Onaylı Yorumlar

Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
22 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Âferingân Okur
İran edebiyatının Kafka'sından hiciv içeren hikayeler. Lakin o bildiğiniz hikayelerden değil elbet, yazdıkları kendisinden daha güçlü hikayeler bunlar.

Moğol Gölgesiydi kitaba adını veren; Şahruh'un öldürülen sevgilisi Gülşad'ının intikamıydı bu hikaye. Bütün doğaya beddua etti Şahruh; tüm bu belaları yaratan bu hilekar ve sinsi tabiatın kendisiydi diye; bunca hastalıklar, taun, veba, cüzzam ve Moğollar...(s.14) ve sonunda ağacın boşluğunda gülen bir iskeletti bu intikam.

Âferingân; Zerdüşt dininde bir ibadet, bir duaydı ruhlara hediye edilen. Oysa en çok bu hikayeyi sevmiştim. Ruhların eğlencesine ve hüznüne tanık oldum bu hikayede. Arafta dua bekleyen ruhların, yeni gelen ruhlara verdiği dersler dirilere bir göndermeydi belki de. "Sizler daha vaktin geçmemesinin azabını bilmiyorsunuz, düşünce işkencesini anlayamazsınız" (s.27) diyorlardı yeni ruhlara.

Ölüm; ne korkunç ve heyecan verici bir sözcük. (s.41) Ey ölüm diye isyan ediyordu bu hikayede Sadık Hidayet; "Sen hayatın gam ve kederini azaltıp, yükünü omuzlarından alıyorsun. Bedbaht ve talihsiz dalgınca gezenlere nizam veriyorsun. Sen ümitsizliğin ve üzüntünün dermanısın."(s.42) diye övgüler sıralıyordu Sadık Hidayet.

Sampinge; aldatılan ve kullanılan bir kadının adı değildi sadece, o aynı zamanda sarı renkli, şehvet uyandıran bir kokuya sahip bir çiçeğin de adıydı.

Yarın da; gelmeyen bir uyku, soğuk bir oda, arkadaşlar, gazete haberleri vardı.

Ağa Bâlâ'da ise; bütün gün çuval sırtında ter dökerek bastonuyla Tahran sokaklarında, "Altın iplikli kumaş, at nalı, şapka, aba, ceket, eski keçe, eski yorgan, yırtık kilimlerinizi alırım!" diye bağıran Molla Haknazar'ın oğlunun Tevrat'ın dışına çıkan hikayesi vardı.

Frenk Diyarında İslami Görev; Sadık Hidayet'in, dine ve İslam'a bir bakış açısıydı.

Şayet daha önce Sadık Hidayet okuduysanız ve dilini seviyorsanız, keyifle okuyacağınız 101 bir sayfalık bir eser.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  2
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
18 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Açık Ufuk: Modern Zihniyetin Ötesine Geçen Derin Bir Yolculuk
İbrahim Kalın’ın Açık Ufuk kitabı, modern dünyanın yüzeyselliğine ve faydacı zihniyetine karşı Anadolu irfanıyla yoğrulmuş derin bir tefekkür çağrısı sunuyor. Kadim medeniyetlerin bilgelik birikiminden süzülen bu eser, insanı düşünmeye, sorgulamaya ve varoluşun anlamını keşfetmeye davet ediyor.

Kalın, kitabında yalnızca bir fikir değil, bir irfan yolculuğu sunuyor. Akıl ve kalp dengesiyle Anadolu’nun o mütevazı ve derinlikli bilgelik anlayışını yeniden hatırlatıyor. Bu topraklarda kök salmış "hikmet" kavramını merkeze alarak, insanın hem kendisiyle hem de Yaradan’la kurduğu bağı güçlendiren bir düşünce serüveni öneriyor. Akıl yürütmeyi ve sorgulamayı rehber edinirken, bunu hakikatle yoğrulmuş bir irfanla harmanlıyor.

Kitap, modern bilimin faydacılıkla insanı makineleştiren düzenine karşı, insanın varlık gayesini ve evrendeki yerini sorgulayan derin bir anlatı sunuyor. Kalın, akıl, erdem ve tefekkür gibi kavramlarla insanı bir içsel yolculuğa çıkarırken, Kur’ânî bir temel üzerinden anlam arayışını evrensel bir zemine taşıyor. Bu eserde, Yunan, Hristiyan ve İslam filozoflarının fikirleri Anadolu irfanıyla yoğrularak okura sunuluyor. Bu sentez, kitabı hem gelenekten beslenen hem de evrensel boyutlara ulaşan bir eser hâline getiriyor.

İbrahim Kalın, Açık Ufuk’ta bilginin insana yüklediği sorumluluğu ve düşüncenin bir eyleme dönüşmediği sürece eksik kalacağını hatırlatıyor. Anadolu irfanının yüzyıllardır vurguladığı gibi, yalnızca bilen değil, aynı zamanda hisseden ve yaşayan bir insan modeli öneriyor. Kitap, insanın varoluşuna dair sorularını başıboş bir sorgulamaya değil, hikmet dolu bir yolculuğa dönüştürüyor.

Modern dünyanın karmaşasında yolunu arayanlar için, Açık Ufuk karanlık bir yolda yanan bir ışık gibi. Anadolu irfanıyla harmanlanmış bu derin felsefi eser, sadece bir kitap değil, hayatınızı yeniden anlamlandıracak bir rehber. Kalın’ın güçlü anlatımıyla, hakikatin peşine düşmek ve varoluşun derinliklerinde yolculuk yapmak isteyenler için bu eser eşsiz bir fırsat.

