Onaylı Yorumlar

Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
20 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Memed İçimizden Biri
Değerli yazarımız Yaşar Kemal’in ilk romanı olan bu seriyi 32 yılda bitirdiğini öğrenmek, benim, tamamlamak için ne kadar emek verdiğini ve eseri ilmek ilmek örerek inşa ettiğini anlamamı sağladı. Toplumun içinden, toplumun gözüyle; kültürel ve ahlaki olarak gerçeklerimizi gerek mantıkla gerekse duygularla hepimizi anlatan geniş çaplı bir seri. Yorumumu genel anlamda dördüncü kitap üzerinden yapsam da kesinlikle baştan başlayarak seri halinde okunması gereken bütün bir eser.

Çukurova’da yaşayan köylü Memed’in Abdi Ağa’ya olan mücadelesinin anlatıldığı bu seride son kitabımız, finale ulaştığından geride birçok soru işareti bıraksa da belki de yazarın tam olarak amaçladığı bu sorgulama eylemini destekliyor. Cumhuriyetten sonra gelişen medeniyet; İstanbul beyleri ve hanımları çevresinde büyük farklar yaratırken; Anadolu’muzun topraklarında durum neydi? İnsanların mücadelesi nelereydi? Ve en önemlisi üstünler güçsüzlerin üzerinde nasıl bir otorite sağlıyordu? Bütün ciddi konular sürükleyici bir kurgu ile neredeyse şiirsel denilebilecek bir üslupla ele alınmış. İçinde bulunduğumuz toplumda, yazılması ve ayrıca anlaşılması zor (ya da başka bir deyişle yanlış anlaşılmaya müsait) konuları titizlikle okurla paylaşırken, kaleminin gücü ile konusu ağır olmasına rağmen düşüncelerini oldukça akıcı ele alarak okuyucuya yardım ediyor yazarımız.

Türk yazarlarımızın en kıymetlilerinden biri olan Yaşar Kemal’in birbirinden önemli eserleri arasında okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir seridir. Okuyun, okutturun…
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
17 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Nitekim günün sonunda hiçbir aile mutsuz ama başarılı çocuklar görmek istemez.
* Kitapta altını çizdiğim birçok cümleden birinde Doğan Cüceloğlu şöyle diyor; ‘’Şu dünyada her şeyin en iyisine layık çok özel ve güzel bir çocuk var. O, sizin evinizde yaşıyor. Çocuğunuza bir yaşam kurmayın; onun kendi yaşamının mimarı olmasına yardımcı olun.’’

* Bir çocuğun bakımını üstlenen tüm insanların okuyabileceği ve bence okuması gereken bir kitap. Bu kitap aslında ebeveynlere, çocuklarına yönelik beklentilerinin altında gerçekleştiremedikleri kendi beklentilerinin olup olmadığı hakkında bir beyin fırtınası imkanı sunuyor. Gidilebilecek birçok güzel yol varken çocukların potansiyellerini ve isteklerini göz ardı ederek onları tam tersi bir yola sokmak ve karşılığında mutlu / başarılı olmalarını beklemek ne kadar doğru? Rekabet ağırlıklı bu yolda süreçten zevk almayan potansiyel odaklı aileleri ve çocukları gözlemlersek pek de doğru gözükmüyor. Çocuklara hayatları hakkında sürekli direktif vermek, onlara benimsetmek anlamına gelmiyor. Çünkü çocuklar gördüklerini öğrenir, duyduklarını değil.

* Ebeveynler bile isteye çocuklarına zarar vermek istemese de, bazen farkında olunmayan alışkanlıklar, yanlış öğretiler, ‘’böyle gördüm’’ler yüzünden çocukların en çok zarar gördüğü kişiler çocuğun hayatında en önemli role sahip ebeveynleri olabiliyor. Çocukların içini güvenle açabileceği, korkularını paylaşabileceği, takdir görebileceği ve böylelikle kendisini takdir etmeyi öğrenebileceği bir ebeveyn çocuk ilişkisinde o çocuk her şeyden önce mutlu olacaktır ve sonra muhtemelen başarıyı yakalayacaktır. Onun adına belirlenen, ona dayatılan değil, onu mutlu edecek başarılar. Nitekim günün sonunda hiçbir aile mutsuz ama başarılı çocuklar görmek istemez.

