Oğuz Atay’ın alaycılığı çok hoşuma gitti. Tespitleri müthişti: Resmi ideoloji, resmi tarih, eğitim sistemi, andımız, helebirdurbakalımcılık felsefesi, tek dertleri alkol ve içki olan devrimci gençlerin halleri, memurlar ve memurların halleri, resmi dairelerde iş takibi (öğle saati canavarına dikkat), öztürkçecilik (koşunuğraş, gökçeses, yazıbilim, bilgesevi, yaratıkotacılığı, güzelçizi), eş-dost arasındaki yapmacıklı ev, araba, tatil, teknoloji muhabbetleri ...
Alaycı bir tarzı var ama kitap zor bir kitap, metin sıkı bir metin. Öyle de olsa okunması elzem.
Edebiyatı sıkı takip edenler Oğuz Atay’ın bu romanını okurken şurası şu romana (Yeraltından Notlar, Oblomov gibi) benziyor, şurasında şu romancıdan (Kafka, Dostoyevski gibi) etkilenmiş diye yorumlar yapabilir.
Tutunamayanlara (Selim Işık ve Turgut Özben) gelince, bu insanlar hiç hoşuma gitmedi. Ne oldu, Gorki, Dostoyevski, Kafka okudunuz diye triplere girmenin ne alemi var. Ne güzel bir sürü insanın farkedemediği pekçok yapmacıklığın, pekçok sıradanlığın farkına varmışsınız, bilinç düzeyiniz daha yüksek. Bundan dolayı intihar etmenin, meczup olmanın ne alemi var. En kötüsü, bütün bu sıradanlıklarla dalganızı geçip kendi çizdiğiniz yolda devam edersiniz yaşantınıza. Selim Işık ve Turgutcuğum Özben, kendi toplumlarına yabancılaşmışlar, doğulu olmaktan çok batılı olmuşlar, inançtan çok inançsızlığa, müslümanlıktan çok hristiyanlığa yakınlar. Belli belirsiz bir sosyalistlikleri var o da muhtemeldir ki batıda moda olduğu içindir. Bu romanı okuyup tutunamayanları çok matah insanlar, tutunamama durumunu bir isyan (başkaldırı) olarak algılamak çok yanlış. Açıkcası tutunamamak da bir küçük burjuva hastalığıdır. Velhasıl mesele adam gibi adam olmakta. Küçük yaştaki iki kız evladını geride bırakıp basıp giden adama adam denmez bu toplumda.