Bu toprakların ruhuna dokunan, düşüncenizi derinleştiren ve kalbinizi besleyen bu kitabı mutlaka okuyun. Açık Ufuk, ufkunuzu genişletmek ve hayatınıza anlam katmak için bir davet!
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  4
Bildir
Hezarfen
Hezarfen
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
15 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Kazaklar ve Kazakistan
Kazakistan Asya’da kıtanın büyük bir kısmını kaplayan bir Türk cumhuriyeti… Bazılarının söyleminde geçtiği gibi Türki bir devlet değil. Yani kültürü ve edebiyatıyla vs. Türk’e benzeyen değil, bilakis her şeyiyle Türk… Böylesine ortak tarihe sahip olduğumuz bir milletin ülkemizde tam manasıyla tanındığını söylemek de maalesef mümkün değil. Üstelik yıllarca Rus tahakkümünün katı totaliter ve sömürgeci yönünden dolayı, Türklüğü unutturulan Kazak insanının köklerinden uzaklaştırılmasından ve tahrip edilen benlik bilincinden dolayı Kazakların da kendini tam manasıyla tanındığını savunmak zor…

Böylesine bilinirliğin kısıtlı ve muallak olduğu bir ortamda Kazak bilim insanları, Sovyet devletinin 1990’lı yıllarda dağılmasından sonraki süreçte Kazaklara milli bilinç aşılamak ve dünyaya açılmaya namzet Kazak devletini uluslararası platformlarda tanıtmak için bir komisyon kurarak bir kitap hazırlarlar… İşte ele alınan kitap böyle kolektif bir çabanın ürünü olup, yeni cumhuriyetin ilmi mecradaki ilerleme isteğini kanıtlar.

Öncelikle bahsedildiği gibi eserin çok yazarlı olması bazı problemleri de beraberinde getirir. Bu tarz eserler editoryal olarak hazırlanacağı zaman bir ön seçimle makaleler elden geçirilir ve uyumlu hale getirilerek olası sorunlar ortadan kaldırılır. Ama bu eser için böylesine bir terkibin olduğunu savunmak güçtür. Çünkü; yeni bir devlet, kendi tarihini yeniden yazmak için müelliflerini ve eserlerini seçmekten ziyade toplamayı kendine hedef edinir. Ayrıca eserin kapsamı, öncül bir eser ortaya koymak amacına binaen çok fazla detaya girmeksizin, genelde dar tutulur. Zira bir ülkenin tarihi fasiküllerce anlatılsa dahi bütünüyle ele alınması güçtür. Ayrıca fikri yapısı farklı, ilmi metodu değişik bilim insanlarınca içeriği özet mahiyetine uygun makaleler bir araya getirilerek, Kazaklar ve Kazakistan hakkındaki soru işaretleri ortadan kaldırılmaya çalışılır.

Ek olarak her ne kadar eser; Kazak bilim insanlarının dilinin çözüldüğü, sömürgeci unsurların uzaklaştığı bir dönemde kaleme alınsa da yazarların fikri birliğinin bulunduğunu söylemek güçtür. Yukarıda bahsedilen ana sebeplere ek olarak yazarların anlayış ve ilmi bakış açılarının farklı olmasına bağlı olarak eserde bazı tezatlar bulunur. Ayrıca yazarların yetiştiği ilmi ortama bağlı olarak sunulan bazı konuların muallak ve tartışmalı olduğu gerçeği ortaya çıkar ki bu sorunların sadece kitap bağlamında ortadan kaldırılması güçtür. Bu nedenle eserde sunulan bilgilerin direkt yanlış olarak yaftalanmasından ziyade, okurun anlayış geliştirmesi evladır. Zaten yazarlar da bilgi aktarımını önceledikleri için doğrudan tartışmalı mevzuları sayfalara taşıdıklarını ve uzun uzun tartıştıklarını söylemek güçtür. Küçük bir örnek verilecek olursa, İskitlerin kökeninin bilim dünyasında tartışmalı bir mevzu olduğu bilinir. Oysaki İskitlerin Türk olduğu son zamanlarda yapılan araştırmalarla barizdir. Ama İskitleri ele alan yazar bu tartışmalardan uzak durur ve sadece eldeki materyallerle bulgularını aktarır.

Eserde verilen bilgilerle, Türk akademik camiasının sunduğu bilgiler arasında da tam manasıyla paralellik bulmak mümkün değildir. Özellikle Kazakistan’ın Pers ve Hint coğrafyasına yakınlığı ve bu iki kültür sahasının etkilerinin olası yönüne karşın, bahsedilen yakınlığın bazen bir aynilik ilanına dönüşmesi, bu tarz fikirlerin satırlarda bolca gözükmesi köken konusunda kafa karışıklıklarına sebep olur. Oysaki Kazakistan coğrafyası yüzlerce yıl boyunca Türk kültür ve tarihinin durmaksızın aktığı bir mekandır. Böylesine bir coğrafyanın orijinini değiştirmek yeni tezatları ve anlamsızlıkları beraberinde getirir.

Tabii ne kadar Türk ve Kazak bilim adamları arasında tam bir mutabakat olmasa da Türk tarihi ele alınırken ismi geçen kavimler ve devletler, aynı şekilde Kazak tarihi zikrolunurken de tekrarlanır. En basitinden bu adlandırmaların tekrar gündeme gelmesi, Türk tarihinin bütünlüğünü ve Kazakistan’ı kapsayan intişarını göstermesi yönünden önemlidir. Bu bağlamda İskitler, Hunlar, Wusunlar, Kanglılar, Göktürkler, Türgişler, Karluklar ve Oğuzlar detaylı bir şekilde eserde anlatılır.