*Çocuk yetiştirmek ve büyütmek arasındaki ince çizgide, çocukları maddi olarak doyurmak ebeveynlere ellerinden geleni yaptıkları hissiyatı verse de, manevi olarak da destekleyip desteklemedikleri göz ardı edilmemesi gereken bir konu. Her çocuğun kendini gerçekleştireceği bir zemin var ve ebeveynlerin uygun zemini olabildiğince çocukların çok yönlü ihtiyaçlarına göre hazırlaması oldukça önemli. Nitekim portakalı Ankara’ya dikip Mersin’deki verimi almayı beklemek çok akıllıca değil. Çocuk üzerinde plan/proje yapılacak bir tasarım olmadığı için ebeveynlerin gerçekçi beklentiler ve doğru rol model ile çocuklarına destek olması her şeyden daha değerli. Çünkü, bazen mutlu olabilmek başlı başına bir başarı.

*Çok güzel bir temennide bulunmuş Doğan hoca; ‘’Evrende tek olan ve muhteşem bir potansiyelle doğmuş tüm çocuklara, hayatlarının direksiyonlarına geçme fırsatının verilmesi dileğiyle.''
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  3
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
16 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
İyi İnsan
Yazarın başka bir kitabını okumamıştım. İlk kez bu kitabı okudum. Kitap için söyleyebileceğim olumlu şeyler de var olumsuz şeyler de. Kitabın içinde pek çok kısa hikaye yer alıyor. Bu hikayeler sayesinde pek çok konuyu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ancak bu hikayelerin pek çoğu bildiğim, başka bir yerden okuduğum hikayelerdi. Kitapta kişisel gelişimden ve iyi insan olmaktan bahsediyor ancak bu anlatımlarını genellikle dini referanslar vererek yapmış yazar. Bu yüzden dini hassasiyetleri olan insanlar için bu anlatım tarzı uygun olmayabilir. Kitabın dili oldukça sade ve anlaşılır. Anlatımlarında komplo teorilerine yer vermesi ve "tüm dünya bize karşı" imajı çizmesi biraz can sıkıcı. Yıllardır dinlediğimiz bu tür hikayelerin bir etkisinin olmadığını bilmek lazım belki de. Zira bu tür konulardan bahsetmenin kimseye bir faydası da dokunmuyor. Kitap her ne kadar umut dolu gibi görünse de bu tür anlatımlar nedeniyle insanlar içinde umutsuzluk yaratabilir. Bu yönüyle de eksi puan alıyor.

Yazarın uzmanlık alanının kişisel gelişim olmadığı anlaşılıyor. Çünkü bu alanda insanın kendisine güven duymasının ve benlik algısı geliştirmesinin ne kadar önemli olduğu atlanmış. Topluluk halinde yaşamanın zorluklarından ve sakıncalarından bahsedilmeden sadece bireysel yaşamın kötülüklerinden bahsedilmiş. Böylesi yanlı bir anlatım da ister istemez kitaptan sizi uzaklaştırabilir. Kitabın anlatımının sade olması nedeniyle bir günde okunup bitirilecek bir kitap. Dini referanslarla kişisel gelişim dünyasına bakmak isteyenler için güzel bir kitap olabilir.
Yanıtla
2
3
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
13 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Roma Ordusunun Teçhizatından Sosyo-Kültürel Etkilerine: Güçlü Bir Analiz ve Eleştirel Bir Değerlendirme
M. C. Bishop ve J. C. N. Coulston tarafından kaleme alınan Roma Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri & Kartaca Savaşlarından Roma’nın Düşüşüne adlı eser, Roma tarihi, askeri organizasyonu ve bu organizasyonun dünya tarihindeki etkisini ele almak bakımından özgün bir yaklaşıma sahiptir. Kitap, Roma’nın Batı Akdeniz üzerindeki hâkimiyetini askeri donanımların etkin kullanımı üzerinden değerlendirirken, bu güç unsurunun Roma'nın siyasi, ekonomik ve kültürel başarısında oynadığı kritik rolü ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, eserin odak noktasının, savaş teçhizatlarının teknik, üretim ve kullanım süreçlerini tarihsel bağlamıyla ele almak olduğu görülmektedir.

Roma Ordusu’nun tarihsel gelişimi ve özellikle Kartaca ile yapılan savaşlar bağlamında incelenmesi, antik dönemin en önemli askeri yapılarından birini anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Bu süreçle ilgili günümüze ulaşan yazılı kaynaklar, dönemin askeri stratejileri, toplumsal yapısı ve politik dinamikleri hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda, döneme ışık tutan en temel kaynaklardan biri, Grek tarihçi Polybius’un M.Ö. 160 yılında tamamladığı The Histories adlı eseridir. Polybius’un eseri, yalnızca Roma tarihini değil, aynı zamanda Akdeniz dünyasında güç dengelerini belirleyen savaşları ve bu savaşların sonuçlarını kapsamlı bir şekilde ele almasıyla öne çıkmaktadır. Tarihçi, Roma’nın Kartaca ile girdiği Pön Savaşları’nı detaylı bir şekilde incelemiş ve bu savaşların, Roma’nın imparatorluk olma yolundaki rolünü vurgulamıştır.

