttuğumuz ve bunları yaşanılır kıldığımız oranda geçebileceğimizi belirtiyor. Türkiye'de ve sair yerlerde Sünnet karşısında itirazi bir tavır takınan Modernistlerin bu tavrının altında kendilerini daha çok söz sahibi kılma endişesi yattığı; ayrıca modern insanın ‘çare’ diye sunduğu şeyin bizzat ‘hastalık’ olduğunu da nazarımıza vuran İsmet Özel pek güzel bir ifadeyle, "Allah Resulü'nün bize öğrettiği şey, hayatımızın hâlis olarak yaşanabilmesi için, bize sağlanan bir yardımdır" diyor. (Röportajdan)

Kitaptan alıntıları şöyle özetleyebiliriz:
Bir hadis-i şerifin bir şairle ne ilgisi olduğunu, bir hadisin bir şaire neler ilham ettiğini, bir hadisin bir şaire hangi bakımdan ikramda bulunduğunu öğrenmek hoşunuza gidecekse doğru yere geldiniz. (s.7)
Müslüman olmak hayattaki yanlışlığın giderilmesi gayesine dönük değildir. Müslüman olmak hayatın yanlışlığına katkıda bulunmaktan imtina etme iradesinin işaretidir. Yaratıcı tarafından yaratılmış olana yapılan teklifin kabulüdür. Mükellefiyetlerden yan çizmeme iradesinin beyanıdır. (s.10)
Bir gün gelip de hesaba çekileceği meselesini birinci meselesi yapmayan insan Müslüman adı taşıyabilir, ama Müslüman vasfı taşıyamaz. (s.11) Eğer insanlar bu dünyadan başka bir dünya olduğunu, bu dünyadan göçtükten sonra bu dünyadan yaptıklarının hesabını vereceklerini düşünüyor olsalardı, ne bu kadar enerji tüketir, ne uzay araştırmalarına bu kadar önem verir, ne de insan genlerinin oynanabilir hale getirilmesine masraf ederlerdi. (s.25)
Hadislerin sahih olup olmadıkları meselesini genel olarak hadislere güveni sarsan bir yoruma götürmek çok tehlikelidir. Yalnız tehlikeli değil, aynı zamanda zararlı bir tutumdur. (s.14)
“Kitaplar ayna gibidir, aynaya bir maymun bakınca oradan bir havarinin görünmesi imkansızdır.” Lichtenberg-Alman düşünür (s.20)
“Batmakta olan bir gemideki son hükümlünün idam cezası infaz edilmelidir” (I.Kant) (s.69)
Biz Müslümanlar öyle bir yükümlülük altındayız ki, Allah indinde güzel olamayacak herhangi bir şeyi güzel görme durumunda değiliz. Buna hakkımız yok. Yani, neyi güzel görüyorsak, bunun Allah indinde dahi güzel olup olamayacağı konusunda kendimizi sorgulamaktan kaçamayız. “Etik estetiğin bir şubesidir” diyor Andre Gide… Müslümanlar estetik ölçülerin timsali olmalıdırlar ki Müslümanların güzel gördüğü şey Allah indinde dahi güzel olsun.(s.77)
Müslümanların güzel gördüğü şeyler hiçbir şekilde bir yozlaşmanın yansıması, bir çözülmenin mahsulü olmayacaktır. Müslümanların güzel gördüğü şeyler mutlaka bir yapıcılığa, mutlaka bir üstünlüğün tanınışına, fark edilişine ilişkin olacaktır. (s.79) Bizim Müslüman olarak istesek de istemesek de bağlanacağımız şey ‘güzellik’ olmalıdır. (s.80)
Müslüman olmak, dünyada Allah’ı zikretmek üzere var olduğumuzu bilmek demektir. (s.90)
Sabır dediğimiz şey tahammül değildir yahut tahammülden ibaret değildir. Sabır dediğimiz şey, Allah’ın nurunun tamamlanacağı konusunda kesin imanı olan insanların kendilerine Allah’ın emri olarak ulaşan şeyleri yapmaları, Allah’ın emir olarak ulaşmayan şeyleri yapmamaları demektir. Bir şeye sabretmek, bir gün o sabrın sona ermesi ile anlam kazanır. Tıpkı oruç tutmakla sabretmenin benzeşmesi gibi. (s.104)