Kazakların kökeni meselesinde de ayrı bir başlık açıldığı ve antropolojik birçok verinin kullanıldığı dikkatten kaçmaz. Irk tespiti konusunda uygulanan metotlar günümüzde DNA araştırmaları çok geliştiği için oldukça geri (iptidai) kalır. Misal insan vücudunun çeşitli şekilleri ölçülür (antropometroloji), kan grupları ve yapıları tahlil edilir (seroloji), deri yapıları ve parmak izleri analiz edilir (dermatoglifika), diş yapısına bakılır (odontoloji), kafatası şekli değerlendirilir (kraniyoloji). Eserde belirtildiğine göre bütün bu araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre Kazakların Avrupalı ve Moğol unsurlarının karışımından oluştuğuna dair ırki köken yapısı ortaya koyulur. Tabii bütün bu araştırmaların bolluğu, köken konusunun ne kadar zorlama olduğunu da kanıtlamaktadır. Bu kadar çok araştırmanın neden yapıldığı, metazori bir teze ulaşılmak istendiğini üstü kapalı da olsa gösterir. Üstelik elde edilen sonuçların tam sunulmaması; sunulan bilgilerin -Sovyet dönemi düşünüldüğünde- pek de doğrulanabilir olmaması kafa kurcalar. Zaten bu uzun ırk tespiti mevzusu, bir yerden sonra, editörün -haklı olarak- yazarları Batılı ve Rus tezlerinin etkisinde kalmakla itham etmesine neden olur.

Türk tarihinin Asya’da zuhur etmesine karşın bilindiği gibi Hunların, Oğuzların vs. Türk kavimlerinin başka coğrafyalara yönelmesi bazı Türk boylarının tarihinin kendi havalisi içinde anılmasına sebep olur. Bunu yönde adım atan Ruslar da Asya’da birbirinden yolları ayrılan ve uzak coğrafyalara düşen Türk kavimlerini farklı milletlere dönüştürecek bir propaganda sürecini başlatır. Rus emperyalizminin etkisiyle millet adı Türkiye Türklerine mal olurken, Asya’nın ortasında ortak kökenden olmalarına karşın Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen, Azeri gibi Türk boyları farklı milletler (!) şeklinde lanse edilir. Kitapta sömürünün bu yönüne pek değinilmese de işin aslının böyle olduğu yazarların anlattıklarından net bir biçimde anlaşılır.

Rus emperyalizminin ilmi mecradaki sistematik dezenformasyonlarıyla birlikte, sosyal hayatın temelini dinamitleyen gayri insani politikaları ise tarihe not düşecek şekilde anlatılır. Bu baskı ve ucu soykırıma dayanan Sovyet uygulamalarının yumuşatılmadan anlatılması eserin nispeten özgür bir ortamda yazıldığını kanıtlar. Özellikle Sovyet Rusya politikalarına binaen 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde Kazakistan’da yaklaşık 2 milyon insanın hayatını kaybetmesi vurgulanır. Yine Kazak topraklarında yapılan nükleer denemelerde radyasyona maruz kalan Kazak insanının trajedisi satırlara yansır. Tabii ayrı kitaplara konu olacak bu dramların kitapta fazlaca yer kapladığı savunulamaz.

Rus zulmünün insan haklarını tehdit eden yönleriyle birlikte ekonomik emperyalizmin bütün bileşenleriyle anlatıldığı da dikkat çeker. Özellikle Kazakistan’ın ekonomik potansiyeli uzun uzun ele alınır. Ekonomik-politik üzerine yapılan tespitler ülkenin sömürüsünün ne şekilde yapıldığını ortaya koyar. Ayrıca kabaca Kazakistan’ın tarihi Eski Çağ, Orta Çağ, Çarlık Dönemi ve totaliter dönem olacak şekilde ayrı ayrı bölümlerde ele alınmasına karşın her bir bölümdeki iktisadi yaşama ayrılan başlıkların doygunluğu dikkat çeker. Bunun ekonomi temelli tarih algısının Sovyet ilmi camiasında etkin olmasından kaynaklandığı savunulabilir. Zira eserin yazıldığı dönemde, tarihin temelini ekonomik ilişkilere bağlayan Marksist tarih kuramlarının Rusya’da etkin olduğu kesindir.

Eser güçlü bir tarih anlatısıdır. Sunulan bazı bilgiler özeldir. Savunulan bazı tezlere her kitapta rastlamak mümkün değildir. Türk tarihinde kurulan yüzlerce devlet olmasına binaen güçlü bir hükümranlık ve etkisi olmasına karşın Kazak Hanlığı gereken ilgiyi görmez. Eser, Kazak Hanlığı üzerine yeni bilgiler vererek, Türk okurunun ilgisini bu az bilinen Türk devletine çeker. Yine Türk tarih anlatımında muteber olarak anlatılmayan Moğol istilası faydalarıyla ele alınır. Coğrafi yönden Moğol etkisine birinci derecen maruz kalan bir bölge düşünülürse bunun objektif bir yaklaşım olduğu savunulabilir. Yine İpek Yolu anlatısı kusursuz olup, kıta içindeki meşhur yolun bütün damarlanmaları tarihi belgeler ışığında net biçimde ortaya koyulur.

Eserin bölümlerinin metodolojik tasarımına bakılırsa, Kazakistan’ın geçmişindeki her dönem önce siyasi olarak ele alınır. Bu siyasi hayattan teşekkül eden sosyo-ekonomik ve kültürel şartlar detaylandırılır. Son olarak özel anlatılar ayrı başlıklarda verilir. Bu anlatımın endüktif yönü konu sonunda anlaşılır. Zira okur siyasi tarih ile insan ilişkisini daha iyi fark eder. Özel başlıklarla anlatılan dönüm noktası denilebilecek siyasi olayların kuluçka evresi böylelikle daha iyi anlaşılmış olur.