Polybius’un çalışması, dönemin askeri doktrinlerini ve Roma’nın üstünlüğünü sağlayan stratejik hamleleri anlamada önemli bir başvuru kaynağıdır. Bu bağlamda, Birinci ve İkinci Pön Savaşları’nı konu alan bölümleri, Roma ordusunun organizasyon yapısı, taktiksel yaklaşımları ve lojistik sistemlerinin incelenmesi açısından eşsiz bir veri sunmaktadır. Polybius, savaşların sadece kronolojik bir anlatımını yapmakla kalmamış, aynı zamanda savaşın arka planındaki ekonomik, siyasi ve kültürel etkenleri de analiz etmiştir. Eserin ayrıntılı yapısı, Roma ordusunun dönemin askeri teknolojisi ve taktikleri üzerindeki etkisini anlamaya olanak tanımaktadır. Bu kapsamlı yaklaşımı nedeniyle, Polybius’un çalışmaları dönemle ilgili sonraki araştırmalar için de temel bir referans kaynağı olmuştur. Nitekim, Polybius’un Roma ordusuna dair sağladığı bilgiler, modern dönemde yapılan arkeolojik ve tarihsel araştırmalarla birlikte değerlendirildiğinde, Roma’nın askeri başarılarının altındaki dinamiklerin daha iyi kavranmasını sağlamıştır.

Polybius’un The Histories eserinin bir diğer önemli katkısı, yazıldığı dönemin isimlendirilmesinde de etkili olmuştur. Tarihçiler, Polybius’un eserine duyulan saygının bir sonucu olarak, Kartaca Savaşları’nı da kapsayan bu süreci “Polybian Dönem” olarak adlandırmıştır. Bu adlandırma, dönemin askeri ve siyasi olaylarını anlamada Polybius’un perspektifinin ne denli belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, Polybius’un çalışmasında yer alan bilgilerin, dönemin Roma lehine yorumlanmış olabileceği gerçeği, eleştirel bir okuma yapılmasını gerektirmektedir. Polybius, bir Grek tarihçi olarak Roma’nın yükselişine tanıklık etmiş ve bu süreci geniş bir perspektifle değerlendirmiştir. Ancak, eserin bazı bölümlerinde yazarın Roma’nın üstünlüğünü vurgulamak adına subjektif bir bakış açısına sahip olduğu yönündeki eleştiriler göz ardı edilmemelidir.

Bu bağlamda, Polybius’un The Histories adlı eseri, Roma tarihinin askeri ve siyasi yönlerini anlamak açısından benzersiz bir kaynak niteliği taşımaktadır. Kartaca ile yapılan savaşların yalnızca askeri detaylarını değil, aynı zamanda bu savaşların geniş kapsamlı etkilerini ele alması, çalışmayı değerli kılmaktadır. Bununla birlikte, eserin modern tarih yazımı açısından eleştirel bir gözle değerlendirilmesi, hem dönemin daha iyi anlaşılmasına hem de eserin tarihsel bağlamının daha geniş bir perspektifle incelenmesine olanak tanıyacaktır. Bu yönüyle, Polybius’un eserinin, Roma ordusu ve onun imparatorluk inşasındaki rolü hakkında yapılan çalışmalara ilham kaynağı olmaya devam ettiği söylenebilir.

M. C. Bishop ve J. C. N. Coulston'un Roma Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri & Kartaca Savaşlarından Roma’nın Düşüşüne adlı eseri, Roma dönemine ait askeri teçhizat ve savaş taktiklerini inceleyen önemli bir çalışmadır. Polybius’un The Histories adlı eserine sıkça atıfta bulunması, yazarların bu döneme ilişkin askeri tarih ve uygulamaları anlamada birincil kaynaklara ne derece önem verdiğini göstermektedir. Polybius, özellikle Kartaca ve Roma arasındaki Punic (Pön) Savaşları gibi kritik dönemlere dair ayrıntılı bilgiler sunarak, Roma ordusunun yapısını, stratejilerini ve donanımını anlamaya katkıda bulunan önemli bir tarihçidir. Söz konusu, Bishop ve Coulston’un eseri, Polybius'un gözlemlerine dayanarak, Roma ordusunun gelişimini ve bu gelişimin Kartaca ile olan savaşlardan başlayıp Roma’nın düşüşüne kadar uzanan süreçteki etkilerini analiz eder. Eserde, savaş aletlerinin detaylı açıklamaları ve bunların kullanımına yönelik örnekler, Polybius’un metinlerinden alınan tarihsel bağlamla zenginleştirilmiştir. Bu durum, eserin tarihsel doğruluğunu artırırken, Roma askeri teknolojisinin evrimini daha somut bir şekilde ortaya koyar.