Bir gün müritlerinden birisi Bahauddin Nakşibend’e demiş ki: “Efendim, siz bize çok güzel şeyler söylüyorsunuz; fakat bunları nasıl anlamamız gerektiğiniz söylemiyorsunuz.” Bunun üzerine Bahauddin Nakşibend. “Evladım ben sizin önünüze içi çok lezzetli yemişlerle dolu bir sepet getiriyorum. Sen de bana, efendi hazretleri bu meyveleri benim için yer misin diyorsun” demiş.(s.118)
Takdir ile karar yan yana yürür, belki de üst üstedir, iç içedir. (s.122)
Müslümanların birbirlerine davranışları olduğu kadar bakış açıları da itikadi konumlarını hem işaret, hem de tayin eder. O manada, biz ne yapıp yapıp bir başka müslümanın hayatını kolaylaştırıcı bir yol tutmalıyız. Bunu yapmamız bizim kendi hayatımızın kolaylaşması anlamına gelecektir. (s.135)
Hayat tasarruf etmek için değil, sarf etmek, harcamak içindir. (s.144)
İyi ameller hususunda acele etmek fitnenin karanlığına rıza göstermemek anlamına gelir. Eğer acele etmiyorsak biz de karanlıktan istifade edenlerden biriyiz demektir. (s.210)
Kur’an-ı Kerim bizim ‘yap’larımızın ve ‘yapma’larımızın ne olduğu konusunda zihnimizi aydınlığa kavuşturur. Bir hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim bir dünya görüşünün, hayata bakışın, bir davranış bütünlüğünün kurallarını ya da kuralları da aşan ruhunu bize ulaştırır, yansıtır. (s.233)
30.03.2010

Aile ve Eğitim. İç içe, birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki kavram. Eğitimin olmadığı bir aile ve insan hayatında ailesinde eğitim almamış bir kimse düşünülemez. Günümüzde her işin, her mesleğin bir okulu, bir kursu olduğu halde, bu işleri yapabilmek için sertifika, ehliyet, referans, diploma vs. gibi iş yapabilirlik belgeleri istendiği halde, aile kurmanın, aile olmanın hiçbir eğitimi aranmaz.
İnsan ilişkileri içinde en uzun ömürlü ve önemli etkileri olanı, hiç kuşkusuz anne-baba ile çocukları arasında olan ilişkilerdir. Her çocuk ailenin parçasıdır. Çocuğun yetişmesi ve gelişmesinde ailenin katkı ve sorumlulukları, çevre ve toplumun sorumlulukları kadar önemlidir. Gösteriyor ki, anne-babaları tarafından gerçekten sevilip sayıldıklarına inanan çocuklar davranışlarında daha bağımsız ve kendilerine daha çok güvenen insanlar durumuna gelmektedirler. Çocuğun kişiliği önce ve esaslı olarak anne-babası arasında biçimlenmeye ve renk almaya başlar. Ancak bir çocuğun aile çevresinde kazandığı kötü alışkanlıkları değiştirmek, kolay bir iş değildir. Atalarımız, öncelikle ilk yıllardaki etkilerin önemini belirtmek için ‘Ağaç yaşken eğilir’ demişlerdir. Yapılan incelemelerde gösterdiği gibi insan hayatında anne-babasının her yaşta kişiliği üzerinde etkisi olmaktadır.
‘Aile eğitimi’ için çaba sarfetmek isteyenlerin başvuracaklar ilk elde eserlerden biri, işte Muhterem Hüseyin Ağca Bey’in bu eğitimin nasıl bir metotla verileceği konusunda hazırladığı bu eseri tavsiye ediyor, kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kitap giriş ve üç bölümden oluşuyor. Giriş bölümünde aile kavramı, kuruluşu, üyeleri ile görev, sorumluluk ve yetkileri üzerinde duruluyor. İlk bölümde ise, ‘ailede eğitim’ kavramı, ne anlaşılması ne niçin yapılması gerektiği ile ailede eğitim rolleri işleniyor. İkinci bölüm, aile kurmak için evliliğe hazırlık, Ailede eğitimde uygulanacak belli başlı alanlar, belli başlı metotlardan oluşuyor. Üçüncü ve son bölümde, ailede eğitilmiş insanın özellikleri, ailede etkili eğitim uygulayan toplumların özellikleri ve ailede eğitimin değerlendirmesi ile sona eriyor. Eserden alınan notları şöyle özetleyebiliriz:

“Ey insanlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim,6) Kitap başlangıçta, aile sorumluluğunu hatırlatan ve konunun önemini ifade eden bu ayetle başlıyor.
Aile, tarihin her döneminde ve her yerinde toplumun temel ve vazgeçilmeyen müessesesi olmuştur. Bu müessese, insanlığın tanıdığı bütün dinler tarafından da kutsal sayılmıştır. Onun kutsallığı; cemiyet hayatında düzen, disiplin, huzur ve devamlılığı sağlamasında gelmektedir.
Ailenin çeşitli sebeplerle zayıfladığı her durumda; kargaşa ve çok boyutlu sefalet yaygınlaşmaktadır. Aile bir bakıma kötülük ve iyiliklerin hem sebebi hem de sonucudur. Aile sağlıklı ise toplumda iyilikler yaygınlaşır, aile bozulmuşsa toplum da bozulur.
‘Ailede Eğitim’ insanî değerlerin geliştirilerek yaşatılması için, aile üyelerinden her birinin yerine getirmesi gereken tanıtma, benimsetme, önderlik ve örneklik davranışa dönüştürme ile ilgili sorumlulukları açıklamak amacıyla kaleme alındı. Bilindiği gibi ailenin eğitimi çok kere bu kurumun dışındaki sorumlulardan beklenir. (xı)
Ünlü bir düşünür, “Mutlaka evlenmelidir. Çünkü bunda başarıya ulaşanlar mutlu, ulaşamayanlar benim gibi filozof olurlar. Her ikisi de çok güzeldir” demiştir. Hayatın gayesi mutlu yaşamak ve huzur içinde bu geçici dünyadan ayrılmak olsa gerektir. Mutlu olabilmek için de gerekli şartların başında, uygun şartlarda bir aile yuvası kurmak geliyor. (s.2)
Ailede Eğitim, aile yuvası kurmaya karar verilen andan başlayarak aile birliğinin herhangi bir biçimde sona ermesine kadar geçen süre içinde, aile üyelerinin eğitimini kapsar. (s.12)
Ailede eğitimin sağlıklı bir seviyede gerçekleşmesinde rol oynayan birkaç önemli noktayı açıklamakta yarar vardır:
1.EŞ SEÇİMİ: Yakın bir geçmişe kadar eş seçme yalnızca erkeğe ait olan bir imtiyazdı. Gerek eski Türk geleneklerine, gerekse İslam dininin ailenin kuruluşu ile ilgili kurallarına aykırı olan, bu tek yönlü kararlar eş seçip aile yuvası kurma yöntemi, gösterilen tepkiler sonucu geniş çapta ortadan kalkmış gibidir. Ancak bu defa da tepkilerin dozu kaçmışa benzemektedir. Bir uçtan öteki uca gitmek kolay, fakat bu süratli gidişte doğabilecek tehlikeleri önlemek oldukça güçtür. Nitekim bu defa da kimsenin fikri desteğini almadan, geçici heveslere dayalı eş seçimleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Pek çok kısa süreli evliliğin temelinde ‘isabetsiz eş seçimi’ meselesi yatmaktadır.(s.68)
2. EŞLERİN BİRBİRLERİNİ EĞİTME SORUMLULUĞU: Ailenin kuruluşuna temel teşkil eden, karşılıklı irade beyanı ve bunun resmi makamlarca kaydedilmesinin hemen ardından, birbirini tamamlama sorumluluğu başlar. Bu sorumluluğun başlıcaları arasında, eşlerin ortak bir hayat için yeniden eğitilmeleri vardır.(s.72)
3.ANA-BABA OLMA OLGUNLUĞU: Ana-baba olgunluğu, ailenin genç üyelerinin tavırları karşısında; sabırlı, anlayışlı, hoşgörülü tavır almalarıyla ortaya çıkar. Olgun ana-baba, susturan değil, dinleyen ana-babadır.(s.75) Ana-baba olma olgunluğu gelecek nesil için ciddi bir güvencedir. Bu olgunluk, annenin, çocukları için iyi bir aşçı, bakıcı ya da çamaşırcı kadın rolünü çok aşan bir sorumluluktur. Baba için de düğmeye basıldığında çocuğa para veren otomatik bir banka makinasından öte bir rol oynamayı gerektirir.
Ailede eğitimin bütün boyutlarıyla gerçekleşmesi, toplumda sosyal problemlerin daha kaynağından söndürülmesi demektir. Karı-koca adayları birbirlerini isabetli seçer, birbirlerinin eksikliklerini hoşgörüyle karşılar, tamamlamak için gayret gösterirse, kısaca aile; zevklerin, kederlerin paylaşıldığı bir eğitim ocağı olarak düşünülürse, kişiler mutlu, toplum huzurlu olur. (s.80) Bu kurallara uygun olarak seçilecek metotların bizi amaçlarımıza ulaştırmaması için hiçbir sebep yoktur. Yeter ki eğitici de sabır, eğitilecekte iyi niyet olsun. (s.109)
29.03.2010