Eserin önsözünde her ne kadar Kazak milli hareketine gerekli yer ayrıldığı söylense de çekilen çilelere karşın, kardeş kavim Kırgızların önemli kültür mirası Manas Destanı gibi bir metnin yazılmasının bile, Kazak mücadelesi söz konusu olduğunda yetersiz kalacağı savunulabilir. Çünkü, bu cansiperane hareketlerin dönemi için kolay olmadığı malumdur. Özellikle Alaş Orda hareketi üzerinde daha fazla durulması, Kazak fikir adamlarının canları pahasına savunduğu fikirlerin makul olanın çok üstünde gündeme sayfalara taşınması okurun talebi dahilindedir.

Sonuçta; tarihi, kültürü ve kimliğiyle Türklüğün kadim kodlarını taşıyan bir kavim kendi mensupları tarafından tahlil edilerek başta Kazaklar olmak üzere dünyaya mezkur kitap sayesinde sunulur. Bugün benzer birçok esere ve makaleye rastlamak mümkündür. Ama yazıldığı dönem düşünülürse eserin ne kadar eşsiz olduğu anlaşılır. Yine emperyalist baskının, zulmün ve zorbalığın eserde özgürce haykırıldığı malumdur. Bahsettiğimiz eser Kazak insanının geçmişte çektiği çilelerini ortadan kaldırmaz, geçmişin acı hatırasıyla dertlenenlerin derdine derman olmaz, kayıpları geri getirmez, zamanı geri döndüremez ama hakikate insanoğlunun borcunu öder. Keşke her eser bu borcu ödemeye namzet olsa…
Yanıtla
6
1
Destekliyorum  3
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
13 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Belki de söyledikleri doğruydu, insanı öldüren şey umuttu.
Kitap, Daniel'in Londra'da yaşadığı bir ev teknesinde gerçekleşen korkunç ölümü etrafında dönüyor. Tekne Londra'daki Regent Kanalı'nda bulunuyor ve kitabın başında olayları çözmeye yol olan faydalı bir harita yer alıyor. Açıkça bir cinayet vakası olduğu için polislerin artık sadece bu olayın nedeni ve katilin kimin olduğunu tespit etme meselesine geçmekten başka çaresi kalmıyor. Hemen akabinde olayın hem nedeni hem de sorumlusu kabul edilebilecek küçük bir karakter kadrosuyla tanışıyoruz. Hikayeleri ile öne çıkan karakterler, kurbanın yalnız ve meraklı komşusu, Miriam polislerden işine gelmeyen her şeyi gizleyen bir tiptir. Carla, Daniel'in teyzesidir ve kendinden geçmiştir. Daneil'in annesi ve Carla'nın kız kardeşi olan Angela ise Daniel'den sadece birkaç hafta önce ölmüştür. Laura ise Daniel’le tek gecelik ilişkilerinden sonra kanlı kıyafetleriyle suç mahallini terk eden ve hikayede yerini belli eden bir karakterdir.

Hikaye örgüsü biraz karmaşık ama karakter odaklı ve onları açıklamayı gerekli kılması güzel olan bir kitap. Bu da ister istemez yavaş ilerlemesine neden oluyor. Kitabın yarısına kadar hikayede kimin nerede olduğunu takip etmeyi biraz güçleştiren bir anlatımı var. Ancak yarısından sonra aydınlanma yaşayarak karakterleri bütünleştirebildim. Dikkatin üzerine çekildiği her kişi bir şeyler saklıyor gibi görünüyor ve ek bilgiler kademeli olarak aktarıldıkça arka planda neler olup bittiğini açıklıyor. Hepsi derinden yaralı karakterler ama yine de bir şekilde sempatik geldiler. Çünkü hepsinin geçmişlerinde davranışlarını açıklayan ve onlar hakkında daha fazla şey bilmek istememe neden olan önemli acılar ve travmalar yaşamışlardı. Daniel'i kimin öldürdüğünü bulmaya çalışmaktan çok onların hikayelerinin ayrıntılarını okurken daha meraklı bir strese kapıldım. İyi çizilmiş karakterler var. Özellikle, Laura…

Bir okuma grubu ile beraber okunursa daha keyifli olacağı kanısındayım. Zira kitabın başında tüm karakterler masaya yatırılır ve keyifli bir sohbetin sonunda karakterlerin olması gerektiği yeri aldığı, anlaşılmış bir kitap olarak okunabileceğini düşünüyorum. Hawkins'in yazım tarzında gerçekten hayran olduğum şey, kesin kalıplar kullanmasına rağmen, fazlaca hayatın içinden hikayeleri formüle etmeden ve hikayelerinin ince ince ruhuma dokunduğunu hissettirmesiydi. Hayal kırıklığına uğratmadı. Hayatın her insanın tecrübe ettiği yaşamı, deneyimleri ve geçmiş yaşam travmalarının uzun vadede etkisinin, ne zaman tepkiye dönüşeceğini kestiremediğimizi çok duygusal olaylarla anlatıyor. Karakterler kendi başlarına iyi tasarlanmıştı, olaylar ise şimdiki zamandan geçmişe doğru gidiyordu. Karmaşık başlayan bir durum iç içe geçmiş bir drama ve büyük bir hikayeye doğru ilerledi.