Eserin, Roma ordusunun sadece savaş meydanındaki etkinliğini değil, aynı zamanda bu ordunun sosyo-kültürel yapılarla nasıl bir etkileşim içinde olduğunu analiz etmesi oldukça değerli bir katkıdır. Özellikle, savaş aletlerinin üretim süreçlerinden başlayarak bu araçların kullanımıyla askerlerin sosyal yaşamlarına kadar geniş bir perspektif sunması, çalışmayı tarih ve arkeoloji disiplinleri açısından zenginleştirmektedir. Yazarların arkeolojik bulguları görsel malzemelerle desteklemesi, kitabın akademik açıdan yalnızca teorik değil, aynı zamanda görsel bir hafıza oluşturması bakımından da işlevsel olduğunu göstermektedir. Bu özellik, eseri, hem uzman okuyucular hem de tarih meraklıları için cazip bir kaynak haline getirmiştir. Bununla birlikte, görsel materyallerin ve kaynakçanın zenginliği, kitabı, gelecekte yapılacak araştırmalara referans teşkil edecek nitelikte bir başvuru kaynağı olarak konumlandırmaktadır.

Ancak eserle ilgili eleştirel bir bakış açısı da geliştirilmelidir. Her ne kadar savaş teçhizatlarının kültürel etkileşimler sonucunda kazandığı özellikler ele alınmış olsa da, bu konunun farklı coğrafyalar ve toplumlar arasındaki karşılıklı etkiler ışığında daha geniş bir bağlamda incelenmesi, çalışmanın kapsamını genişletebilirdi. Örneğin, Kartaca ve diğer Akdeniz medeniyetlerinin bu süreçteki teknik ve kültürel katkılarına dair daha ayrıntılı analizlere yer verilmesi, Roma askeri gücünün yalnızca içsel dinamikleriyle değil, aynı zamanda dış etkilerle şekillendiğini daha net bir şekilde ortaya koyabilirdi. Ayrıca, savaş aletlerinin sadece askerlerin sosyal yaşamlarına değil, Roma toplumunun genel sosyo-ekonomik yapısına olan etkisi de derinlemesine tartışılabilirdi. Bu tür bir yaklaşım, Roma’nın askeri gücünün, imparatorluk yapısına katkı sağlayan bütüncül bir unsur olarak anlaşılmasını daha kapsamlı kılardı.

Özetle, Roma Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri & Kartaca Savaşlarından Roma’nın Düşüşüne, Roma tarihi ve askeri arkeoloji alanında önemli bir boşluğu doldururken, okuyucularına geniş bir bakış açısı sunmaktadır. Eserin metodolojik derinliği, görsel materyallerle desteklenmiş olması ve kaynakça zenginliği, onu alanında değerli bir referans kaynağı haline getirmektedir. Bununla birlikte, kültürel etkileşimlerin daha ayrıntılı bir şekilde ele alınması ve savaş teçhizatlarının toplumsal etkilerinin daha kapsamlı bir biçimde tartışılması, çalışmayı daha da güçlü kılacak unsurlar arasında sayılabilir. Bu tür bir genişleme, eserin tarih, arkeoloji ve sosyoloji gibi farklı disiplinler arasında daha etkin bir köprü oluşturmasını sağlayabilir.
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
12 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Sürgünlerin Gözünden Kazan ve Kazan Türkleri
Tarih boyunca siyasi otoritelere başkaldıranların cezalandırıldığı bilinir. İçlerindeki devrimci ruha uygun hareket eden hal içinde öne çıkan bazı liderlerin birçok insanı peşinden sürükleyerek giriştikleri mücadeleler, devletlerin toplu cezalandırma yöntemlerini benimsemesine neden olur. Çarlık Rusya, hükümranlığının kapsadığı geniş coğrafyalarda kendisine karşı direnişe geçen ve bağımsızlık mücadelesine giren tebaasından bazı kimseleri farklı metotlarla cezalandırır. İşin açıkçası ilk aşamada uygun görülen hapis ve idam cezaları, sorunun kökten çözümü gibi gözükse de bazen siyasi suçlulara uygulanan sürgün cezaları bir nevi ehlileştirme aracı olarak kullanılır.