Son asrın teknolojik gelişmeleriyle farklı adlarla anılan çağımızı, kimileri teknoloji, kimileri bilgisayar, kimileri bilgi çağı tanımını uygun görürken, kimileri de iletişim çağı demektedir. Günlük yaşamın yoğun temposu içinde yaşanan olumsuzlukların çoğunlukla iletişimsizlikten kaynaklandığı bilinse de, ilişkileri geliştirmeye ve çözüme yönelik gerekli özen gösterilmemektedir. Dünya diğer ucu ile iletişim kurabilen ve yaşananlardan anında haberdar olan insan, aynı binada oturan komşusunu tanımıyor olmasını doğal karşılamaktadır. Halbuki iletişim, insan yaşamının ve toplumsal düzenin olmazsa olmazlarındandır. İnsanların çoğunun kendi aralarında köprü kuracak yere duvar ördüğü günümüzde, iletişim yönetim silahlarının en önemli ögelerinden biri olarak görülmektedir.
Dinimizin ‘Kendini bilme/tanıma’, günümüzde ise kişisel gelişim diye ifade edilen gerçeğinden yola çıkarak, iletişim ağının bir ucunda bulunan din görevlisine yönelik Kıymetli Cuma Karan’ın hazırladığı temel ya da ilk eserlerden birisi ile karşı karşıyasınız. Eser güzel söz ve hayat örnekleri ile zenginleştirilmiş. Kendisine teşekkür ediyoruz. Sizleri kitaptan alıntı cümlelerle baş başa bırakıyorum:

İletişim, bilgiyi paylaşma sürecidir. İnsanlar arası iletişim, kaynak ile alıcı arasındaki bir ilişkileme yoluyla ve değişim amacıyla bir insandan diğerine bazı oluklar kullanarak aktarılma sürecidir. İletişim bir sistemdir. Sistemi kuramadan iletişimi sağlayamazsınız. İletişim sistemini yeterince algılayamaz isek, her an bir iletişim kazasına kurban gidebiliriz.(s.27)
İnsanlarla iletişim kurmak için aynı frekansı ayarlamak lazımdır. Muhatabımızın kanalına girmeden onun ruh ve düşünce dünyasına giremez, giremeyince de onu etkileyemezsiniz.
Bu sebeple insan ilişkilerinde etkili olabilmek için önce ilişki içinde olduğumuz insanın iç ve dış dünyasını anlamlandırmadaki yöntemleri keşfetmemiz gerekmektedir.(s.33)

