Toplam yorum: 3.092.427
Bu ayki yorum: 3.028

E-Dergi

Mehmet Poyraz

Gazeteci ve araştırmacı yazar. Gazetecilik mesleğine Adana’da başlayan, basın sektöründe muhabir, editör ve yayın koordinatörü olarak çalışan Mehmet Poyraz 27 Mart 1974 tarihinde Osmaniye’de dünyaya gelmiştir. Sebilürreşad ile Derin Tarih dergilerinin yanı sıra çeşitli edebiyat dergilerinde de yazıları yayımlanan Poyraz, araştırmalarını daha çok Rusya ve buradaki Türkler üzerinde yoğunlaştırmasıyla bilinmektedir. Basın Kartı sahibi de olan Mehmet Poyraz aynı zamanda gercektarih.com.tr’nin de genel yayın yönetmenidir.

Mehmet Poyraz Tarafından Yapılan Yorumlar

04.11.2022

Daha çok özellikle Türkiye’de Orta Çağ’ın garip biçimde karanlık bir çağ olarak gösterilmesi, döneme dair bakışı etkilemekteydi. Döneme dair ön yargı daha çok veba/salgın dolu bir çağ olmasıydı. İşte Özlem Genç’in bu çalışması daha doğrusu benzersiz çalışması birçok tabuyu yıkarken aynı döneme ait İslâm dünyasıyla karşılaştırma fırsatı veriyor. Dipnotlardan anlaşılacağı üzere öne sürülen bilgileri sağlamlaştırmak adına sıkı bir kaynak çalışması yapılmış. Ayrıca eserin soru-cevap şeklinde hazırlanmış olması meseleyi daha anlaşılır kılmaktadır. Dönemin en çok satılan/kopyalanan metnin İncil olması ve bu işi yapanların da birçoğunun Yahudi olması dikkat çekiyor. Yazar dil konusunda Roma’nın devamı olarak Orta Çağ Avrupa’sını işaret etmekte. Takvim, zaman, azizler ve özel günler hakkında kıymetli bilgiler okurun ilgisine sunulmuş. Elbette salgın/veba/karantina konuları da işlenmiş. Diğer yandan Orta Çağ Avrupası insanının neden yıkanmadığına dair gerçekçi bilgiler önümüze düşmektedir.
Günümüzde hâlâ tartışmalı olan “Avrasya” kavramını, bundan yıllar önce derinlemesine inceleyen Gumilev, söz konusu meseleyi farklı ve kendine özgü bakış açısıyla kaleme alırken bunu da inandırıcı bilgilerle ispatlamaktadır. Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusları arasında kalan koca kara parçasını “Avrasya” bölgesi şeklinde tarif eden yazar sınırlarını da aşağı yukarı tespit etme yoluna gidiyor. Buna göre, Çin Seddi’nden Doğu Avrupa’nın Don Havzası’na kadar olan alan ve Kuzey Afrika ile Akdeniz sahillerinin bir bölümü de Avrasya’yı oluşturmaktadır. Uzun yıllar boyunca başta Fransız ve Çinli bilim adamlarının bilerek ve ısrarlı bir şekilde bu alanı görmediğine vurgu yapan yazar, Avrasya’da bir belirip bir kaybolan halkların burayı oluşturmalarından ve diri tutmalarından dolayı haklarının verilmesi taraftarıdır. Elbette bu hak, onları, tarihin mazisinde önemli roller üstlenmiş halklar olarak günümüzde anlatılmasıdır. Bununla beraber Avrasya coğrafyasındaki halkların, ki bunlar Türkler, Moğollar ve Ruslar, Avrupa’nın Çinliler tarafından işgal edilmesinin önünü kestiğine de işaret eden yazara göre söz konusu bölge bir çeşit Avrupa’nın kurtarıcısı durumundadır.