Çarlık’ın sürgün yöntemi siyasi fikirlerin sivri uçlarını törpülemiş midir bilinmez ama dolaylı olarak yerinden yurdundan edilenlerin gurbetteki yaşamları, yeni edebi ve bilimsel çalışmaların önünü açtığı gibi ortaya çıkan anlatılar sayesinde tarih disiplini de yeni referans noktaları kazanır. Çünkü bazen sürgün edilenler, içinde bulundukları topluluğun münevver sınıfına mensup olup, gittikleri yerde boş durmayıp kalemi ellerinden bırakmazlar. En basitinden çoğu kalem erbabının yaptığı gibi gördüklerini tarihe not düşercesine sayfalara geçirenler esasında kıymetini kaybetmeyen bir mektubu geleceğe yollarlar.

Ele alınan kitap da izah edilen entelektüel dışavurumun ürünlerini kütüphanenin tozlu raflarından çıkarmayı önceleyen Kazanlı bilim insanı Yakov Yakovleviç Grişin tarafından kaleme alınır. Çarlık Rusya’sının geniş coğrafyasına sürgün edilen binlerce insanın bazılarının yazdıkları bu açıdan dikkate değerdir. Grişin, kendi topraklarının (Kazan’ın) tarihini başkasının dilinden dinlemek için yoğun bir çaba göstererek, Rusya’nın mağdur sürgünlerinin izini adım adım takip eder. Tabii burada genel bir sürgün profilinden ziyade spesifik bir tercih yapılarak, Polonyalı sürgünlerin notları kullanılır.

17 ve 19. yüzyıllar arasında vatanları Polonya’dan tahmin edilemeyecek kadar uzak coğrafyalara sürülen insanların büyük kısmı yollarda yaşamlarını yitirirler. Çünkü at sırtında, daracık bir arabada hatta yaya olarak ayaklarındaki prangalarla doğaya ve iklim şartlarına meydan okuyarak ölümden beter yolculuklarda tarifi imkansız maceralar yaşayan sürgünlerin kaleme aldıkları notlar çoğu zaman hissedilen korkunç tablonun vahametini içerirler. Grişin, her ne kadar anlatıya sinen iç burkucu bu koyu sisi kaldırarak memleketi Kazan’ın güneşini okuruna ulaştırmak için ince eleyip sık dokusa da sürgünlerin diline dolanan çile, esaret ve gurbet anlatısı eksik olmaz.

Polonyalı sürgünler, siyasi maceralarını ve cepheden cepheye, limandan limana, dünyanın çeşitli yerlerine uzanan çalkantılı hayat hikayelerini kaleme alarak otobiyografilerini oluştururlar. Grişin, ilk aşamada mezkur biyografik bilgileri takip ederek Kazan’la ilgili sürgünlerin yazdıklarını derler. Tabii bu aşamada sadece Kazan’a dair yazılanlar yoktur. Çünkü, Kazan çoğu zaman güzergah üzerindeki bir duraktır. Yolculuk esnasında Kazan’da bulunan şehir, kasaba ve köyler anlatılır. Bazen verilen bilgilerin kısıtlı olduğu dikkatten kaçmaz. Zira yol üzerinde bulunan hanların ve konakların izbe mekanlarında geceleyen ayaklarındaki prangaların derdiyle görmez hale gelen tutsakların ilgilerini çevreye yöneltecek vakitleri ve enerjileri pek olmaz.

Buna karşın bazı sürgünlerin nispeten sahip oldukları özgürlüğe bağlı olarak ya da bölge yöneticisinin hoşgörüsüne sığınarak Kazan’ı daha iyi tasvir ettikleri görülür. Bu tarz anlatılarda sosyal, siyasi, iktisadi, mimari, dini, kültürel vs. bilgilere ulaşmak mümkündür. Yazar tarafından verilen bu bilgilerin iyi bir literatür tarama, toplama ve sentez aşamasından geçtiği de belirgindir. Grişin, sürgünlerin notlarına çoğu zaman müdahil olarak sondajladığı alıntıların arasında yorumlarıyla yeni bağlantılar kurar. Ayrıca yazılanların subjektif yönüne binaen Kazan’a dair eldeki bilgilerle sürgünlerin notlarının karşılaştırıldığı bilgisi eserin ön söz kısmında verilir. Aslında bu konu fazlasıyla önemli olup her tarihçi tarafından benimsenmesi gerekir. Çünkü verilen bilgilerin direkt aktarılmasından ziyade yeterli tahlil ve tenkitten sonra metne koyulması yazılanlara dair güveni arttırır.