İletişimde Dikkat Edilmesi Gereken Kurallar:
*Kendinizi tanıyın. Psikolojik özelliklerinizi bilin. Unutmayın ki, iletişim kurduğunuz insanlar dünyaya sizin gözünüzden değil kendi gözlerinden bakarlar.
*Farklılığı kabul edin. Başka insanların farklılıklarını bilmekle kalmayın, bunun önlenemez doğal bir gerçek olduğunu kabul edin. Dolayısıyla herkesten aynı şeyi bekleme yanlışına girmeyin.
*Kendinizin en katı eleştiricisi olun. Sürekli, kendi eksikliklerinizi arayın. Zira siz eksiğinizi bulamazsanız, başkaları bulur, eksiğiniz bir iken bin görür, onları gidermeye çalışmaz, tam tersi aleyhinizde kullanmaya çalışır. Sizi dostça eleştirecek yakınlarınız eksik olmasın.
*Eleştirileri dikkatle dinleyin. Bu vesile ile eksikliklerinizi görürsünüz. Şayet eksikleriniz varsa giderirsiniz, yoksa bu yolla muhatabınızın ruh dünyasını çözmüş olursunuz.
*Eleştirilmekten korkmayın. Eleştiri yapan haksızsa zaten sizi savunan olur. Eleştirilmekten korkan kendisini geliştiremez. Büyük insanların özelliklerinden biri de eleştiriye açık olmalarıdır.
*Dinleyicilerin özelliklerini bilin. Her ilişkiniz bir insanın bir eksiğini gidermeye yönelik olsun. Açık ve belli olan tekrar tekrar açıklamak genellikle insanları sinirlendirir.
*İletişim için gerekirse muhatabınızın seviyesini yükseltin. Muhatabın anlayış seviyesini yükselterek, iletişimden çok uzak olan biriyle bile bu tarz iletişime geçebiliriz.
*Teşebbüs ruhuna sahip olun. Bir öneri ya da karara ilişkin yapılması gerekenleri öne sürmekten kaçınmayın. Onları sürekli yeni ve parlak önerilerle meşgul edin.
*Kendinizi geliştirin. İletişim becerilerinizi sürekli olarak geliştirin. Unutmayınız en büyük yatırım kişiliğinize yaptığınız yatırımdır.
*Sizi daima geliştirecek hayalleriniz olsun. Hayatta bizi geliştirecek hedeflerin başlangıcı hayallerimizdir. Hayali olmayanın hedefi de olmaz.
*Geri bildirim alın. İlişkilerinizin sonucunu muhakkak takip edin, olan değişimleri analiz edin.
*Karşınızdakinin beklentilerini dikkate alın. Beklentilere cevap vermeyen ilişki, uzun ömürlü ve etkileyici olamaz.
*Müjdeleyin, takdir edin. İletişimin devamı için muhakkak müjdeleyip takdir etmekten geri kalmayın. İnsan fıtratı gereği takdir edildiği yerde bulunmak ister.
*İletişim kazalarına dikkat edin, kıvrak zekanız sürekli devrede oldun. Bazen başarılı olmak için çok bilgili olmak gerekmeyebilir, sadece akıllı olmak yeterlidir.
*Herkesi razı etmeniz imkansızdır. Peygamberler bile herkesi razı edememişlerdir. Zaten öyle bir vazifeleri de yoktu.
*Nazik ve kibar davranın. “Ey Muhammed! Sen Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın, şayet sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz ki etrafında dağılır, giderlerdi” (Âl-i İmran, 159)
*İnsanlara teşekkür etmeyi bilelim. 'Teşekkür ederim' sözü doğru kullanılırsa, insan ilişkilerinde sihirli kelime olabilir.(s.34-46)

Berceste söz, beyit ve kıssa:
“Kör adamın karısı neden süslensin” B. Franklin (s.44)
Korkma düşmandan ki, ateş olsa yandırmaz seni/Müstakim ol ki Hz. Allah utandırmaz seni. Said Paşa(s.107)
Kıssa: Olay İngiltere’de bir İlahiyat Fakültesinde geçer. Son sınıf öğrencileri bütün bir yıl boyunca ‘İsa’nın Hayatı’ başlıklı dersi almışlar. Öğrencileri yıl sonunda sınava geldiklerinde sınıfın kapısında bir not görmüşler. Kağıtta sınavın kampusun diğer ucundaki anfide yapılacağı yazıyormuş. Duyuruyu görenler sınava geç kalmamak için koştura koştura yeni salonu yolunu tutmuşlar.
Yeni anfinin olduğu binanın girişinde de hırpani kılıklı biri varmış. Adamcağız, “Allah rızası için yardım edin. Üç gündür ağzıma lokma girmedi” gibi şeyler söylüyormuş ama öğrenciler zaten sınava yetişme telaşında, hiç kimse ilgilenmemiş dilenciyle.
Sınav saati geldiğinde hoca sınıfa girmiş, “Sınava gerek kalmadı. Hepiniz dersten kaldınız. Seneye görüşmek üzere” demiş. Öğrenciler hiç bir şey anlamamış tabi. İşin rengi sonradan ortaya çıkmış. Meğer sınavı yapmış hoca. Binanın girişindeki dilenci bir aktörmüş. Adam öğrencilerin İsa’nın erdemlerinden pay alıp almadığını test etmek için oradaymış.(s.103)
24.03.2010