Aslında polisiye ve gerilim kitaplarında fazlasıyla seçiciyim. Ama ara sıra konusu ilgi çekici gelen hafif okumalar yapıyorum. İçlerinden pek azı sürükleyici ve mutlaka tavsiye edeceğim akışta oluyor. Burada işler biraz farklı ilerledi, çünkü her şeyden önce konusu psikolojik, insani ve toplumsal bir kitaptı. Kısacası yaşamın içinden ve paylaşılası deneyimler anlatılmıştı. Yazar tüm karakterlerinin duygu ve düşünceleriyle ilgilenmiş ve hepsinin hikayesini empati kurabileceğimiz bir dille aktarmıştı. Hikaye genelinde en sevdiğim şey ise sadece katili aratıp, faili tanıtmakla kalmadı aynı zamanda karakterleri de tanımamı ve hikayeyi bir bütün olarak tüm karakterleriyle kabul etmemi sağladı. Keyifli okumalar dilerim.
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
12 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Roma Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri Üzerine Geniş Bir İnceleme
Kıymetli okurlara, kitap değerlendirmesini sunmadan önce, kitabın yazarını tanıtmayı her zaman öncelikli olarak faydalı buluyorum. M.C. Bishop ve J.C.N. Coulston, Roma askeri tarihi ve arkeolojisi alanında uzmanlığı bulunan, tanınmış akademisyenlerdir. M.C. Bishop, Roma askeri yapıları, savaş aletleri ve zırhları üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen bir isimdir. Bilhassa, antik dönem savaş teknolojileri ve Roma ordusunun operasyonel yapısı üzerine yayımladığı çok sayıda makale ve kitapla tanınmaktadır. J. C. N. Coulston ise, Roma ordusunun arkeolojik kalıntıları ve bu ordunun savaş taktikleri üzerine yaptığı araştırmalarla bilinir. Özellikle Roma İmparatorluğu’nun geniş sınırlarını koruma stratejileri ve savunma teknolojileri üzerine yaptığı çalışmalar sayesinde akademi camiasında saygın bir konumdadır. Her iki yazar da Roma askeri tarihi üzerine geniş bir bilgi birikimine sahip olup, saha araştırmaları ve arkeolojik kazılardan edindikleri deneyimleri bu kitapta bir araya getirmişlerdir.

Roma Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri, Roma İmparatorluğu’nun askeri gücünü anlamak isteyenler için kaleme alınan kıymetli bir çalışmadır. Bu kitap, Roma ordusunun savaş aletleri, zırh sistemleri, savunma yapıları ve kuşatma makineleri gibi konularda derinlemesine bir analiz sunmaktadır. Yazarlar, Roma İmparatorluğu’nun kuruluşundan çöküşüne kadar geçen süreçte, ordunun hangi savaş teknolojilerini geliştirdiğini ve bunları nasıl kullandığını aktarırken, savaş alanında Roma ordusunun üstünlüğünü sağlamasına katkı sağlayan temel faktörleri gözler önüne seriyor.

Kitap, Roma ordusunun çeşitli dönemlerde kullandığı silahlar – mızraklar, kılıçlar, mancınıklar, yaylar – gibi temel savaş aletlerinden, daha karmaşık kuşatma makinelerine ve savunma sistemlerine kadar uzanan geniş bir inceleme sunmaktadır. Ayrıca bölümler içerisinde çeşitli kalıntı görselleri bulunması, okuyucuların Roma askeri teknolojisine dair daha somut bir fikir edinmelerini sağlamakta ve eser, görselleriyle Roma ordusunun askeri donanımını ve mimari dehasını daha yakından tanıma fırsatı sunmaktadır. Ayrıca, Roma’nın askeri stratejilerini anlamak için yalnızca teknik detaylarla sınırlı kalmayıp, savaş alanında kullanılan bu aletlerin tasarımı, geliştirilmesi ve uygulanışı hakkında da bilgiler veriyor. Roma ordusunun bu savaş aletlerini nasıl etkili bir şekilde kullandığı, stratejik yeniliklerin tarih boyunca nasıl evrildiği ve bu teknolojilerin Roma’nın büyük başarısındaki rolü ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Yazarlar, Roma İmparatorluğu’nun en bilinen çatışmaları olan Kartaca Savaşları ve Galya Savaşları’ndan, İmparatorluğun çöküş sürecine kadar her aşamada kullanılan aletlerin rolünü ve Roma’nın askeri zaferlerinde nasıl belirleyici olduklarını titizlikle ele alıyor. Kitap aynı zamanda, askeri mimari ve mühendislik dehasının Roma ordusuna nasıl üstünlük sağladığını ve antik dönemin en etkili savaş gücünü nasıl oluşturduğunu da ortaya koyuyor.

Bu kitap, yalnızca akademik değil, aynı zamanda genel okuyucunun da ilgisini çekecek bir üslupla yazılmıştır. Bishop ve Coulston, sade ve anlaşılır anlatımları sayesinde, karmaşık teknik detayları bile kolayca anlaşılır hale getirerek, Roma ordusunun gücünün ardındaki teknik incelikleri okuyucuya başarıyla aktarıyor. İncelemeyi bahane ile, bu değerli eseri dilimize kazandırarak bu başarılı aktarıma katkı sağlayan Samet Özgüler’e teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunuyorum. Bir teşekkür ve tebrik de eseri yayınlama ve bizlere ulaştırma yükünü omuzlayan Selenge Yayınları’na diyerek daha nice kaliteli yayınlar diliyorum…
Yanıtla
2
0
Destekliyorum  1
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
11 Kasım 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
“Yaşamak” Nedir? Ne Anlatır?
1940'ta Ankara' da dünyaya gelen yazarımızın tam ismi Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’ dur (Bazı mecralarda ACZ olarak da görebilirsiniz). En çok bilinen eserleri “Yaşamak” ve “Yedi Güzel Adam” olmakla birlikte yazarımız, Şiir, Deneme, Hikaye, Roman tarzında pek çok eser bırakmıştır. 1987 yılında henüz 47 yaşında iken pankreas kanseri neticesinde yaşama veda etmiştir.