Polonyalı sürgünlerin ilk aşamada Kazan’da gözlemledikleri satırlara yansır. Kazan’da yaşayanları Tatar (nedense Türk isimlendirilmesi kullanılmaz) olarak nitelendiren sürgünler, Tatarların fizyonomisini, giyim kuşamlarını, geçimlerini nasıl sağladıklarını ve gündelik yaşantılarını anlatırlar. Sonrasında Kazan’daki evlerin mimari özelliklerine ve öne çıkan bazı binaların detaylı anlatımına geçerler. Tabii anlatının bu kısımlarının belli bir standardının olduğu savunmak güçtür. Değişken ve her telden verilen bu bilgilerin arasında katlanılan zorlu yolculuğa dair tespitler yazarların tek dertlerinin Kazan’ı anlatmak olmadığını kanıtlar. Bununla beraber okuyanı şaşırtan bazı bilgilere rastlamak da mümkündür. En nihayetinde farklı kültürel dünyalarda yetişmiş, farklı toplumların havasını solumuş iki insanın iletişimi bazen kültürel bir şoku da beraberinde getirir. Misal Adam Yablonskiy isimli Polonyalı sürgüne önerilen “Rus Banyosu” okuyanı dumura uğratacak kadar farklı bir yıkanma yöntemidir. Yine bazı Polonyalı sürgünlerin karşılaştığı ilginç tedavi metotları fazlasıyla ilginçtir (Ayının vücudundan elde edilen yağın göz rahatsızlıklarını gidermesi gibi).

Kazan şehrine dair yazılanlarla birlikte bazen olayın Grişin’in memleketiyle alakası hepten kaybolur. Misal meşhur Polonyalı aksiyoner Beniovskiy’nin sürgünü anlatılırken, onun Kazan günleri adeta müthiş maceralı yaşamının bir garnitürü gibi sunulur. Ama işin açıkçası Beniovskiy’nin yaşamı Kazan’da yaşadıklarıyla kıyaslanırsa görmezden gelinecek bir hikaye de değildir. Zira kıtalararası bir güzergahta aksiyonun eksik olmadığı bu maceranın tarihi bir temayla şekillenen Hollywood filminin senaryosunu andırdığı dikkatten kaçmaz.

Anlatımı etkili hale getiren macera anlatısı bir tarafa bırakılırsa, Rusya gibi geniş sınırlar içerisinde yapılan sürgün yolculuklarında yazarın üzerinde hassasiyetle durduğu bir nokta da vardır ki yer adları doğru ve eksiksiz verilir. Yazarın bu dikkati çevirmene de müspet şekilde yansır. Coğrafi yerlerin harita üzerindeki konumları ve birbirlerine olan mesafeleri teknolojik olanaklar kullanılarak okura sunulur. Bu şekilde sürgünlerin takip ettikleri yol okurun malumu olur. Üstelik çevirmen notlandırmalarıyla anlatıyı daha açık bir hale getirir. Ayrıca Grişin’in kullandığı gravür ve resimler de sürgünlerin gözlemledikleri ayrıntıları şekle şemaile kavuşturur. Hatta 40 sayfa kadar sunulan bu resimlerin daha fazla detayı belirgin hale getirmesi için kuşe kağıda basılması daha uygun olur.

Sonuçta, şehirler kendilerine has bir havayı ve kimliği bünyelerinde barındırırlar. Fakat çoğu zaman şehrin tarihi deşifre edilirken dokümanter resmi malumatın etkisiyle sathi anlatılar ortaya çıkar. Öyle ki insanların yaşadıkları yere ruh katan halleri dikkate alınmaz. Oysaki şehrin tüm bileşenleriyle yansıtılması tarihi metodoloji açısından zaruridir. Bu açıdan hatıratların ve günlüklerin çok şey anlattığı malumdur. Kazan ve Kazan Türklerine dair Polonyalı sürgünlerin anlattıkları bu nedenle gözden kaçırılmayacak kadar önemlidir. Zira elde edilen her bilgi şehrin tarihine ilmek ilmek işlenerek tarihi dokunun sahasını genişletir.
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
11 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Huzurun Anahtarı Olarak Sessizlik
Beyin ve Sessizlik, insanın başına gelebilecek en kötü senaryolardan birinin neticesinde ortaya çıkmış eserlerden. Hayatın günlük koşuşturmacasında bir o yana bir bu yana savrulan yazar Michel Le Van Quyen, bir sabah Kafka’nın Dönüşüm’ünde olduğu gibi bambaşka bir sabaha uyanır. Bir böceğe dönüşmüş olarak uyanmasa da o gün, hayatında milat olur: “Artık vücuduma neredeyse hiç söz geçiremiyordum… O yatakta uzanan beden, artık özgürce hareket eden canlı bir varlık değil, porselen bebekti.”