“Avrasyadan Makaleler-I” kitabının kimi sayfalarında Milattan Önce yüzlerce yıl geriye giden kimi sayfalarında ise 18.yüzyıla kadar gelen yazar, 20.yüzyıldaki bölge tarihi hakkındaki bazı tespitlere de reddiyeler sunması dikkat çekiyor. Metinleri kaleme aldığı sıralar yazarın Sovyet Rusya vatandaşı olması, okurun aklına “oryantalist” düşünce sistemine göre hareket ettiği gelebilir. Ya da başka bir deyişle “Rus Bakışı” ifadelerle kaleme alındığı izlenimlerde, zihinlerde yer edinebilir. Gumilev’i tanıyanların saydığımız hislere kapılmayacağı muhakkaktır. Kitabı okumadan önce yazar hakkında azda olsa bilgi sahibi olmak zihinleri rahatlatacağını da ilave etmek gerekiyor.

Günümüzde hâlâ Moğolların istilasını, sebepsiz şekilde geldikleri gibi anlatılırken, yazar bunu tarafsızca tüm gerçekliğiyle izah etmeye girişmiştir. Yani Moğol tebaasının katledilmesi bölgede sonun başlangıcı gibidir. Bununla ilgili yazarın bir tespiti de, o dönem, dünyada öne çıkan neredeyse tüm feodal devletlerin Moğollardan aşağı kalır yanı olmadığıdır. Öte yandan Moğol istilası olmasa, başka bir topluluk yahut devlet buna benzer bir istilayı zaten gerçekleştirecektir.

Söz konusu kitapta, dikkat detaylardan biri de Çin’in izlediği siyaset ve dünyayı tehdit edişi. Elbette bunda ekonomik nedenler baştadır. Çin’den Tibet’e uzanan yazar, nüfusları azda olsa Tibetlilerin de bir şekilde hâkimiyet mücadelesine giriştiğine de yer vermektedir. Hazarya’nın neresi olduğunu sorgulayan yazar Hunların mücadelesini de unutmamış. İlk Türkçe konuşan halkları da tarif eden yazar bunların kendilerini “Türk” olarak tarif etmediklerine de dikkat çekmektedir. “Türk” kavramının da tarif edildiği eseri okumanın kesinlikle zaman kaybı olmayacağını, aksine ufuk açıcı bir kazanım olacağını da son olarak işaret etmek istiyoruz.
28.10.2022

Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nin planları dikkat çekerken, ABD arka bahçesi Latin Amerika’da boş durmuyor. Diğer yandan ülkelerin nükleer silahlanmaya yönelik girişimleri ve böyle saldırı karşısında savunma yöntemleri de detaylandırılmış. Okurken aşağı yukarı dönem anımsanıyor, yeni detaylarla, üstelik belgelerle, tekrara düşmeden taze bilgiler hafızalarda yer ediniyor.
24.10.2022

Türklerin dünya tarihindeki yerine değinilirken ilk Müslüman devletlerden olan Karahanlılar için ayrı bir bölüm ayrılmış. Nehir söyleşi tarzındaki bu çalışmada İlber Hoca sadece Türkleri anlatmakla kalmıyor, Rusya, Ukrayna ve Arap coğrafyalarına dair ilginç bilgileri de paylaşmaktadır. Eser İlber Hoca’nın olunca fazla söze gerek yok sanırım.
24.10.2022

Savaş gemileri hakkında Türkçe yayınlanan nadir eserlerden biri. Deniz harplerinin iki asra yaklaşık serüvenlerinin anlatıldığı eserde torpidonun icadından sonra bunu taşımak için yeni gemilerin nasıl ortaya çıktığı da anlatılmaktadır. Torpidoları taşıyan gemilerin, özel olarak üretiminden sonra donanmalar yeni bir gemi türü de kazanmış olur. Bu gemi türünün ilk gereksinim duyulduğu harp olan Amerikan İç Savaşı’ndan sonra suyun üstlerinde yeni nesil bir taşıt görünür. Bu da “Hücumbot” olarak bilinir. Hücumbotlar 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında gelişerek evrim değiştirir. Yazarın her gemi türünün tarihi geçmişine gitmesi sonra konuyu günümüze getirmesi dikkat çekiyor.