Kitap; Beyin hazinesi, Ruh sağlığı, sağlıklı iletişim/diyalog gibi konuları öne çıkararak bazı testlerle işlendiği, kıymetli bir eser. Eserin ‘kendimizle barışık mıyız?’ sualine de cevap bulma yolunda katkı sağlayacak bir kaynak. Alıntılarla baş başa bırakıyorum:

Tüm dünyada, depresyon vakalarında ani ve ciddi bir artış gözlenmekte. Buna ek olarak, intihar etme oranının da arttığı biliniyor. Dünya Sağlık Örgütü, eğer önlem alınmazsa, 2020 yılında depresyonun en önemli sağlık sorunu olacağını rapor etti. Dünya parlamentolarına intihar önleme projesini sundu. Her geçen gün artan okul cinayetleri, okulda silah taşıyan gençler, aile içi şiddet, boşanma, basit olayların kolayca silahlı vuruşmaya dönüşebilmesi, duygusal boşluk içindeki gençlerin uyuşturucu maddelere yönelmesi gibi gelişmeler koruyucu ruh sağlığı açısından bir şeyler yapmak gerektiğini hatırlatıyor.(s.13)

Kaliforniya Sendromu: Kaliforniya, ABD’de eğlence dünyasının merkezi. Eğlencenin dorukta yaşandığı bölgede insanlar arasında aşağıdaki üç belirti gittikçe yaygınlaşıyor:
* Zevke düşkünlük *Benmerkezcilik *Yalnızlık. Bu üç belirtiyi mutsuzluk izliyor. Mutsuzluğunu unutmak isteyen insanlar daha fazla eğlenceye yöneliyor.(s.14)

BEYİN: İnsan beyni 1/1,5 kg.lık harika bir organ. Beyin; vücudumuzu yöneten, her gün hakkında yeni şeyler öğrendiğimiz önemli bir organımız. Ruh yapımız, kendisini beyin vasıtası ile ifade ediyor. Bir müzik aleti düşünün. Eğer arızalı ise sanatçı onunla eserini icra edemez. Yahut müzik aleti gayet sağlam olduğu halde sanatçıda sorun varsa yine eser ifade edilemez. Ruh ve kişilik yapımız ile beynimiz arasındaki ilişki de böyledir. Beynimiz ve kişiliğimizdeki sorunlar ayrı ayrı hayatımızı etkiler. Kişiliğimize gerekli olan her bilgi, beynimize elektriksel ve kimyasal harflerle yazılır. Beyni doğru kullanan insanlar akıllı ver mantıklı olur. Beyin peltemsi bir organ görünümündedir. Korteks içinde güvenli bir yerdedir. İnsanî özelliklerimiz beynimize yazılmıştır. Beynimiz hiç uyumadan, 24 saat yorulmadan çalışır. Kocaman kıvrımlı cevize benzeyen beyin, vücudumuzda ve kişiliğimizde olup biten her şeyi denetler.(s.20) İnsan beyninde 140 milyar civarında hücre sayısı vardır. Bu hücrenin 2-10 bin hücreyle bağlantılı olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza müthiş bir manzara çıkacaktır. Beyinde mesajların iletim hızı da yine şaşırtacak boyuttadır. Mesajların iletim hızı saatte 580 km’ye ulaşır biçimdedir. Bir gram beynin arasındaki ağ bağlantıları, dünyadaki telekomünikasyon ağlarından daha fazlasını ihtiva eder. Bir mesaj beynimizde trilyonlarca farklı yoldan birini izleyerek yerine ulaşır. Beyin vücudun toplam ağırlığının %2’sini oluştururken vücudumuza giren oksijenin 525’ini kullanır. Beynimizin trafiği tıpkı şehir trafiğine benzer.(s.21)