Felçle yüzleşen Michel, hayatını sorgulamaya başlar: “Düşününce, bir süredir hayatı gerçekten son sürat yaşıyordum. Hiç durmadan sağa sola koşturuyordum; sorumlu olduğum sayısız proje, yüzleşmek zorunda kaldığım yığınla mesleki kaygı vardı. Görünür şekilde tükenmiştim artık.” İyileşme sürecinde, mecburen evine kapanıp da sessizliğe bürünmek durumunda kalınca kendisinde olumlu değişimleri hissetmeye ve yaşamaya başlar: “Sonuç olarak bu içsel sessizlik bana, sağlıklı beslenmek, iyi uyumak, spor yapmak kadar iyi geldi.”

Sessizliğin faydalarını bizzat tecrübe eden yazar, iyileştikten sonra kitabını kaleme almaya başlamış: “Arada sırada bile olsa sessizlik arayışı, hem fizyolojik hem psikolojik açıdan gerçek bir ihtiyaç… Kendine vakit ayırmak, dinlenmek için gürültülü ortamdan ayrılmak, düş kurmak hiçbir şekilde zaman kaybı değil, tam aksine iyileşmek, yaratıcılığımızı arttırmak, iç dünyamızı keşfetmek için kesinlikle gerekli bir mola.”

Aşırı çalışmanın zararları, iyi nefes almanın olumlu katkıları, ormanın sessizliğinde basit bir yürüyüşün bile insanı olumlu etkilemesi, doğa manzarasına bakan hastane odalarındaki hastaların daha çabuk iyileşmesi, yapay ışıklara maruz kalan gözlerin dinlenme ihtiyacı, düş kurmanın ve meditasyonun beyni dinlendirmedeki belirgin faydaları, bilim insanlarının yıllarca mistik deneyimlere mesafeli durması, ressam Dali’nin gün içinde ara ara –uyumadan- kestirerek verdiği molalar, zihinsel avareliğin ezber gücüne etkisi, zihinsel geviş getirmenin zararları, eserde ilginizi çekebilecek konular arasında gösterilebilir.

İnsanın, sessizlik içinde kendini dinlemesinin, belirli zaman dilimlerini kendini arındırmak için bir köşeye çekilmesi gereğinin kadim bilgilerimizde yer aldığı, insanlığın değerli bir mirası olduğu çoğumuzun malumu. Yazarın, nörobilim alanında çalışan bir akademisyen olması, eserinde konu hakkındaki bilimsel çalışmalara yeri geldikçe atıflar yapması ve bizzat yaşadıklarını paylaşması, bunu yaparken de anlaşılır ve sade bir üslûp kullanması, kitabın kıymetini arttırıyor.

İlk olarak Fransa’da 2019’da basılan “Beyin ve Sessizlik”, ertesi yıl 2020’de Gözde Koca’nın emeğiyle ülkemizdeki okurlarla buluştu. Konuya meraklı olanlar için aynı yazarın, “Beyin ve Doğa” kitabını edinmenin de faydalı olacağını not düşelim.
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
09 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Masalsı bir yolculuk
"Bir Aşk Masalı”, beş farklı ülkenin beş prensinin de aşk uğruna düştüğü çileli yolu anlatan masalsı bir macera şeklinde. Kaf dağları, zümrüdü anka kuşu, çöl bedevileri gibi masal türüne ait olan enstrümanlar ana hikayeyle harmanlanmış ve ortaya bir solukta okunabilecek keyifli bir kitap çıkıvermiş.

Yazarın “aşk”ı masalsı bir edayla yazmasının sebebi, aşk denen kavramın biraz da soyut oluşu sanırım. Çünkü Ahmet Ümit’e göre aşk, hayallerin mantığımızın dışına çıktığı yer. Hayaller limitsiz olduğundan aşk da bu limitsizlikte özgürce yaşanabilmekte.

Ahmet Ümit bir söyleşisinde konu olarak aşkı seçmesinin bir nedeni olduğunu söylüyor. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin artması onu oldukça rahatsız etmiş ve bunu bir masalla anlatarak içinde biriken öfkeyi farklı bir yolla dışarı vurmuş. Masal boyunca seçim yapan taraf olarak “kadın”ı belirlemesi de bu söylemini doğruluyor. Hayallerinde gördüğü güzeli bulmak için çileli bir yola çıkan prenslerin masal boyunca kadını metalaştırması cezasız kalmıyor elbette.

Binbir gece masallarını andıran formuyla okurunu derin hülyalarda gezdiren bu güzel kitabın genel panoraması çok başarılı. Ahmet Ümit’in yaratıcı kimliğini “masal”da görmek de varmış. Kalemine sağlık.


Yanıtla
3
2
Destekliyorum  2
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
04 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Dedektif Gurney Iş Başında
Seri kaldığı yerden devam ediyor. Kitap emekli bir dedektif olan Dave Gurney'nin başına gelen yeni bir cinayet soruşturmasını konu alır. İlk başta sıradan bir cinayet gibi görünse de, olayın arkasında çok daha derin ve karmaşık bir iz yatmaktadır.