Zarifoğlu'nun “Yaşamak” kitabı yazarın günlük olarak tuttuğu yazıların derlenmesinden oluşmaktadır. Çok açık bir dille yazılmadığı için bazı yazıları anlamakta zorlansak da vazgeçmeden devam etmek gerekiyor. Günümüzün konfor alanından çıkmak istemeyen insanına birçok şeyin kolaylaştırılarak hazır lokma olarak sunulması gibi dilimizin ve kelimelerimizin de kırpıla kırpıla özümüzü bile hatırlayıp düşünemeyecek kadar azalması sonucudur belki bu okumakta zorlanmak hissi, dilin ağır gelmesi meselesi...

Kitaba başlarken isminden yola çıkarak “Yaşam” a dair bir anlatım olduğunu düşünmemek gerekir, zira kitap boyunca buna direkt temasta bulunmamıştır yazar. Okuduğum bir dergide de bu konuya şöyle değinilmişti: “Kitabı üçüncü kez okuyunca kanaatim pekişti: Yaşamak’ta “yaşamak” yok.”

Peki, bu kitapta neler bekliyor okuyucuyu, bundan bahsedelim. Yıllara serpiştirilmiş olarak ilerleyen günlük yazılarında, etkilendiği bazı olaylar karşısındaki ruhsal gezintileri, ailesinden bahsettiği bazı yazıları ve mektupları, bizim de tanıdığımız, hayatında etkilerini gördüğümüz büyük yazarlar ile buluşmalarından bazı kesitleri buluyoruz bu kitabında. Babasının yazdığı mektuplarında duygulanıyor, Necip Fazıl ile buluşmalarını okuyunca keşke daha fazla anlatsaymış diyoruz. Aşk heyecanının izlerini gördüğümüz bir yazısı bittiğinde bir roman okuyormuş gibi ahh!.. devamı da olsaydı sonra ne oldu acaba diye meraklanıyoruz içten içe... Günlük okumanın dimağlarda bıraktığı yarım kalan lezzet de bu olsa gerek, sonrasında neler yaşadılar öğrenebilmek çok güç.

Özetlemek gerekirse, yazarla tanışmak, iç dünyasından damla damla kesitler okumak için bir başlangıç kitabı olabilir. Ancak bu kesitler ona dair daha çok merak uyandırıyor ve diğer kitaplarını da okuyup onu daha iyi anlamaya bir perde aralıyor.

Keyifli Okumalar,
Yanıtla
4
0
Destekliyorum  4
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
31 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Mussolini’yi Nasıl Bilirdiniz?
Tarihçi yazar Francesco Filippi, faşizm üzerine az çok bilgisi ya da okuması olan herkesin aşina olduğu o meşhur ifadeyle eserine başlıyor: “Şayet yeterince büyük bir yalan söyler ve bu yalanı tekrarlamaya devam ederseniz insanlar eninde sonunda size inanacaktır.” Ardından kitabı yazarken aldığı konumu açıkça ortaya koyuyor: “İtalya’da hakkında en fazla yalan söylenen tarihî figürlerden biri de Avrupa tarihinin yirmi yılı boyunca hüküm sürmüş, günümüz koşullarında tarihî bir figürden fazlası olamayacak kadar geride kalmış, fakat hakkında kahir ekseriyetle olumlu bir görüntü çizilen, ona dair efsaneler üretilmeye ve yalanlar söylenmeye devam edilen Benito Mussolini’dir. (…) Muhtemel bir totaliter geleceğin inşası biraz da totaliter geçmişin rehabilitasyonundan geçer. Bu bakımdan geçmişin kendine has hakikatini ortaya çıkarmak, totaliter geçmişin geleceğimize dönüşmesini engellemenin ilk adımı olacaktır.”

İtalya’yı 1922’den 1943’e kadar yöneten Mussolini karakteri, kitapta, toprak ıslahı önderi, müteahhit, hukuk adamı, ekonomist gibi farklı yönleriyle 8 bölümde işleniyor. Eserde, temel olarak, İtalya’da Mussolini’yle başladığı iddia edilen yeniliklere, düzenlemelere veya reformlara dair söylenenlerin, doğruları ne derece yansıttığına ilişkin detaylar sıralanıyor.

Bunlardan biri, İtalya’daki sosyal refaha ilişkin düzenlemeler. Resmî olarak emekli maaş sisteminin İtalya’da uygulamaya geçişi, faşist iktidardan 27 yıl önce başlatılmış (1895). Sosyal yardımları içeren birçok uygulama da bunu müteakiben yürürlüğe girmiş. Emeklilere maaş, yaşlılık ve hastalık yardımı gibi uygulamaları kapsayan sosyal refah sisteminin, İtalyan icadı olmadığı ve Bismark dönemi Almanya’sından ilham alınarak bina edildiği satır aralarında özellikle not edilmiş (s.18 vd). Yazara göre, faşistlerin bu alana yönelik yaptıkları reform, sisteme faşizan hedefler doğrultusunda el koymaktan ibaret bir durumdur.