Kötü Hafızanın Sorumluları:
1.Kötü hafızanın birinci sorumlusu, dikkatsizliktir. Dikkat edilmeden dinlenen bilgiler kuma yazılmış gibidir, hemen silinir.
2.İkinci sorumlusu, özgüven azlığıdır. Kolumuzdaki saate güvendiğimiz kadar hafızamıza da güvenirsek, bizi yanıltmaz.
3.Önem vermemektir. Unutulan bilgiler genellikle o kişi tarafından önemsenmeyen, bilgiler olacaktır.
4.Akılda tutma tekniğini bilmemektir.
5.Duygusal boyutun ihmal edilmesidir. Merak dürtüsü duygusal gücü artırır. Bunun için ‘Merak, ilmin hocasıdır’ demişlerdir.
6.Kesinlikle unutmamanız gereken bilgileri not edin. Hz. Peygamber unutmamak için “Sağ elinden yardım isteyin” demişti.
7.Bilgilerin kullanılmamasıdır. İnsan beyni ‘kullan ya da kaybet’ kuralı ile çalışır.(s.41)

ÖFKE: Öfkeyi duygusal korsanlık olarak tanımlamak yerinde olur. Öfke dalgasını başlatan düşünceyi yakalayıp iyimser değerlendirmeler yapabilmek çok önemlidir. Öfkeyi körükleyen durumları yeniden değerlendirmenin birinci basamağı, kendimize zaman tanımaktır. Bunun için ‘Öfkenin en iyi ilacı ertelemektir’ denilir. Öfke esnasında insan beyninde mantıksal bir boşluk oluşur, ilkel dürtüler harekete geçer.(s.96)

Büyük Yöneticilerin 10 Ortak Özelliği:
1.Kendilerini, amaçlara ulaşmak için birlik içinde çalışan bir ekip oluşturmaya adarlar.
2.Öğrettiklerini kendileri de uygulayıp çalışanlara örnek olurlar.
3.Çalışanlarla çok yakın ilişkiler kurmazlar.
4.As elemanları yoktur.
5.Geleceğe ilişkin vizyonları vardır.
6.Sürüncemede kalmış problemlere bir an önce çözüm bulur ve sık sık kararlar verirler.
7.Elemanları riske girme konusunda yüreklendirirler.
8.Üstün nitelikli insanlar bulmak, onları eğitmek ve elde tutmak konusunda uzmandırlar.
9.Değişimin sağlıklı olduğuna inanırlar.
10.Çalışanların özgüvenini arttırırlar.(s.155)

Etkin Diyalog İçin Bazı Öneriler:
*İnsanların anlaşmasını sağlayan süslü cümleler değil, sade cümlelerdir. Duygu ve düşüncelerinizi, fikirlerinizi içinizden geldiği gibi sade bir biçimde anlatın.
*Üstlerinizi kıskanmayın, astlarınızı hor görmeyin.
*İş yaşamınızda daha üst bir görevin üstesinden gelebileceğinize inanıyorsanız ille de size bir öneri getirilmesini beklemeyin.
*‘Söz gümüşse sükut altındır’ sözü her ortam ve koşul için geçerli değildir. Önemli olan gerektiğinde konuşmayı, gerektiğinde dinlemeyi bilmektir.
*Bir konuyu açıklarken ayrıntılara dalmayın, karşınızdaki kişiye konunun özünü sunun. *Özel sorunlarınızı işyerine taşımayın.
*Sıkıntılarınızı yakın dostlarınıza açmaktan çekinmeyin.
*Amirinizle ya da bir çalışma arkadaşınızla önemli bir konuyu görüşecekseniz, söyleyeceklerinizi önceden küçük notlar alarak belirleyin.
*Sağlıklı bir iletişimde, konuşmak/anlatmak kadar dinlemek de önemlidir.(s.166)

Mutlu bir yuva için dikkat edilmesi gereken kuralları şöyle özetleyebiliriz:
•Eşinin davranışlarını değiştirmeye çalışmamak
•Sosyal baskı ve yasaklara sağlıklı tepki vermek
•Boşanma tehdidine dikkat etmek
•Farklı düşünmeyi sağlamak
•Kontrol duygusunu hesaba katmak
•Fırtınalara fırsat vermek
•İzle-bekle yöntemini uygulamak
•‘Ah olsaydı’ sendromuna dikkat etmek
•Şefkatin önemini unutmamak.(s.206)
Son Gezdikleriniz
Limon Ağacı