Romanda cinayetler bir araya geldikçe, Gurney'in dedektiflik yetenekleri ve insan psikolojisini anlama konusundaki ustalığı devreye girer. Gurney, olayları çözmeye çalışırken, karakterlerin geçmişlerini, korkularını ve sırlarını gün yüzüne çıkarır. Bu sırlar, sadece cinayetleri çözmek için değil, aynı zamanda lanetin ardındaki gerçek gücü anlamak için de kritik öneme sahiptir.

Sonuç olarak; serinin son kitabı olan "Tepenin Laneti"nde kahramanımız Gurney, sırlarla dolu cinayetin çözünmesi için muazzam çaba harcar. Roman öylesine içten ki, cinayetin çözülmesi için verilen çabayı yazar okuyucusuna ilmek ilmek işlemekte... Okurken olaylara hayran kalacağınıza eminim.
Serüvene ortak olmamak elde değil... Kitabı hem okuyup hem de yaşamak bu olsa gerek. Kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Şimdiden keyifli okumalar...
Yanıtla
5
0
Destekliyorum  5
Bildir
Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
03 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Kendinden kaçan adamın hikayesi...
Romanda emekli bir öğretmenin işlettiği markette bir gün şans eseri tanıştığı bir evsizi işe almasıyla gelişen olaylar anlatılıyor. Uzun süreli alkol kullanımı nedeniyle geçmişini hatırlamayan ve hem fiziksel hem de zihinsel olarak çok kötü ve acınası bir durumda olan evsiz adam patron dediği market sahibi kadının yardımıyla zaman içinde kendini toparlamaya başlıyor.

Romanda evsiz adamın bu toparlanma sürecinde markette çalışan ve markete müşteri olarak gelen insanlarla olan ilişkileri ve bu ilişkiler sayesinde geçmişini hatırlamaya çalışıp sorgulaması anlatılmış. Evsiz adam zaman geçtikçe ve kendisini zihinsel anlamda toparlamaya başladıkça çevresindeki insanlarla iletişimi artıyor ve hem kendine hem de insanlara fikirleriyle yardımcı olmaya başlıyor.

Bana göre romanın ana fikri; aile bireylerimizle veya çevremizdeki insanlarla doğru iletişim kurmak için önyargılarımızdan mümkün olduğunca kurtulup sağlam bir empati duygusuyla hareket etmemiz gerektiği.

Kitaba başlarken romanın Kore dilinden çevrilmesi nedeniyle okumakta zorlanabileceğimi düşünürken tam aksine çok temiz bir çeviri ve anlatım tarzıyla karşılaştım ve çok akıcı bir şekilde okudum.

Severek okunabilecek ve üzerinde düşünülüp kendinizi sorgulayabileceğiniz bir kitap olmuş.

"Herkesin yetenekleri de, ilgi alanları da farklı olmasına rağmen ailesinin neden onu sevdiği şeyi yapmak yerine derslerine çok çalışıp sıradan bir yetişkine dönüşmesi için zorladıklarını anlamıyordu." (s.143)
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
02 Aralık 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Arayış Hikayesi
Kitabın yazarı Natsume Soseki, modern Japon edebiyatının en önemli yazarlarından bir tanesi olarak gösteriliyor. Yazarın bu kitapta kullandığı dil oldukça sade. Anlaşılır ve sanatsal betimlemeler mevcut. Kitabı okurken pek çok alan gözünüzde canlanıyor.

Soseki, Japon edebiyatında Murakami'yi etkilemiş bir yazardır. Bu nedenle de ben ilk kez merak ettiğim için bu kitabı okumak istedim. Kitabın başlangıç kısmı biraz değişik geliyor insana. Çünkü kitabın kahramanının dilinden anlatılıyor öykü ve bu kahramanın bir adı yok. Belki de yazar hikayenin içine girmemizi, onu içselleştirmemizi istediği için böyle bir yöntem seçmiş.

Kitabın ana karakteri, “Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur.” fikrinden yola çıkarak boyalarını ve tuvalini alarak bir gezintiye çıkıyor. Bu sırada hem kendini, hem de sanatındaki derinliği bulmayı amaçlıyor aslında. Kendi içindeki eksikliği bu gezide bulmayı amaçlıyor.

Keyifle okunacak kısa bir öykü aslında bu kitap. Satır aralarında oldukça vurucu cümleler de barındırıyor üstelik. Herkese keyifli okumalar dilerim.
Yanıtla
6
0
Destekliyorum  3
Bildir