Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş, ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Bir şiir İstanbul'u işte bu kadar anlatabilir. Kelimelerden de öteye, seslerden de ileriye örülmüş bir şeyler var bu satırlarda. Bir sevdanın rengi işlenmiş bu mısralara. Ve diğer bir şiirinde diyor ki gönülden büyük Üstad;
"Vatanımda sular akar başıboş,
Herkes birbirini kakar başıboş.
Bozkırlardan topal bir tren geçer,
Çocuk, merkep, öküz bakar başıboş.
Yanmaz da yürekler güneşe atsan,
Bir kibrit bir orman yakar başıboş.
...
Allah'ım sen acı bu saf millete,
Akşam yatar sabah kalkar başıboş..."
O bir şair. Nazım Hikmet de bir şair. İkisi de usta bir şair. İkisi de değerli bir şair. Kafımızdaki ideolajik görüşleri bir kenara atıp, hak edene hak ettiği değeri verelim derim. Madem onlari bize şiirleri ve dolayısıyla sanatları ulaştırdı, sadece onları gözönünde bulunduralım... Birini bizimdir deyip ötekini kışkışlamayalım...