Mussolini’nin toprak ıslahı hamlesine dair de benzer bir tablo çıkıyor karşımıza. 1923 sonunda toprak ıslahı üzerine çıkarılan konsolidasyon yasası, Mussolini’nin kendi başına icat ettiği bir konu olmayıp haddizatında kendisinden önce başlatılan (büyük bataklık alanların kurutulması ve kamuya kazandırılması gibi) çok sayıda girişimi bir çatı altında toplamış ve bunları tekrar faaliyete geçirmiştir. Kanun, var olan uzun soluklu harcamalardan ve kamu maliyesi için külfetli görülen vaatlerden oluşmaktadır. 121 maddelik kanunun büyük kısmı, toprak sahiplerinin yükümlülüklerine ayrılmıştır. 1929 buhranı ve savaş halleri, öngörülen ve onlarca yıla yayılmış hedeflerin gerçekleştirilmesini sıkıntıya sokmuş olsa da faşistler, neticede sekiz milyon hektarlık bir alanın yarısının tarıma kazandırıldığını savunmuştur. Yazara göre, en iyi ihtimalle iki milyon hektarlık bir alan tarıma kazandırılmış olup bunun da bir buçuk milyonluk kısmı, 1922 öncesi hükümetlerin çabalarının sonucudur.

Tüm İtalyan halkını ev sahibi yapma projesi, modern karayolu ağlarının faşist dönemin bir eseri olması, hukukun üstünlüğüne bağlılık, yakın akrabaların önemli görevlere getirilmesi, dünya zevklerine karşı mesafeli olduğu söylenen Mussolini’nin malvarlığı, mafyayla mücadele, savaş sonrası bozuk liberal ekonomik düzenin mirasını devralan Mussolini’nin ekonomiye uyguladığı kemer sıkma tedbirleri, İtalyan liretini sterline karşı sabit bir kurda tutma politikası, batık yatırım bankalarının kamu parasıyla kurtarılması, halkın elindeki altının ve gümüşün toplanması, cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesi, belli vasıfları taşıyan kadınlara oy verme hakkı tanınması, kamuda sınırlandırılan kadın varlığı ve daha nicesi. Süslü anlatımlar ne kadar doğru, efsanelerle gerçekler neler?

Yazar Filippi, son 20 yıl içinde aşırı sağ popülist partilerin, süregelen ve bir türlü çözülemeyen siyasi, finansal ve ekonomik istikrarsızlıklar nedeniyle yükselişte olduğu bir sürecin içinden geçen İtalya’da, bu kitabıyla adeta arı kovanına çomak sokuyor.

İtalya’da 2019’un en çok satılanlarından “Ama Mussolini İyi Şeyler de Yaptı”, ülkemizde, Bilal Yakup’un kıymetli emeğiyle 2024 başında Runik Kitap yayınları içinde okurlara ulaştı. Faşizme dönüş, yasa dışı göçmenler ve Avrupa'nın İslamlaşması tartışmalarıyla oldukça hareketli bir gündemi olan İtalya’yı ve faşizmi bir de Filippi’nin perspektifinden okumanın ilginç bir deneyim olacağı ve okuyanlara yorum zenginliği katacağı muhakkak.

Yazıyı, kitaptan birkaç satırla sonlandıralım: “1943 yazında yirmi yıllık bir rejimin dikkat çekici ve ani dağılışı, bir nesil boyunca yeterince insan, ‘Bakın! Kral (ya da Duce) çıplak!’ deme cesaretini gösteremediği için varlığını sürdürebilmiş olan entipüften bir anlatıya karşı duyulan büyük hayal kırıklığıyla da açıklanabilir.” (s.135)

İyi Okumalar!
Yanıtla
6
0
Destekliyorum  7
Bildir
Kitapkurdu
Kitapkurdu
Bilgi İçin 
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
30 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
New York’ta Bir Şair: Federico Garcia Lorca
İspanyol edebiyatında söz konusu şiirse ilk sırayı elbette “Federico Garcia Lorca” alır. Lorca, New York’ta kaldığı süre boyunca edindiği gözlemleri sürrealist bir yapıyla satırlarına yansıtmış ve ortaya özgün bir şiir seçkisi çıkmış. Lorca’nın şiirlerini etkileyen bu sürrealist akımın sebepleri oldukça dikkat çekici. 1929 yılında Amerikan borsasının çökmesi, cinsel kimliği nedeniyle maruz kaldığı baskılar şiirsel vizyonuna etki eden olaylardan bazıları.

Granada doğumlu olan Lorca, “faşistlik” altında ezilmiş Granada çingeneleri, siyahileri ve yahudilerinin duygularını da es geçmiyor.

Çocukluk yıllarından itibaren hayranlık duyduğu romanslar, baladlar, kasideler ve gazellere de yer veriyor.

Zaman zaman “gerçek üstülüğe” başvuran Lorca, çılgın bir hayal dehası olduğunu da gözler önüne seriyor.

Okuması zor bir şiir derlemesi olan bu eser alanındaki tekilliği ile adeta bir kripto. Çözmek için tekrar tekrar okunmak istiyor.
Yanıtla
3
0
Destekliyorum  6
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
23 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Öfkeniz İçinizdeki Ateşi Ne Kadar Güçlendirir?
Daniel ölü bulunduğunda, annesi öleli sadece iki hafta olmuştu… Gerçekten kaderin bir oyunu muydu bu yoksa birileri hayatlar üzerine kurulmuş başka bir oyun mu oynuyordu? Şüpheliler üç kadın… Birbirlerinden farklı yaşlarda, özelliklerde ve intikam almak için farklı motivasyonlara sahip… Karakterleri incelerken hepsinin hayatının başka bir trajediye açıldığını görüyorsunuz ve empati yapıyorsunuz. Karakterlerin tümünün yolu geçmişte birbirleriyle bir şekilde kesişiyor. Aslında kısır bir alan içerisinde, kısıtlı karakterlerle katili bulmaya çalışıyoruz fakat bu sıradan bir katil bulma hikayesi değil çünkü odak noktası olarak cinayet değil, bu son noktaya varan olaya kadar yaşanan diğer küçük olay örgüleri alınmış. Çözümsüz kalan bazı sorular da oluşturuyor tabi ki eser fakat bu da sizi düşünmeye teşvik ediyor. Sürükleyici, düşündürücü ve başarılı bir eser olduğunu düşünüyorum. Baş şüpheliniz birden en az alakası olan kişiye dönüşürken bir bakıyorsunuz ki kitabın son sayfalarını çeviriyorsunuz. Kesinlikle zaman ayırdığınıza değecektir.
Yanıtla
5
0
Destekliyorum  8
Bildir
Onaylı Yorum Bu yorum, Onaylı Yorumcu tarafından yazılmıştır.
Bilgi İçin 
18 Ekim 2024
Satın Alma Onaylı Bu ürün yorum sahibi tarafından satın alınmıştır.
Fatih’ten İnebahtı’ya Avrupa’da Türk Beklentisi
Tarih bütününde sadece konuşulanlar değil konuşulmayanlar da yer alır. "Türk Saplantısı" kitabıyla tanıdığımız İtalyan yazar Giovanni Ricci, bu eserinde, İstanbul’un 1453’teki fethinden 1571 İnebahtı Deniz Savaşı’na kadar olan dönemde geçen ve Batı dünyasında pek konuşulmayan, belki de konuşulması nahoş görülen konulara odaklanıyor. Yazarın bu zaman dilimini seçmesindeki nedenler, yenilmez Türk mitinin zirvede olduğu sürecin ve Rönesans’ın yükseliş çöküş yıllarının bu döneme rastlamasıdır.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u aldıktan sonra Trabzon’u ve Mora’yı da topraklarına katıp Batı’ya ilerleyişini sürdürmesi üzerine dönemin Papa’sının Fatih’e hitaben yazdığı, fakat hiçbir şekilde muhatabına ulaştırılamamış mektup, bu konulardan biri. Mektupta hem havuca hem de sopaya vurgu yapan ifadeler kullanılmış. Mesela Fatih’e cihan hükümdarlığı vaad ediliyor: “Küçük bir mesele bile sizi şu anda yaşayan insanların en kudretlisine, en güçlüsüne ve en ünlüsüne dönüştürebilir… Sizi vaftiz edecek bir damla su ve Hristiyan ayinlerini benimseyip İncil’e inanmanız.” Diğer yandan da İtalya’ya doğru ilerlemesinin kendisi açısından pek de iyi olmayacağına dair tehditler, imalar sıralanıyor: “… hiç kimse, Hristiyan olmayan bir efendiye boyun eğmek istemiyor. Herkes doğru inançla ölmek istiyor.” Mektup, Fatih’e ulaşsaydı sultanın tepkisi ne olurdu ya da Fatih, beklenmedik şekilde erken bir yaşta ölmeseydi, böylesi bir mektup ilerleyişini durdurmaya yeter miydi? Bu ihtimallere satır aralarında yer verilmemiş.

Fatih döneminde, çizmeye, Otronto’yu alarak adım atan Osmanlı askerlerini bir şekilde duymuşuzdur. Fatih’in ölümünün ardından Otronto elden çıktı. Oradaki askerlere ne oldu? Gırnata’da sıkışıp kalanlara erzak taşıyan Venediklilerin 2. Bayezıd ile Gırnata üzerinde yaptıkları egemenlik pazarlıkları, suya düşen hayaller, Papa’nın 2. Bayezıd’a yazdığı mektuplar, Şehzade Cem’in Avrupa günlerinde yaşananlar, İtalyan devletlerinin kendi aralarındaki çekişmeler, rahiplerin yönetimi yerine Türklerin kendilerini yönetmesine sıcak bakanlar, bir Arap adıyla (Cariye diye) anılan tek Avrupa şehrinin Venedik olmasının ardında yatan nedenler, Fransızlarla İtalyanların Türklere karşı tutumlarındaki farklılıklar, Fransız-Osmanlı ittifakı karşısında İtalyanlar, bu dönemde Doğu’dan Hristiyanlara yapılan çağrılar, Giovanni’nin yer verdiği konulardan sadece bir kısmı.

“… Türklere yapılan çağrıların tarihi, ayrılmış parçaların, gizli düşüncelerin, başarısız girişimlerin, haksız suçlamaların ya da asılsız iddiaların, her taraftan yapılan şantajların, asla gönderilmeyen mektupların, asla cevap yazılmayan ya da yerine ulaşmayan cevapların, her zaman gerçek olmayan şifreli mesajların, ele geçirilen hediyelerin, sürekli hazırda bekleyen muhbirlerin, Levant limanlarına ya da İtalya kıyılarına kurulan pusuların toplamıdır. (s. 170)” Giovanni, kitabın tamamında anlattıklarını temel alarak, nihai başlık altında medeniyetler çatışması teorisine atıf yapıyor ve teorinin tarihsel temellerinin olgusal olarak yanlışlığını vurguluyor.

Dönem üzerinde tarihi okumalar yapmayı sevenlere çok ilginç detaylar sunan “Türk Beklentisi” (Appello al Turco), Selenge Yayınları’nın isabetli tercihiyle ve çeviriyi yapan Serhat Pir Tosun’un kıymetli emeğiyle ülkemizde okurlarıyla buluştu.

Faydalı bir okuma olması dileğiyle!
Yanıtla
6
0
Destekliyorum  15
Bildir